“Medet’in o çocuksuluğunu bugün tekrar gösterebilir miyim bilemiyorum.
Çünkü bu biraz da ruhla ilgili bir şey”. Aslında ikinci cümle ile belirsizliği
ortadan kaldırıyor Nedim Saban. Çünkü karşılıklı oturup sohbete başladığımızda,
sanki dün gibi tazeliğini koruyan anılarından bahsederken gözlerinin
parıltısında Melek’le bir türlü kavuşamayan, babasından korkan, Ali Haydar’a
gizliden gizliye sempati duyan o çocuksu Medet’i rahatlıkla görebiliyorsunuz. Deneme
çekimlerine gittiği dönemden final sahnesinde tüm ekibin merdivenlerde toplanıp
İkinci Bahar şarkısını söylediği ana
kadar her detayı dün gibi hatırlıyor. Mustafa Oğuz’la birlikte Meral Okay’a
yaptıkları şaka, çuvala girdiği sahnede bayılması, onu koltukta uyurken gören
Türkan Şoray’ın gidip sandalyede oturması, Yavuz Turgul’un “Tamam, çok para
alıyorsun ama o kadar oynamana gerek yok.” şeklindeki reji notu ve nicesi… Söz,
Nedim Saban’ın!
● Nasıl dâhil oldunuz
projeye?
Uğur Yücel çağırdı ve audition’a girdim. “Karşındaki kızı deneyeceğiz, o
yüzden audition alıyoruz” dediler ama dört defa da deneme çekimim alındı
(gülüyor). Dördüncüde “Bu rol senin!” diye bağırdı. O zaman anladım beni
denediklerini. Uğur Yücel, hayranı olduğum bir isimdi zaten. Ve kariyerimde
yönetmen olarak çok şey öğrendim ondan. Öncesinde de tanışıyordum Uğur’la. İş
Bankası reklamında birlikte oynamıştık. Hatta o ekipte Yavuz Turgul ve Haluk
Bilginer de vardı.
● İkinci Bahar’dan
cebinize başka neler kattınız?
Eminim herkes bahsetmiştir; Yavuz Turgul’dan oyunculuk notları gelirdi ve
herkese açıktı. El yazısıyla kendisi yazardı. Mesela bazen senaryonun bir
bölümünün kesildiğini ya da yeni bir bölüm eklendiğini Yavuz Turgul’un
imzasıyla görürdük. Oradan dramatik yapı hakkında çok şey öğreniyordum. Aynı
zamanda kolektif yapılan bir işte böyle bir paylaşım olması da muazzamdı.
Starların star gibi davranmadığı, ekip ruhunun güçlü olduğu bir setti. Ve bu, bugün
bile mizacımı etkiler.
● İlk set günü Samatya’ya
gittiniz ve “kamera” denildi.
O dönem dört beş tane işte oynamıştım ve ne kadar tesadüftür ki hepsinin de
ilk sahnesi benimle çekilmişti. İkinci
Bahar’da ilk sahnemiz Harem’de çekilmişti; benim askerden gelip otobüsten
indiğim sahneydi. İkinci sezon Orhan Oğuz’la çalışmaya başladık ve bilin
bakalım ilk sahne kiminle açılıyordu? Benimle (gülüyor). Böyle bir uğurum var
galiba. Çok keyifli bir işti. Şimdi düşünüyorum da; şu dönem çekiliyor olsaydı
setten bir şeyler daha öğrenebilmek için ekstra dikkatli olurdum. Bugün, İkinci Bahar seti bir okulmuş diyorum.
● Ekipten ilk kiminle
tanıştınız?
İlk Settar Abi’yle (Tanrıöğen) tanışmıştık. Sonra aynı gün Yasemin’le
(Çonka) de bir araya geldik. Onun bebeği vardı o dönem, emziriyordu. Geçenlerde
Instagram’da gördüm, koca adam olmuş. Settar Abi de malum ilk sezon Vakkas’ı
oynamıştı.
● Neden ayrıldığını biliyor
musunuz?
Bir anlaşmazlık olmuştu ama nedenini bilemiyorum. Çok şaşırmıştım onun
ayrıldığını duyunca. Ben çok dağınığımdır, Settar Abi beni topluyordu. Çok
eğleniyorduk onunla. Geçen yıl da Hayalet
Dayı filminde oynadık. Fakat karşılıklı sahnelerimiz yoktu. Galada
görüşebildik ancak. Hatta galada hiç unutmuyorum yine bir şey söylüyordu, benim
de konsantrasyonum dağıldı. O da “Tıpkı 20 yıl önceki gibi, bıraktığımız yerden
devam” demişti (gülüyor). Bazı dostluklar böyle kalıcı oluyor işte.
