Televizyon seyircisi Onur Tan'ı şimdilerde çok izlenen ve çok konuşulan Atv dizisi Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz'ın yönetmeni olarak tanıyor. Ancak Tan, 90'lı yıllarda kendi tabiriyle montaj operatörüydü ve
İkinci Bahar'ın yayına çıkmadan önceki son dokunuşlarını yapmak için sabahlıyordu.
Her hafta 120 dakika bölüm yetiştirme telaşına rağmen Onur Tan, dosya yapacağımızı ilettiğimizde zaman ayırdı, sorularımızı cevapsız bırakmadı. Üstelik Onur Tan, dosya yayına çıkmadan bir hafta önce babasını ve amcasını kaybetti. Başı sağ olsun, mekanları cennet olsun babacığının ve amcacığının da..
İşte böyle..
● Ekran
seyircisi sizi bugün bir yönetmen olarak tanıyor. Atv’nin çok başarılı dizisi
Eşkıya’yı çekiyorsunuz. Ancak geçmişinizde İkinci Bahar’ın kurgu yönetmenliği
var. O günlerden bahseder misiniz?
Heyecan dolu günler diye
başlayabilirim. Ancak kurgu yönetmenliği diye bir şey yoktur benim
tabirimde. Başka kişiler için geçerliyse veya sendikal terimler varsa
bilemem. Ben sadece montaj operatörlüğü yaparak başladım ve iyi bir
montajcı olabilmek için gecemi gündüzüme katarak çok çaba sarfettim.
Bir oda düşünün 7-8 metrekare, üç monitör, iki sandalye... Sırtını
yaslayabilecek bir çek-yat bile yok. Konfor biraz ekside ancak çay
kahve bol... Ve o monitörlerde öyle iyi oyunculardan, o kadar iyi
kurulmuş bir dünya var ki ne konfor ne de gerçek dünya umurumda değil.
Günlerce aç susuz uykusuz montaj yapabiliyordum. Montaj aslında
film dünyasının mutfağı. Bir tarla düşünün organik sebze ve meyvenin
en kalitelisi orada yetişiyor. Ancak iyi bir aşçıya düşmezseniz yetişen
ürünlerden lezzetli bir yemek yemeniz mümkün olmaz. Ben henüz iyi
bir aşçı değildim o zamanlar ve sadece bu yüzden bile Yavuz Turgul'un
cesaretine hala hayranım. Haaa, Eşkıya'dan tanıyordum. O süreçte bir
yıla yakın zaman O'nun dünyasını ve hissiyatını uzaktan uzağa takip
ediyordum...
Nerelerde duygulandığını, nerelerde sinirlendiğini,
hüznünü, sevincini, mizahını sessizce uzaktan izliyordum... O zamanlar
yaklaşıp sormak yoktu. Ya da bizler cesaretsiz çocuklardık.
İnsiyatifi yüklenip gerektiği yerde azarı işitme pahasına görüntüleri
birleştiriyordum. Şimdiki gibi montajda oturup tarif edip, kapıdan
otoparka inene kadar çalan cep telefonunuzu açıp "hocam şu sahneyi şu
kişinin focusundan mı görelim" sorusuna cevap veren bir hoca yoktu.
Kaldı ki cep telefonu yoktu, olsa da arayacak yürek biz de yoktu.
Dolayısıyla aynı sahneyi çeşitli alternatifleriyle bağlayıp
hazırladıktan sonra Hoca ile beraber revizyon için izlerken azarı
yediğiniz noktada "Hocam bir de şöyle bir şey yaptım" diyerek alternatif
montajı gösteren ve "aferin" peşinde koşan çocuklardık. İşte o zaman
hocanın keyfi yerine gelirse bize neden bunun doğru olduğunu ve o
sahnenin kendi dünyasında dramatik yapıya hizmetini anlatırdı.
Karşınızdaki monitörde bir Şener Şen, bir Türkan Şoray vardı.... Ve
onların kaderi malesef bir çocuğun elindeki makastı. O makası ölçüsüz,
biçimsiz, titrek tutarsanız, onların oyunlarını harcar duygu ve
düşüncelerinde ters açıya düşerseniz seyirci o ana odaklanamazdı.
Yavuz Turgul sinemasının gerçekçiliğini, insan hayatının samimiyetini
temel alan oyunculuk yönetimini, mizahında çok sevdiği absürdü kullanış
şeklinin bile insan ciddiyetinden uzaklaşmadan yapılışını öğrendim...
Ciddi bir okuldu benim için o günler....
● 45 dakikalık dizi bağlıyordunuz. Kurgu süreci nasıldı ilerliyordu? Bugün pek çok dizide “yayına bant yetiştirmek” diye bir kavram var. O zamanlar bu işler nasıldı?
45 dakikalık bir dizi bağlamıyordum. Ya da sadece montajını yapmıyordum diyelim. Onun ses miksini de yapıyor ve müziklerini de giriyordum. Kısaca şimdinin post prodüksiyonunda 6-7 kişinin üstlendiği işi tek başıma yapıyordum.
●
Tek başınıza mı?Bugün de benim ekibimdeki yaklaşık 100 kişiye bunları izah edemiyorum. Şimdinin asistan müessesesi bambaşka bir dünya. Bugün siz bir şey söylüyorsunuz o kendi asistanına, o asistan diğer asistanına kulaktan kulağa bambaşka bir şey gidiyor sonuca... O zamanlar o 45 dakikanın ardından Vedat Abi (Sakman) gelir bir gece sabaha kadar hazır olan müzik ve linkleri beraberce girer çıkardık. Sonrasında Cengiz Onural ve İnce Saz ekibiyle yolumuza devam ettik. Ancak hangi duygunun, hangi cümlenin ya da hangi ifadenin altını çizeceğimizi, nereden hangi cümle ile başlayıp müziğin climax (zirve) noktasının sahnenin climax noktası ile senkron oturabilmesi için kesip biçer onu da beraber montajlardık.
●
Deli gibi mesai demek bu...Bunlar benim için çok çalışma değil tam aksi yönetmenliğime giden yolda büyük kazanımlarımdı. Yaptıkça öğreniyordum. Şimdinin asistanları gibi "benim işim değil" diyerek sırt dönüp gitme şansınız yoktu... Ardından benim tek başıma mixaj sürecim başlıyordu... Kendi cebimden aldığım (o zamanlar internet yoktu) ses efekti cd'lerinden çeşitli efektlerle ya da elimdeki küçük dat kayıt cihazı ve mikrofonla kaydettiğim çarşı pazar, kafe, hastane pastane, lokanta atmosferleriyle miksaja otururdum ve onu da ben yapardım... Ne kadar ukalaca geldiğinin farkındayım yeni nesile... Bu yazıyı okuyan şimdinin asistanları "adama bak ukala dümbeleği sanki süpermanmiş gibi meydanı boş bulmuş sallıyor anlatıyor" diye bıyık altından gülüyor olabilirler... Atış serbest... Ancak yayına bant yetiştirmek dediniz ya... Yayının son halini neredeyse benden başka izleyen yoktu yayından önce... Atv'den Oskay Bey'in "kaset gelmedi hala" diye ana haberler sırasında kalp krizi geçirmekte olduğu haberlerini hep duyardım... Çünkü hep son dakika reklam arasında kaset gider ve play tuşuna basılırdı...
● Yavuz
Turgul’un çok titiz olduğunu biliyoruz. Turgul’la çalışmak nasıl bir şey? Hiç
ters düştüğünüz bir an oldu mu?
Çok titiz derken? Titizlik
olduğunu sanmıyorum. Gerçeğin ve samimiyetin arayışı diyelim. Sonuçta
yukarda da anlattığım gibi gerçek hayatta olmayan bir duygu ve ifadenin
karşılığını samimiyetsiz bir biçimde ekrana yansıtırsanız işiniz
gerçekten zor. Dayak bile yeme riskiniz olabilirdi... Şakası bir yana
kendisinin bir öğretmen olmaktan ziyade, gerçek bir okul olduğunun bile
farkındalığından uzakta olduğunu tahmin edebilirim. Turgul için gerçek bir eğitim
gönüllüsü diyebiliriz. Ben, belki unuttuğu belki de hatırlamakta
zorlandığı zayıf ince uzun bir çocuk öğrenci olabilirim. Ama dediğim
gibi isteyene, antenlerini sıkı çalıştıran öğrencilere mükemmel bir
öğretmendir...
