Çukurcuma’nın
ara sokaklarından birinde bir Rum evine gidiyoruz. Bahçede mandalina ağacı ve
bir hamak ile misafirperver bir köpek karşılıyor bizi. İçeri adımınızı
attığınızda ise duvarlarda sayısız siyah beyaz fotoğraf ve bir sürü farklı
fotoğraf makinesi görüyorsunuz. Biraz daha bakınsanız ve arkeolojik kazı yapar
gibi etraftaki objelerin kime, ne zamana ait olduğunu araştırsanız kim bilir
neler çıkacak. Yeşilçam’ın efsane set amirlerinden rahmetli Selahattin
Geçgel’in nam-ı diğer Godzilla Selahattin’in bile bastonu duruyor. İşte, böyle
bir atmosfer içinde o dönemin görüntü yönetmeni, şimdinin yönetmeni Hakan
Gürtop’la İkinci Bahar yıllarını
sohbete başlıyoruz.
"Bu sivri dilli oluşumun dezavantajını görmüşümdür.’’ dese de Gürtop’ta "Yiğidi öldür hakkını yeme." durumu söz konusu. "Oyuncudan nasıl yönetmen
olur?" dediği ve başlarda anlaşamadığı Uğur Yücel’in işini en iyi şekilde
yapmaya çalıştığını söylerken, söz konusu oyuncu kadrosu olunca her birini övgü
dolu sözlerle anıyor. O unutulmaz yangın sahnesinde ölüm tehlikesi
atlattıklarını dile getiren Gürtop, sohbete nokta koyarken İkinci Bahar’ın ölümsüzlüğüne vurgu yapıyor.

● Uzun süre Erler Film’in yapımlarında çalıştıktan sonra İkinci Bahar’da görüntü yönetmenliği yaptınız. Yollarınız nasıl kesişti Mustafa Oğuz ve Yavuz Turgul’la?
Bunu anlatmak için önce kendimden biraz bahsetmem gerekir. Atıf Yılmaz, benim babamın amcası. Eski Yeşilçamlıyız. Babam Çetin Gürtop, Atıf Yılmaz’ın yanında kameramandı ve Erler Film’in yapımlarında çalışırdı. Ben de çocukluğumda kamerayla tanıştım ve sonrasında ben de kendimi Erler Film’in çatısı altında buldum. O dönem ATV’ye bir iş yapılacağını ve Mustafa Oğuz ile Yavuz Turgul’un ortak olacağını söylediler bana. Ben de kabul ettim ve İkinci Bahar’ın ön hazırlıklarına başladık. O zamanki mekân çalışmasına hiçbir dizide rastlamamışımdır. Ve hiçbir oyuncu daha dizi başlamadan senaryoya, karakterine bu kadar hâkim olmamıştır. Herkes birebir rolünü giydi. Şener Şen, altı ay boyunca Gaziantep ve Şanlıurfa mutfağı çalıştı. Ustaların yanında nasıl et kesilir, beyti nasıl yapılır, soğan nasıl hızlı doğranır gibi detayları öğrendi. Tüm oyuncular aynı şekilde rollerini canlandırmadan önce ince ince işlediler.
● Proje başlamadan önce her şeyiyle içinize sinmiş
miydi?
Sinmişti
ama açıkçası yönetmenin Uğur Yücel olduğunu söylediklerinde şaşırdım; "Bir
oyuncu olarak bu işin altından nasıl kalkacak ki?" diye düşündüm. Yavuz Turgul’un
tayfasındandı o. Bir de bakıldığında Most Production’la da dizi arasında bir
bağ kuramadım. Çünkü o dönem Most, Sezen’in (Aksu) ve Tarkan’ın menajerliğini
üstlenen ve konserler organize eden bir firmaydı. Egemen Bostancı’nın yanında çalışmışlığı vardır Mustafa Oğuz’un. Yani bu işlerle alakası yok. Ben de İkinci Bahar’a Türker İnanoğlu’nun adamı
olarak girdim. Aslında onlar beni istemiyordu. Fakat hepimiz ehlileşecek ve
öğreneceğiz dedik.
● Uğur Yücel’le nasıldı iletişiminiz? Onun
ardından yönetmen koltuğuna Orhan Oğuz ve Türkan Derya geçti.
İlk
başlarda benden o kadar alternatif mizansenler istiyordu ki mümkün değil onu
yapabilmem. Fakat bir şekilde oldurmaya çalışıyordum. Steadicam o dönem çok
azdı ama benim omzum güçlüydü. Babamdan gelen bir kamera hâkimiyetim de vardı
tabii. İlk başlarda bu açıdan Uğur’la çok anlaşamadık ama nihayetinde o da en
iyisini yapmak istediği için ben de bu yönde ciddi çaba sarf ettim. İlk sekiz
bölümün ardından dizi yayından kaldırıldı. Sonra da Orhan Oğuz geçti yönetmen
koltuğuna. Çok hızlı ve seriydi ama bence bu işte o serilik gerekmiyordu. İkinci Bahar, daha duygu avantürü olan
bir iş. Zaten üçüncü sezonda da Türkan Derya geldi. Türkan’dan önce bana teklif
ettiler. Fakat ben sadece kamerayı kullanan adamdım o dönem, bu nedenle de
kabul etmedim. Bugün bile yönetmenlik yaparken kameradan kopamam. Fakat şimdi
baktığınızda yönetmen olmam açısından kafamı çelen kişilerden biridir Uğur
Yücel. "O yönetmenlik yapabildiyse ben de yaparım." demiştim.
● Eski Yeşilçamlı olarak Türkan Şoray ve Şener Şen
gibi efsanelerin yanında genç oyuncularla da çalıştınız.
Muazzam
bir kadroydu bence. Ozan (Güven), Türkan Şoray’ın oğlunun arkadaşını oynarken
Yavuz Bey’e olmayacağını izah etmiştik. Sonrasında değiştirdiler zaten. Nurgül
Yeşilçay zorlamıştı bizi biraz. Zorla kabul ettirdik ona da. Türkan Hanım’dan
(Şoray) istenilenler, o Hanım karakteri kendisinin oyunculuğuyla örtüşmüyordu.
Fakat sonra mükemmel oldu. Tabiri caizse kendisi İkinci Bahar’ın ardından yeniden bir Türkan Şoray olarak doğdu,
akıllara kazandı. Eli öpülecek muhteşem biridir. Güzelliğinden bahsetmeme gerek
yoktur herhalde. Geçmişte aynı sette çalıştığım bir ışıkçı abimizin onu görünce
ışık iskelesinden düştüğünü hatırlarım. Şener Şen’in oyunculuğu zaten
tartışılmaz. Güven Hokna muazzamdı. Nedim Saban’dan tutun da Tarık
Papuççuoğlu’na kadar herkes şahaneydi. Düşünebiliyor musunuz, Mehmet Güreli ve
Ali Sirmen gibi entelektüel isimler bile oynadılar ve çok da sevildiler. O
kadar güzel bir casttı ki o işin başarısız olması imkansızdı. Bir ara Yılan Hikâyesi’yle başa baş gittik. Oyunculardan
bahsetmişken Yasemin Çonka’yı atlamayayım. O dönem yeni doğurmuştu, sütü
geliyor ama eve gidemiyordu. Düşünsenize bir kadın o halde, acı çekiyor resmen.
Hiç unutmam eşine bile söylemiştim Yasemin âşık olunacak bir kadın diye. Bu
kadar güzel bir oyuncu olamaz.

● Çalışma koşulları nasıldı o dönem?
Bugünküyle
karşılaştıramam ama çok yoruluyorduk. Sürekli eleştiri maiyetinde direktifler
geliyordu. Garip bir katı disiplinle çalışıyorduk. Reji notlarında herkese
uyarılar olurdu. Hiç unutmam yağmur altında bir öpüşme sahnesi çekeceğiz. O gün
Türkan’ı (Derya) iskemlede bırakıp gitmiştim. Tabii sonra beni tekrar rica
ettiler. Fakat öyle sabahlara kadar çalışma durumumuz yoktu. Mesela Türkan
Şoray’ın sabah 8’de gelmesini rica ediyorlardı; o da "Ben makyajlı geliyorum,
bari 8 buçukta burada olayım." derdi. Geldiği gibi saat 9’da da motor
denilirdi. Tabiri caizse sürünme yoktu. Ve o reji notlarına rağmen sette birçok
zaman sırtımı sıvazlayan Yavuz Abi olmuştur. Çok eleştirir ama severdi de.
Güzel yıllardı. Bugün baktığınızda Yeşilçam’ın seks filmleri furyasının olduğu
dönemden daha kötü bir sistem var. En acısı da yetişmiş eleman yok. İkinci Bahar zamanı herkes işini o kadar
titizlikle yapardı ki evler bit pazarlarından döşenmiş, en ufak bir kristal
bardak bile özenle sağlanmıştı. Işık verebileceğim mekânlar bulundu. Halbuki o
dönem öyle bir lüksüm yoktu. Bugün yönetmenim ama o zamanki gibi bir ağırlığım
olmuyor setlerde.
● Çekimlere dair en unutamadığınız an hangisiydi?
Güven
Hokna, Türkan Şoray ve Şener Şen karşılıklı birbirlerine itiraflarda
bulunuyorlar. Kamera omzumda çekiyorum. Bir anda ağlamaya başladım ve benimle
birlikte herkes ağladı. Sahne bittikten sonra hepimiz Samatya meydanında
birbirimize sarıldık.
● En çok hangi sahnede zorlandınız?
Yangın
sahnesinde ölüyorduk; Tarık Papuççuoğlu’nu kurtardım. Hatırlarsınız belki Ali
Haydar’ın dükkânını Vakkas karakteri benzin döküp yakacak. Profesyonel ekipler
gelip her şeyi hazırladı. Bu arada sette her taraf butafor yani köpük. Normalde
dükkânın bir giriş kapısı var, bir de arka tarafında bahçeye açılan kapısı.
Arka kapı bir şekilde kapanmış ve onun ardından öteki taraf da kapandı. Biz
içeride mahsur kaldık ve birden camlar patlamaya başladı. O sırada Tarık
Papuççuoğlu’nu yerde gördüm, boğuluyor. Askerliğimi özel harekatta, dağlarda
yapmıştım. Duman, 40 santimetreden aşağı inmez. Yukarıda kalırsanız
boğulursunuz. Bu yüzden yerde sürünmeniz gerekir. Ben de ışığımı alıp içeri
girerek Tarık Papuççuoğlu’nu sürükleyerek dışarı çıkardım. Üç kere yaktık
dükkânı.
● Peki, bakıldığında steadicam’in yaygın
olmadığını söylediniz. Bugünün teknolojisiyle özellikle hangi sahneyi tekrar
çekmek isterdiniz?
Bence bugünün
teknolojisiyle İkinci Bahar’ı çekmeye
kalksak aynı duyguyu yaratamayız. Çok güzel sahneler vardı. Kavga, kan, yumruk
göstermek istemiyorduk. Ozan’ın, Nurgül Yeşilçay’ı istismar eden adamı dövme
sahnesi vardı. Asansöre giriyorlar ve o esnada yaşananları görmüyoruz ama
seslerden az çok anlıyoruz. Sonra asansörün kapısı açılıyor ve adam perişan
şekilde sürünerek çıkıyor. Devin Özgür Çınar’ın canlandırdığı Cennet’in değişim
sahnesi de muazzamdı. Audrey Hepburn filmleri gibiydi. Böyle sahneler daha
sonra çekemedim. İkinci Bahar’daki
dramaturji şimdi yok. O zamanlar kameralarda Kelvin değeri vardı. Kelvin
yükseldikçe resim ısınır, düştükçe de mavileşir. 6500-7300 arası Kelvin’le
çalışıyordum ve resim kızarık çıkıyordu. ATV’de de bir renk anlayışı yoktu
böyle. Stüdyoya bırakmadan color correction’ı kamera üstünden yapardım. Şimdi
‘’Nasıl olsa stüdyoda düzeltilir, kurgucu ayarlar.’’ anlayışı hâkim. O yüzden İkinci Bahar bence zaten o zamanki
teknolojiyle güzeldi.
● Kamera arkasında yaşadığınız en unutulmaz an neydi?
Bir kere
Samatya meydanı unutulmazdı. Misafirimiz çok olurdu. Ali Kırca, Sezen Aksu,
Levent Yüksel, Mazhar Alanson... Saymakla bitmez. Belirli bir saatten sonra
Şener Abi çiğköfte ısmarlardı bize. Hiç unutmam o dönem prodüksiyonda Timur
Savcı vardı. Çok da iyi biridir ve severim. Allah yolunu açık etti ve yürüdü.
Şimdi adını güzel başarılarla anıyoruz.
● Setten hatıra aldınız mı?
Ali
Haydar’ın dükkânında kasanın oradaki aynayı ve bir de komodini aldım.
● Son olarak İkinci
Bahar yıllarına dair neler söylemek istersiniz?
Türkiye’nin
en iyi kamerasıyla çalışmıştık o işte. En iyi ışık malzemesi, en iyi ekip... Ve
böyle bir işte Şener Şen ile Arif Erkin Güzelbeyoğlu’nun muazzam bir sahnesi
vardı. Ali Haydar vuruluyor ve Arif Erkin de "N’olur onu kurtar Allah’ım, onun
sırası değil benim sıram. Onu kurtarırsan benim canımı al.’’ diyor. Şener
Şen’den bir damla gözyaşı akıyor ve kurtuluyor. Şu duygu şeklinin aktarımı
bugün hangi işte var? Ali Haydar’ın babasının öldüğü sahnede ağıt yakılır.
Yakından sokağa kadar çıktığım bir plan vardır ki şu an size anlatırken bile
tüylerim diken diken oluyor. Gerçekten her unsuruyla ölümsüz bir yapıt İkinci Bahar.