● Tarık Papuççuoğlu’yla
nasıldı iletişiminiz?
Çok güzeldi tabii sonra onunla başka bir oyunda da oynadık. Fakat insan,
babasını oynayan oyuncu değişince bir tuhaf hissediyor kendini. Bir süre sonra
adapte olabildim. Üçüncü sezonda da benim hikâyem çok azaldı. İkinci Bahar’ı bugünkü dizilerden ayıran
herhalde en önemli unsur budur. Yan karakterlerin her birinin hikâyesi
tamamlandı. Ve son ana kadar çok güzel beslendiler. Bugünkü işlere baktığınızda
final bölümlerinde genel bir mutlu son olur ve biter. İkinci Bahar, üçüncü sezonunda patlayan bir işti. Fakat buna rağmen
en başından bu kadar süreceği bilindiği için çok güzel bitti.
● Dağınık olduğunuzu
söylediniz. Uğur Yücel ve Yavuz Turgul’dan bu yönde eleştiriler alır mıydınız?
O özelliğim açısından eleştirilmezdim ama Uğur Yücel hep “oynama” diyordu.
Tiyatrodan geldiğimiz için dizide öyle bir şey oluyor ki az oynamış gibi
hissediyorsun. Sanki işini yapmamışsın gibi. Yavuz Turgul da bir kere espriyle
karışık, “Tamam, çok para alıyorsun ama o kadar oynamana gerek yok” demişti
(gülüyor). Tiyatrocular için kamera önü oyunculukta dozu tutturmak daha zor. Şu
an Işık Üniversitesi’nde kamera önü oyunculuğu dersi veriyorum ve inanın
onların ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Bir de Medet karakterine dair
aldığım en güzel yorumlardan biri de Ahu Tuğba’dan almıştım. “Şimdi ne alaka?”
diyebilirsiniz; o dönem benim Dr. Stress
adlı programım vardı ve Ahu da oraya gelmişti. “Sana bayılıyorum, Yeşilçam’ın o
saf, katıksız aşığını muazzam oynuyorsun. Şimdi hiç öyle karakterler yok”
demişti bana. Medet’i oynarken sonsuz keyif alıyordum ve inanılmaz mutluydum.
● Şener Şen ve Türkan
Şoray’la karşılıklı oynamayı da eklersek ayaklarınız yerden kesilmiştir
herhalde.
Hem de nasıl! Uçuyordum resmen. İkisi de çok insancıllardı,
olağanüstüydüler. Bir gece hepimiz bekliyorduk sette, ben de koltukta
uyuyakalmışım. Aşağı çağırdılar ve o sırada Türkan Hanım’ın karşımdaki
sandalyede oturduğunu gördüm. Beni uyandırmaya kıyamamış. En ufak bir yıldız
kompleksi yoktu. Yine de benim için onunla oynamak çok zordu. Oynamayı bırakıp
seyirci gibi izlerdim onu. Büyülenirdim karşısında. Şener Abi’yle daha rahat
bir iletişimimiz oldu. Öğlenleri birlikte yemek yerdik ve acayip eğlenirdik. Onunla
oynamak daha kolay oldu o yüzden. Mesela Türkan Hanım’la ilk yıl karşılaşmamak
beni çok mutu etmişti. Tüm mütevazılığı ve sevecenliğine rağmen aşırı
heyecanlanırdım. Bir de Türkan Hanım’ın ilk sahnesini unutmam; galiba sesli
çektiği ilk işti. Ve o ilk günkü telaşını, emeğini, yorgunluğunu, o amatör
heyecanıyla işe sarıldığını ve Uğur Yücel’in de hiç yılmadan bir daha deyip
tekrar çektiğini hatırlıyorum. Fakat şimdi öyle değil; birkaç defa çekilince
hemen “cık… cık…” sesleri duyulmaya başlanıyor. Bugünün koşullarında açıkçası
hak da veriyorum. Biz o dönem 70 dakikalık bir iş çekiyorduk ki bu bile çok
uzundu. Yedi gün çalıştığımızı bilirim ama muazzam sahneler çekildi. Bir tren
sahnemiz vardı hatta; Çehovyen bir andı. İtalyan Sineması’ndan bir sahne
gibiydi. Onu izlediğimde “İyi ki yoruluyorduk, ne de güzel yapmışız” diyorum.
● Kalabalık da bir
kadroydunuz. Samatya halkının ilgisi de hiç eksik olmazmış. Bu anlarda sesli
çekim zorlamış olmalı sizi.
Tabii, dış sesler hep karışırdı. Bir de Samatya’nın sarhoşları gecenin
11’inde meydandan geçip naralar atarlardı. Çok yaşayan bir ortamdı. İkinci Bahar’ın ardından İki Oda Bir Sinan adlı bir sitcom
yaptım. Bir evin içinde geçiyordu ve çok rahat çekiyorduk ama İkinci Bahar’ın çekimlerinde aldığım
tadı yakalayamadım. Çünkü bizler de resmen o mahallede yaşıyorduk. Manavdan
gidip bir şeyler alıyorsun, sonra kendini kasapta buluyorsun. Bambaşka bir
duyguydu. Meral Abla’yla (Okay) da tanıştığımız anı hatırlıyorum. Elinde uzun
bir metinle gelmişti; çok heyecanlıydı ve nasıl ezberleyeceğini düşünüyordu
kara kara. Of, ona müthiş bir şaka yapmıştık (gülüyor). Mustafa Oğuz aradı beni
bir gün. Meral Abla’nın biliyorsunuzdur ilk oyunculuk deneyimi, kasap
karakterinde ve mükemmel bir çıkış yakaladı. Mustafa Oğuz; “Meral’e bir oyun
yapacağız. Sen onu Dr. Stress
programına davet edeceksin. ‘Eğinli kasaplar ayaklanmış, bizim mesleğimizi çok
düşürdü ve bu durumu Dr. Stress programında
kendisiyle tartışmak istiyoruz’ diye konuşacaksın” dedi. Tabii Meral Abla söz
konusu burada, öyle kabul eder mi hemen! “Tabii rol tuttu ya, şimdi onlar benim
üzerimden prim yapacaklar. Ben sabah seni ararım” şeklinde karşılık verdi. O
arada Mustafa Bey’i aramış ve o da programa çıkmasını söylemiş haliyle. Bunun
üzerine Mustafa Bey beni yine aradı; “Sana programa katılacağını söylediğinde
‘Yalnız Meralciğim bir sıkıntımız daha var; seni önce Eğin’e davet ediyorlar’
diyeceksin” dedi. Eğer bunun üzerine gülmeseydim bir 10 gün daha bu şakaya
devam edecektik (gülüyor). Huzur içinde uyusun; muazzam bir insandı.
● Yapımcılarla genelde bir
mesafe olur ama Mustafa Oğuz anladığım kadarıyla eğlenceli bir mizaca sahipmiş.
Hem de nasıl! İnanılmaz pozitif biriydi. Sete gelip mutluluk, sıcaklık
saçardı. Sonra ben onlarla başka işlerde de çalıştım. Her zaman oyuncuyu onore
ederler. Bir dizilerinde tek bölümlüğüne konuk oyuncu olarak rol almıştım,
evime çiçek yolladılar. Aslında bugün de olması gereken bu tabii ama maalesef
olamıyor. Çünkü tanışmaya bile vakit bulamıyorsunuz kimseyle. 170 dakikalık
diziler için çalışılması gerçekten büyük bir zulüm. Öyle olunca da insanlar
birbirleriyle iletişim bile kuramıyorlar. İkinci
Bahar’da sesçilerle, ışıkçılarla bile rolü konuşurduk. Bugün sesçi “sesi
alamadım” dese işinden olur. Hani bazen geçmişe baktığınızda bir özlem olur ve
“Acaba idealize mi ediyorum?” diye düşünürsünüz. Ama değil, çünkü anılar çok
canlı.
● Meslek erbapları hassastır.
Siz de kebap lokantası olan bir babanın oğlunu canlandırıyordunuz.
Kebapçılardan hiç enteresan bir eleştiri ya da komik bir yorum aldınız mı?
Taksiciler ya da yoldan geçenler “Abi çok güzel yemekti” diye espri
yaparlardı. Tabii yemek konusu da hassas bir şey. Mesela İtalyan Sineması’nda
harika yemek filmleri vardır. Ancak Türkiye’de gelir eşitsizliği bu kadar uç
noktadayken yemekle ilgili bir şey yapıp onu sevdirmek büyük meziyet. Bizde
yemekle ilgili filmler, diziler çok tutmaz. İkinci
Bahar döneminde deli gibi yemek yiyorduk. Hatta ben o dönemden sonra diyete
başlayıp sekiz kilo vermiştim sette. Şener Abi beni gördüğünde çok zayıfladığımı
ve rolü kaybedebileceğim konusunda beni uyarmıştı. Ben de “Beni kilom için mi
tutuyorlar?” demiştim. Sonra hakikaten de bir sürü rol gitti elimden. Tabii
Şener Abi kendi deneyimlerinden yola çıkarak izleyicinin beni böyle
kabullendiğini söylemişti. Fakat çok yemek yerdik Develi’de. Çiğköfteler,
lahmacunlar, fıstıklı kebaplar… İşin ilginç yanı hiç de alışık değildim Antep
mutfağına. ABD’de okumuştum ve haliyle döndüğümde hep fast food tarzı şeyler
tüketiyordum. Fena alıştım kebap kültürüne.
