Sesim titreyerek Güven
Hokna’yla konuştuğumu hatırlıyorum. Hattın diğer ucunda da olsa en nihayetinde anılarıma Ferhunde Hanımlar ve İkinci Bahar ile dâhil olmuş bir
efsane vardı karşımda. Çekinerek “Güven Hanım sizin için de uygunsa röportajı Samatya’da
yapmak isterim.” demiştim; o an tabiri caizse “İşte şimdi reddi yiyeceğim.” diye
düşünürken o sıcacık sesten şu cümleyi duydum: “Nasıl güzel düşünmüşsünüz;
memnuniyetle!”
Puslu bir cumartesi günü soluğu Samatya’da aldık. Afet-i Devran
Neriman’ın bir hışımla inip çıktığı merdivenlerin başına geldiğimizde “Ah… Bu
basamakların dili olsa da konuşsa, Afet-i Devran Neriman hırsını bu merdivenlerden
çıkarırdı.” dedi. Buğulu gözleriyle etrafına baktıktan sonra Develi’ye geçtik. “Birkaç
esnaf duruyor ama nerede o ‘İkinci Bahar’daki Samatya?” şeklinde bir iç
çektikten sonra 1990’lı yılların sonuna ışınlanıp yuvasında, Samatya’da İkinci
Bahar nostaljisi yaşadık. Röportajın bitiminde ise “Kim bilir belki yakında
bir de Ferhunde Hanımlar dosyası hazırlarız.” temennisiyle ayrıldık
birbirimizden. Benim payıma da bu yüce gönüllü efsane ismin yanından unutulmaz
anılar ve bir hatıra fotoğrafıyla ayrılmak düştü.
●Afet-i Devran Neriman’ın sokağın başındaki
merdivenleri nasıl sürekli inip çıktığından bahsettiniz. İlk set gününüzü
hatırlıyor musunuz?
İlk set gününü herhalde
kimse heyecandan hatırlamıyordur. Çünkü öyle isimlerle bir araya gelip çalıştık
ki o anın mutluluğuyla hatırlamak güç. Biliyorsunuz Yavuz Turgul gibi bir
duayen vardı projenin başında. Tüm kadro yaptığı işin son derece
ciddiyetindeydi. Türkan Hanım (Şoray), Şener Şen ve diğer bütün saygıdeğer
arkadaşlarım başta olmak üzere tüm ekip çok başarılı bir iş çıkardı. İkinci
Bahar, bilinçli başlamış bir iştir. Sonsuz güven ve sevgiyle sarıldık bu
diziye. İnanıyorum ki çok güzel bir anı bıraktı. Bugün hâlâ hakkında konuşuyor
ve ekranda görebiliyorsak çok doğru mesajları olduğu içindir.
●İkinci Bahar’ı ölümsüz kılan özellikleri nedir
size göre?
Komşuluk, dostluk, sevgi,
ihanet; kısacası hayata dair her şeyin işlendiği bir diziydi İkinci Bahar.
Biz de güzel duygular taşırdık birbirimiz için. Çok deneyimli dostlarımız,
sanatçı arkadaşlarımız katıldı bize. Özkan Uğur mesela; ne kadar yetenekli
olduğunun bir kanıtıdır İkinci Bahar. Tarık Papuççuoğlu, sonra genç
arkadaşlarımızdan Nurgül Yeşilçay ve Ozan Güven. Meral (Okay) vardı. Ah…
Nurlarda yatsın, ışıklarla yol alsın. Çok deneyimli bir yazar ve düşünürdü;
ardından çok da başarılı bir oyuncu oldu. Devin Özgür Çınar, Yasemin Çonka, Tan
Sağtürk ve Gül Onat’ı da unutmamız mümkün değil. Saymakla bitmez bu isimler. Bizlerin
doğru oyunculuğu, yönetmenlerimizin ise sıcacık bakış açılarıyla ölümsüz bir
başyapıt oldu İkinci Bahar.
● Uğur Yücel, Orhan Oğuz ve Türkan Derya gibi üç
önemli yönetmenle çalıştınız. Her birini nasıl yorumlarsınız?
Uğur Yücel işin
mutfağından geliyor. Yavuz Turgul’un talebesiydi o dönem; çok gençti. Çok
sevdiğim bir arkadaşımdır. İkinci Bahar, bizim ikinci bir araya gelişimiz.
İlk Eşkıya’da birlikte çalıştık. Hiç unutmuyorum o zaman Ankara’daydım; beni
aradı Uğur ve Eşkıya’dan bahsetti. O an mutfak masasının sandalyesine
oturduğumu hatırlıyorum. Böyle bir şey beklemiyordum ve çok mutlu oldum.
Uğur’un sanatçıya yaklaşımı, onu motive edişi farklıdır. Çünkü çok duyarlıdır,
çünkü oyuncudur. İnanılmaz keyifliydi kendisiyle çalışmak.
İkinci sezon Orhan
Oğuz geldi. Biliyorsunuz sinemanın duayenlerindendir. Çok çabuk çeker ve işler
tıkırında gider. Onunla çalışmaya başladığımız dönem, rahmetli ablacığımın
hastalığını öğrendiğim ana denk gelir. Bana çok yardımcı olmuştu; desteğini ve
dostluğunu asla unutamam. Her sete ezberim tam giderim fakat o dönem moralim
çok bozuk olduğu için deyim yerindeyse kilitlenip kalıyordum. “Hiç mühim değil,
gerekirse biz sizi satır satır çekeriz.” derdi. O yüzden Orhan Oğuz’un bendeki
yeri ayrıdır.
Üçüncü sezonda da Türkan Derya geldi. Çok başarılıydı. İki
deneyimli ustanın ardından gelip çıta atlattı İkinci Bahar’a. Korkusuz ve
özgüveni yüksekti. Hem yönetmen hem de insan olarak çok severim Türkan’ı. Çok
da takdir ederim. En nihayetinde az buz bir iş değildi onun yaptığı. Ekrana
bakacak, resmi ve ifadeyi tamamlayacak, sanatçının her kirpik hareketini bile görecek,
buna göre önerilerde bulunacak ve pür dikkat olacak. İşte, bunların hepsini son
derece başarıyla yaptı.
● Ekipten görüştüğünüz isimler var mı?
Yasemin Çonka ve Şener’le
(Şen) hâlâ görüşüyorum. Türkan Hanım’la çeşitli vesilelerle bir araya geliyoruz.
Kopmadık ve birbirimize hep saygıyla, sevgiyle baktık. Tüm ekiple dostluğumuz çok
derin olmasa da aramızdaki sevgi bağı bambaşka. Geçen yaz Bodrum’da Tarık
Papuççuoğlu ile karşılaştık. Keşke Meralciğim (Okay) de aramızda olsaydı. Onun
yokluğuna biraz zor alıştık. “Çok severdi, kocacığına kavuştu.” derim hep. Bu
dosya da onun anısına olsun.
● Nurgül Yeşilçay ve Ozan Güven gibi bugünün yıldız
isimleriyle rol aldınız. Set disiplinleri, oyunculukları açısından o dönem
nasıl değerlendiriyordunuz onları?
Set disiplini olarak son
derece iyilerdi. Zaten tüm ekip öyleydi; herkes saatinde işinin başında olurdu.
Yalnız burada bir parantez açıp önce Türkan Hanım’ın set adabına değinmeliyim.
Saatlerce öncesinden sete gelip, makyajını yapan ve ezberini çalışarak oraya adapte
olan çok az insan gördüm. Türkan Hanım’da bir kere bile “Ben yıldızım.” havasına
tanık olmadım. Son derece saygın, mütevazı, güleryüzlü, tatlı ve müthiş bir
adaptasyon içindeydi. Zaten tüm ekip öyleydik. Hiç sürtüşmemiz olmamıştır.
Sesin yükseldiği tek bir an bile hatırlamıyorum. Şen şakrak bir setti. Ozan
gelip kırar geçirirdi ortalığı. Şener Şen deseniz zaten işin çıraklığından
gelip Şener Şen olmuş bir ustadan söz ediyoruz.
● Şener Şen’le karşılıklı oynamayı nasıl
tanımlarsınız?
Göz göze oyunlarımızda
onun gözbebeğinin büyüdüğünü veya küçüldüğünü görebilirdim. En nihayetinde
tiyatro kökenliyim. Günümüzde oyuncular iki gözünün ortasına, kaşının arasına
bakıyor. Bu doğru değil. Göz göze oyunculuk; o alışveriş, duyguyu ve enerjiyi
paylaşma çok önemli. Bizim Şener’le öyle sahnelerimiz vardı ki eğer ben orada
bir yanlış yaparsam onun da bütün oyununu götürürüm. Fakat o kadar konsantre
bir bütün olduk ve duyguyu paylaştık ki bugün güzel sıfatlarla anılıyorsak
bundandır.
● Yavuz Turgul sete gelir miydi? Kendisiyle
iletişiminiz nasıldı?
Tabii gelirdi, ani
baskınları olurdu. Zaten her şeyden önce Yavuz Turgul gibi bir dehanın
yönetiminde heyecanlanmamak ve elinizin ayağınızın titrememesi mümkün değil.
Aksini söyleyecek olamaz bence. Fakat biz ona saygı duyduğumuz için
heyecanlanırdık. Bunun adı hiçbir zaman korku olmadı. Yavuz Bey çok şeker bir
insan. Beni de çok severdi. Ben de onu çok sever ve saygı duyardım. Güzel
övgülerle de oyunculuğumu taçlandırırdı. Sonra yeniden çalışma imkanımız olmadı
maalesef.
● Set aralarında nerede vakit geçiriyordunuz?
Karavanımız yoktu o
dönem. Zaten oldum olası sevmemişimdir. Ya bizim set evlerde vakit geçiriyorduk
ya da kebapçıda otururduk. Bir köftecimiz vardı, oraya giderdik. Develi’ye
gelirdik; Arif Bey’in (Develi) de çok yardımı olmuştur bize.
●İkinci Bahar’a dair en unutulmaz anlar nedir
sizin için?
Sezen Aksu’nun gelişi,
Afet-i Devran’ın gidişi, Ali Haydar ile Hanım’ın çocuklarının olması… Bu liste
daha uzar gider. İkinci Bahar, biraz erken bitti galiba. Aslında çok şanssız
bir dönem yayın hayatına başladı. İlk bölümün yayınlandığı 29 Ekim 1998’de
Adana-Ankara seferini yapan uçak kaçırılmıştı. ATV de o gün sürekli diziyi
kesip bu olayla ilgili haber vermek zorunda kalıyordu. O yıl sekiz bölüm
çektik. Ardından 15’erli bölümden oluşan iki sezon daha oldu. Bugün 38 bölüm
olup hâlâ konuşulan ve bu kadar kaliteli bir işten bahsediyor olmanın gururunu
yaşıyorum.
● En sevdiğiniz sahne hangisiydi?
Neriman, Ali Haydar’a
âşıktır fakat buna karşılık göremez. Sonunda Ali Haydar’ı terk ederek sevgisini
ispatlar. Orada önce Ali Haydar’a iletmesi için Hanım’a ve ardından da Ali
Haydar’ın kendisine söylediği bir replik vardır: “Sevmek vazgeçmeyi de
bilmektir Ali Haydar.” Bu cümlenin ardından taksi gelir. Neriman önce Ali
Haydar’ın dükkanına, ardından da evine şöyle bir bakıp taksiye binerek gider.
Bu sahneyi izlerken çok ağlamıştım. En nihayetinde Afet-i Devran Neriman’dan
bahsediyoruz. Bu sahneyle birlikte bir anda kahramana dönüşmüştü. İşte, bu
benim hem en sevdiğim hem de en zorlandığım sahnedir. Şu an anlatırken bile
gözlerim doluyor; bu hazzı duyuyorsam İkinci Bahar doğru iş demektir.
●Aslında Afet-i Devran Neriman gibi tabiri caizse
hükümet gibi bir kadından hem beklenilecek hem de asla beklenmeyecek bir
vedaydı bu.
Benim de yazarlığım,
çizerliğim olmuştur; kendi içimde tabii. Ancak bugün bile baktığımda ben
Neriman’a asla böyle bir son yazamazdım diyorum. Finalde hataya düşüp kötü bir
son yazabilirdim. Resmen kahraman olarak ayrıldı mahalleden. Hiç kimse ondan
“Sevdiğin sana kalsın; ben seni severek ayrılıyorum.” tadında bir replik
beklememiştir. İzleyiciler o kadar kinlendi ki ona karşı… Bu nedenle çok sert
bir final beklemişlerdir tahminimce. En nihayetinde yaralı bir kadın, yaralı
bir aslandan daha tehlikelidir. Ben bile birebir yaşadım Afet-i Devran’ın
acısını. Tüm samimiyetimle söylüyorum; Şener benim çok sevdiğim bir dostumdur,
keza eski eşi de aynı şekilde. Bu nedenle Şener’e o gözle bakmam mümkün değil.
Ancak nasıl bir Afet-i Devran çıkmışsa ortaya, “Sen gerçekten adama âşık mısın?
Seviyor musun onu? Aksi takdirde başka türlü oynayamazsın.” diyen dostlar oldu. Hayır,
ben orada seven kadını oynadım.
●Zaten performansınızla hem kendinizden nefret
ettirdiniz izleyiciyi hem de acınıza ortak olmalarını sağladınız.
Size bir anımı anlatayım;
biliyor musunuz beni Samatya’nın merdivenlerinde şişliyorlardı az kalsın. Bir
gün kamera Ali Haydar’ın kapısında gizlenmiş şekilde; orada bir konuşma sahnesi
çekilecek. Ben de halkın arasından hırsla çıkıyorum merdivenleri. Bu sırada bir
adam tabii kamera gizli olduğu için çekim olduğunu da anlamamış; ben yukarı
çıkarken kolumdan beni tutup “Bana bak, seni şimdi şişlerim. Aradan çekil, Ali
Haydar ile Hanım’ı rahat bırak.” demişti elinde dört beş tane şişle. Allah’tan
güvenliğimiz vardı da hemen adamı etkisi hale getirmişlerdi.
●İkinci Bahar setinden hatıra aldınız mı?
Almadıysanız neyi almak isterdiniz?
Galiba almadım,
hatırlamıyorum. Açıkçası pek çok şeyi almak isterdim. Sanat yönetimi o kadar
başarılıydı ki o dönemi yansıtan çok güzel kaset ve plak çalarlar, fincanlar,
tabak takımları vs. vardı. Bunlardan herhangi birini almak isterdim.
●Son olarak eklemek istediğiniz herhangi bir şey
var mı?
Bunu bütün samimiyetimle
söylüyorum; umarım izlediğimiz ve izleyeceğimiz bütün işlerde İkinci Bahar’ın
tadına varırız. İkinci Bahar, benim büyük şansımdı ve ben de bunu doğru
kullandığıma inanıyorum. Bütün işlerimi ayrı zevk ve hünerle yapmışımdır.
Sevmesem başarılı olmam da mümkün değil zaten. Afet-i Devran hem yazımıyla hem
de bana hissettirdikleriyle özü çok farklı bir karakterdi. Bu nedenle de
İkinci Bahar’ın yeri her zaman farklı oldu. Hem sevgiyi hem nefreti, hem
dostluğu hem de düşmanlığı; kıssadan hisse hayata dair her rengi oya gibi
işleyen bir işti.