● Yayın süresi boyunca 3 yönetmen değiştirdiniz. Yönetmen değişikliği bir hikayenin kurgusal anlatım tarzını etkiler mi?
Şüphesiz etkiler... Ancak gerçeğe gerçek doğruya doğru konuşmak gerekirse sadece ilk bölüme mahsus olarak Uğur Yücel ile bir araya geldik ve konuştuk. Devamında ise Orhan Hoca (Oğuz) ve Türkan Hoca (Derya) ile hiç tanışmadık. Çok ilginç gelecek ama İkinci Bahar'a mahsus bu durum böyleydi. Yönetmenler montaja girmek istese de bana hiçbir müdahalede bulunmadılar. Setten dekopajlı notlar gelirdi ve zamanlaması bana ait olmak üzere bağlardım. Yönetmenin o sahneye ait bir notu varsa tabii ki dikkat ederdim. Ancak benim hazırladığım kaseti Yavuz Hoca izler ve revizyon notları oradan gelirdi. Bugün ben yönetmen olarak bunu kabul edebilir miyim bu söz konusu bile değil. Çünkü yönetmenin bir reji mantığı vardır söz konusu her proje için... Kısacası bizim kurgumuzu hiç ama hiç etkilemedi... Ama başka bir dizi için tabii ki yönetmen değişikliği etkiler...
● İkinci Bahar sürecinde unutamadığınız bir anınız var mı?
İkinci bahar sürecinde unutamadığım o kadar çok anım var ki... Ancak sonrasını etkileyen bir durum oluştu. Şöyleki, Most Prodüksiyon ve Erler Film ortak yapımıydı. Post prodüksiyonumuz Erler Film bünyesindeydi.. Ben neredeyse 7 gün 24 saat o binada yaşadığım için sabahları saat 6 gibi gün aydınlanırken kapı önüne hava almaya çıkar, güvenliğin demlediği taze çayı içerdim. Ve her sabah 6-6.30 gibi Türker Bey (İnanoğlu) ofisine gelirdi ve hiç aksatmazdı. O sabahlarda güvenlikle beraber ben de saygıyla ayağa kalkar ve selamlardım. Bugün de olsa yarın da olsa, gelecekte de her zaman o saygı ve sevgimiz şüphesiz olacaktır kendisine. Yıllar sonra kazandığım bir ödülden gazetedeki resmimi gören Türker Bey sormuş, "Yaaa bu çocuk bizim şirkette çalışıyordu ne zaman ayrıldı diye?". Ben anlatanların yalancısıyım tabii... Ancak çağrıldım ve kazandığım ödül için tebrik edildim. Türker Bey gibi bir efsane tarafından onurlandırılmanın hazzını başka bir yerde bulmanız mümkün değil...
● İkinci Bahar pek çok “ilk”i bünyesinde toplamış, teknik anlamda da yaptığı bir öncülük var mıydı?
Türk Dizi tarihi için elbetteki kilometre taşlarından en mühim olanı İkinci Bahar. Ancak Yavuz Hoca tekniğe bağlı bir hoca değil. O'nun dünyasında atmosfer ve oyuncunun duygusu önemliydi. Bu anlamda kopyalanmaya çalışıldığı çok olmuştur ve öncülük yapmıştır muhakkak.. Ancak teknik bir yeniliğin söz konusu olduğunu sanmıyorum. Olabildiğince yalın ve sade bir tekniğimiz vardı ki zaten film dünyasında olabildiğince yalın ve sade bir dil kullanabiliyorsanız oyuncularınız ve atmosferiniz sizi sırtlamış götürüyor demektir... Bu da bugünün Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisinde karşılığını bulmuştur.
● “Ekibi topluyoruz Onur, gel” deseler gider misiniz?
Pilav günü ise elbette... Ama kimsenin beni tanıyacağını sanmam. Çünkü setten bağımsız ve tek başıma bir adamdım. Ben ikinci bahar okulundan öğrenmek istediğim çok şeyi öğrendim. Daha da öğreneceklerim var bu hayatta. Öğrenmek benim için bitmeyen bir süreç ve çok seviyorum... Dediğim gibi pilav günü için koşarak giderim ancak çalışmak için başka işlerde yeni bir şeyler öğrenmek arzusu beni kamçılar, sanırım gitmem...