Uzak Şehir: Onarmak

Uzak Şehir: Onarmak
“Aşk neredeyse her şeyi onarır. Onaramazsa da acıyı alır.”
Rachel Cusk
 
Dizilerde, filmlerde izlediğimiz; kitaplarda okuduğumuz çoğu aşk mutlaktır. Her şeyi çözmesi ve tüm acıları dindirmesi beklenir. İnsanın üstünde, neredeyse yaratıcıya yakındır. Oysa bence aşk her şeyi düzelten bir mucizeden ziyade daha çok tamir eden bir şey. Hasarı kabul edip onunla yaşamayı mümkün kılan bir güç gibi. Kusursuzluğu değil, her şeye, tüm hasara rağmen devam edebilmeyi öğretiyor daha çok.

Şahin ile Nare’nin hikâyesinde de aşk tam olarak bunu yapıyor; iyileştirmiyor belki ama yalnız da bırakmıyor. Onaramadığında acıyı alıyor; iyileştiremediğinde yanında kalıyor.

Restore edilen bir bina gibi… Şahin ve Nare, yıllarca birbirine komşu olmuş, öylece durmuş, birbirini izlemiş iki metruk binayı andırıyor bana. İnsanlar bazen gerçekten de metruk binalara benziyor. Yalnız, kimsesiz, sevgiyi arayan birer yapıyız aslında. Ama ne kadar harap olursak olalım, bu bizi değersiz kılmaz. Tıpkı bir binanın aldığı hasarın, onu değersiz kılmadığı gibi.
 
“Ben yalnızdım Nare. Annem vardı ama yoktu, babama güvenmek istedim, ne zaman güvensem yanılttı beni. Zerrin’i koruyamadım. Kaya’dan, Cihan’dan koptum. Bir tek sen vardın Nare, bir tek sen. Sana tutundum ben.”
 
Ve biri hayatınıza girer; sizi onarmak için. Bunun çoğu zaman farkında olmazsınız bile.
 
“Sen gülünce geçip gidiyor. Gülme öyle. Bak geçti işte yine.”
“Geçti.”
 
Nare’nin üç erkekle büyüyüp, kendi için savaşmasının ne kadar güç olduğunu bazen gözlerinde görüyorum. Onun gibi bir anneye sahip olmak ve o evin en az sevilen çocuğu olmak… Bu yüzden suçlu olmaya alışmış. Ona hep “sen suçlusun” denmiş; o da zamanla buna inanmış, ne olursa olsun suçun kendisine yazılacağına, bu hayata lanetli başladığına ikna olmuş. Yaşadığı coğrafyada kız olarak doğmak bile başlı başına bir suç. Hikayesi yalnızca Şahin’le geçen bir aşk hikayesine indirgenemeyecek kadar değerli bu yüzden. Onca sevgisizliğe rağmen içindeki sevgi gözlerinden taşıyor güldüğü sahnelerde. İdare eden, susan, affeden taraf olmuş hep başkalarının hayatında; onun affeden tarafı ise Şahin olmuş, daha doğrusu affedilmeye bile ihtiyacı yok onunlayken.
 
“Bu lanet gitmiyor üzerimden. Ne zaman ben mutlu olsam arkasından bir acı geliyor.”
“Tuttuğum her şeyi taşa çeviriyorum ben. Ne kadar istersem o kadar uzağına düşüyorum.”
 
Şahin ise tam tersini yaşamış; suçlanmaktan çok yalnızlığa mahkûm edilmiş. Biri onu suçlasın diye bile beklemiş belki ama kimse ona tek kelime etmemiş. Kimse hayatında gerçekten kalmamış. Güvenmek istemiş, her defasında yanılmış.

Koruyamadıklarını, kaybettiklerini, kopup gidenleri hep içine gömmüş. Biri her şeyin sorumluluğunu alarak ayakta durmayı öğrenmiş, diğeri kimseye yük olmamak için yalnız kalmayı. Bu yüzden buluştukları yerde bir mucize yaşanmıyor; onlar birbirlerine eşlik ederek hayatı ve acıyı dayanılabilir hale getiriyorlar. Şahin, Nare’nin suçlu hissetmediği tek kişi. Nare ise Şahin’in yalnız kalmak zorunda olmadığını fark ettiği ilk yer.

Neredeyse her sahnelerinde yaptıkları şey birbirlerini onarmak. Birbirlerine ne kadar kırgın da olsalar, yaşadıkları ne kadar acı da olsa her zaman birbirlerine iyi gelmeyi seçtiler. Şahin’in kalbi durduğunda Nare’nin elinden tutup ona, onları hatırlatmaya çalışması, yeniden nefes almasını sağlaması; Şahin’in göğsünde bir kurşun yarası olmasına rağmen, hastane yatağında, Nare’nin gözünden bir damla yaş daha düşmemesi için çaba vermesi onarmaktan başka bir kelimeyle tanımlanamaz.

O hastane odasında birbirlerine karşı dürüstlerdi ve acı da olsa gerçekleri konuşabildiler uzun zaman sonra.Hasarlı hayatlarla yaşamayı mümkün kıldılar yani. Genelde birbirlerine en açık oldukları yer hep hastane odaları oluyor. Belki de bunun sebebi ölüm ihtimali varken kimsenin güçlü görünmek zorunda kalmamasıdır.
 