● Anılarınız bu denli
canlıyken en keyif aldığınız ve zorlandığınız sahneleri sorayım.
En zorlandığım sahne bir çuvalın içine girdiğim andı. Orada tansiyonum
yükseldi ve bayıldım. Kendimden geçmişim, hiç unutmam annem bile sete gelmişti.
Korkmuştu epey. Hem zorlandığım hem de çok eğlendiğim bir diğer sahne de
babamın beni etlerle dolu buzdolabına kapadığı sahneydi. Kokulara karşı aşırı
hassasımdır; sıkıntılı geçmişti çekimler o yüzden. Fakat Orhan Oğuz muazzam
çekmişti o sahneyi. Onun dışında hepsinden eşit şekilde keyif aldım. Sonsuz
anılarım vardır İkinci Bahar’a dair.
Hele de Samatya meydanı ve sakinleriyle ilgili.
● O mahalle duygusunu özlemle
arıyoruz ama bugün bu tür diziler de reyting mücadelesine dayanamıyor.
Bizim tiyatroda ilk oyunumuz Müziksiz
Evin Konukları’ydı. Bir ailenin parçalanışını anlatıyor ama aile komedisi
aynı zamanda. Hiç unutmam o dönem Haldun Dormen; “Özel tiyatroda aile oyunları
çok tutar” demişti. Onun için ben hep aile oyunları aradım fakat pek bulamadım.
Çünkü bugün dünyada bile yazılmıyor. Dağılmış aileler, cinsel eğilimi değişen
ebeveynler vb. hikâyeleri izliyoruz ancak. Çok enteresandır; benim de içinde
yer aldığım aile oyunlarında birlikte rol aldığım arkadaşlarımı hep ararım.
Keza onlar da öyle. İkinci Bahar’ın
da böyle bir avantajı oldu bence.
● Dizi bitince hiç görüştünüz
mü rol arkadaşlarınızla?
Dizi sona erince evimde küçük bir parti vermiştim. Sonra ekibin bir
kısmıyla arada buluştuk ama bu da giderek azaldı. Mesela Ozan’ı (Güven) uzun
zamandır hiç görmüyorum. Nurgül’le (Yeşilçay) birkaç defa selamlaştık. Şener
Abi’yle bir araya geldik, Türkan Hanım’la pek çok davette karşılaştık. Ancak
“Hadi gelin toplanıyoruz” gibi bir durum olmadı. Umarım bu röportajlar
buluşmamıza vesile olur.
● Ahu Tuğba’nın Medet’le
ilgili yorumunu paylaştınız. Sizin, Medet’in en sevdiğiniz özelliği neydi?
Saflığı ve komik duruma düşmesi. Rolü köpürtecek malzeme çok. Karakter
komik duruma düşüyor ama oyuncu komik duruma düşmekten utanmıyor. Malum bazı
oyuncular böyle bir duruma düşmek istemez. Ben çok eğleniyordum, hiç
gücenmiyordum. Dizinin komedi aksı benim üzerimden dönüyordu. Bir de tabii
Romeo ile Juliet misali âşıkların kavuşamama hali vardı ki o da çok güzeldi.
● Onca güzel anının ardından
son set günü nasıldı?
Final tabii çok acıklıydı. Sanki bir tiyatro sahnesinde oynamışım gibi
hissettim son bölümü. Çünkü o dönem setimizi binlerce insan ziyaret ederdi. Ve
son gece Samatya meydanında küçük bir parti verdik. Çok ağlamıştım o gün. Bir
de biliyorsunuzdur aslında ATV, ilk sekiz bölümün ardından diziyi yayından
kaldırmıştı. Zaten ilk bölümün yayınlandığı 29 Ekim 1998 tarihinde uçak kaçırılmıştı.
Sekiz bölümün ardından bitmesine çok üzülmüştüm. Sonra bir gün Mustafa Oğuz’dan
telefon geldi; “Nedimciğim İkinci Bahar
yeniden başlıyor. Bizzat ben sana söylemek istedim. Çünkü bu işi ne kadar
sahiplendiğini ve üzüldüğünü biliyorum” demişti. Ki benim üzüntümün nedeni
maddi kaygılar vs. de değildi. Sanki ailem dağılmıştı. Mustafa Bey’in o
telefonuyla çok mutlu olmuştum.
● ATV neden kaldırdı diziyi?
İlk zamanlar beklenilen ilgiyi göremediniz mi?
E, ilk birkaç bölüm durum pek parlak değildi. Uçak kaçırılmasıyla birlikte
reklamcıların televizyonları boykot ettiği bir dönemdi. Herhalde maliyet
karşılanamamıştı. Fakat ikinci sezonda çok sahiplenmişlerdi diziyi. Her gün
ATV’den birileri geliyordu sete. Üçüncü sezonda da zaten ipin ucunu kaçırmıştık
artık. Hiç unutmam final bölümünü Kuruçeşme’de bir mekânda birlikte
izleyeceğiz. Ben de taksiye bindim gidiyorum, yollar bomboş. Taksiciye durumun
nedenini sordum. O da “Abi İkinci Bahar’ın,
yani senin dizinin finali var. Bu yüzden böyle” demişti. Tabii tiyatroda böyle
bir şeye tanık olmadığım için garip gelmişti. Güzel bir anım daha var; Ömür
adlı depremzede bir kız vardı. Göçük altından kurtarılmış ve depremin sembolü
olmuştu. O dönem de benim Dr. Stress
programına çıkarmıştık ve Ömür’ün en büyük hayallerinden biri İkinci Bahar’ın setine gelip oyuncularla
tanışmaktı. Son gece Kuruçeşme’de konuk ettik onu ve finali bizimle izledi. O
geceden yıllar sonra Ömür, Kültür Üniversitesi’nde akademisyen olarak çıktı
karşıma. Hâlâ tekerlekli sandalyede ama engelsiz bir yaşamı var.
Karşılaştığımızda “İkinci Bahar,
benim için hayata dönüştü; hele ki sizinle finali izlediğim an” demişti. Çok
özel bir anımdır bu. Şu an anlatırken bile gözlerim doldu.
● İkinci Bahar
ekibi bugün toplanıyor deseler; Medet’i nasıl bir yerde görmek isterdiniz?
Medet’in o çocuksuluğunu bugün tekrar gösterebilir miyim bilemiyorum. Çünkü
bu biraz da ruhla ilgili bir şey. Tabii ki isterim tekrar bir araya gelip
Medet’le yeniden buluşmayı. Muazzam bir ekiptik. Görüntü yönetmenimiz Hakan
Gürtop’la çok iyiydi dostluğumuz. Beni hep uyarırdı; “Dağıldın”, “Gözün kaydı”
veya “Güldün” derdi. Yönetmenin bazen göremediği şeyleri Hakan detay olarak
buluyordu. Uğur Yücel de direkt oyuncuyla çalışıyordu. Setten çıkarken ondan
nefret ediyor gibi olurdun ama akşam eve gittiğinde “İyi ki beni bu kadar
yormuş ve benden bunu alana kadar uğraşmış” derdin. Kafasındakini oyuncuya
mutlaka oynatırdı. Yeniden onunla bir projede yer alabilmeyi çok istedim ama
denk gelemedik. Çok özeldi onunla çalışmak.
● Setten hiç hatıra aldınız
mı?
İkinci Bahar
masa örtüsü duruyor bende hâlâ. Bir tane de önlük almıştım setten. Bir gömleğim
vardı; onun da bende olduğunu hatırlıyorum. Fakat şimdiki aklım olsa son
kullandığım aksesuarımı da alırdım.
● İkinci Bahar’a
dair nereyi kazsanız altından güzel anılar çıkar. Benim atladığım, sizin
eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Öncelikle 37 bölüm şeklinde projelendirilmiş olması çok akıllıcaydı. Sekizinci
bölümdeyken 20’nci bölümde neler olacağını aşağı yukarı biliyordunuz. Şimdi
düşünüyorum tekrar yapılabilir mi diye ama bence yapılamaz. Çünkü toplum
büyüdü, değişti. Eski tat yakalanamaz gibi geliyor bana. Bence en güzel yerde
“dur” denildi. Kim bilir belki o anki coşkuyla bir filmi ya da müzikali
olabilirdi ama olmadı. Anda olmayı öğrendim bu diziden, özellikle de Şener
Abi’den. İyi ki İkinci Bahar gibi
ölümsüz bir iş yapılmış ve ben de dâhil olmuşum. Size de sonsuz teşekkürler bu
güzel sohbetiniz ve bana o yılları yeniden yaşattığınız için.