“Sen hiç kalbini saklamadın benden, hep açık tuttun ama benimki hep aralık kaldı. Senin kadar cesur olamadım ki sen o cesareti göstermem için o kadar yalvardın bana. Özür dilerim. Yanında olamadığım için özür dilerim. Çok özür dilerim. Eğer yanında olabilseydim belki o tetiği çekip hayatından vazgeçmezdin. Benim de suçum var, özür dilerim.”
“Senin bir suçun yok. Senin hiçbir suçun yok. Babam bıraktı bize bu enkazı.”
 
Şu ana kadarki en acı yüzleşmelerinin, Nare’nin Şahin’e iyi olduğunu, mutlu olacağını söylediği sahne olduğunu düşünüyordum ama sanırım evliyken, aralarında biriken kırgınlıklar varken ve üstelik Şahin, canından yeni vazgeçmişken yaşadıkları bu yüzleşme çok daha kıymetli. Çünkü artık yalnızca bir portakala değil de birbirlerine tutunabiliyorlar. Şahin artık Nare’nin izini sürmek için portakal sepeti yollamakla yetinmek zorunda değil; Nare’nin gülüşüyle iyileşebiliyor, yanağını sevebiliyor, ona sarılabiliyor, onu öpebiliyor. Şahin’in dediği gibi dünya belki de gerçekten üç günlüktür ve bazen sevdiğinizin gülümsemesi ya da yanağınıza kondurulan ufak bir dokunuş her şeyin geçmesi için yeterlidir.

Belki de bu yüzden bölümün bazı yerlerinde yüzümde istemsiz bir gülümseme belirdi. Şahin’in annesinin, kardeşinin; Nare’nin kardeşlerinin olduğu sahnelerde, hayat sanki kısa bir süreliğine de olsa eski ritmindeydi, çocuk oldukları ritimde. Büyük acıların ardından gelen gündelik cümleler, küçük şakalar… Kimse iyileşmiş değildi ama herkes yaşamaya devam ediyordu. Belki de aşk onları da onarıyordu.

“Albora’da mutlu aşk yoktur.” Belki de var olabilir. Hatta olması gereklidir.

Henüz birlikte ve mutlu olma ihtimalleri yokken dördüncü bölümde, hastanede, Nare Şahin’e “iyiyim” derken aslında değildi ve Şahin’in karşısında güçlü gözükmeye çalışıyordu. Şahin de onu öyle, güçlü bilerek hayatta kalıyordu. Ama artık ikisi de güçlü olmak ya da gözükmek zorunda değiller. Eskiden güçlülerdi çünkü birbirlerinden uzaklardı ama artık yakınlar. Ayakta kalmak için uzak durmalarına gerek yok, artık düşebilecek kadar yakınlar.
 
“Bana yaşadığımı hissettiren sensin, nefesim de sensin.”
 
Şahin’in kendini vurduğu sahnede Nare, Şahin’in üzerine kapanmış ağlarken herkes nefes alsın diye üzerinden çekilmesi gerektiğini söylüyordu ama bilmiyorlardı ki Şahin’in nefes almasını sağlayabilecek tek şey Nare’ydi. Bu yüzden Nare gözleri kapalıyken, ölümle burun burunayken bile her an onu öpmeyi hiç bırakmadı. Kendini ona hatırlatmak, nefesi olmak için. Eğer düşersen, elinden tutup seni yeniden kaldırırım. Eğer kaldıramazsam, yanına uzanırım.” Eğer ihtiyacın varsa nefesin de olurum.

Şahin ve Nare’nin daha biz yokken yani kamera orada değilken nasıl olduklarını merak ediyorum. Nare’nin Şahin’i hayata döndürmek için ona hatırlattığı hatıralarının neredeyse hiçbiri yakın geçmişten değildi. Zihninde bir yerlerde Nare hala Şahin’e portakal alıyormuş, ara sokaklarda buluşup sarılıyorlarmış, birlikte uçurtma uçuruyorlarmış meğerse.
 
“Şahin hatırla. Şahin bizi hatırla. Bana söz verdin… Elimi bırakmadığın sokağı hatırla… Birlikte göğüsleyeceğiz dediğin… Uçurtmalarımızı hatırla… Beni bırakamazsın. Duy beni n’olur.”
 
Üzerinden asırlar geçmiş olan günlere ait hissediyor belli ki Nare. Birlikte olunca artık mutlu olacaklarını sandıkları evliliklerinden bu yana yüzlerinin gülmemesine rağmen hala hohlayarak hastanenin camına kalp çizecek kadar fazla seviyor Şahin’i. Bazen mutlu olamıyorsanız en azından birlikte mutsuzuz diye sevinebilirsiniz o kişi yanınızdaysa.

Aşk, konu Şahin ve Nare olduğunda Tanrısal bir güç olmaktan çıkıp insani bir eyleme dönüşüyor. Sanırım onlarda en fazla sevdiğim şey bu. Kusursuz değiller, iyileştirici mucizelere sahip değiller ama gerçekler. Tıpkı gerçek insanlar ve gerçek aşklar gibi.
 
“Hani bu yüzükler parmağından hiç çıkmayacaktı? Hani sonsuza dek çıkmayacaktı?”
“Yüzük kalbime mühürlü, çıkmaz bundan sonra.”
 
Birbirlerine duydukları aşk, taştan bir yüzüğün ötesinde; kalplerine mühürlenmiş bir bağ. Yüzük çıkmak zorunda kalsa da kalplerine mühürledikleri sevgi hep orada kalıyor. Onarıyor, onaramazsa da acıyı alıyor.

Eda Akça
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER