Nedim Saban: Türkan Şoray’la oynamak benim için çok zordu; seyirci gibi izlerdim onu

Nedim Saban: Türkan Şoray’la oynamak benim için çok zordu; seyirci gibi izlerdim onu

Fotoğraflar: Sinan Arslan

Mekân: DAM

“Medet’in o çocuksuluğunu bugün tekrar gösterebilir miyim bilemiyorum. Çünkü bu biraz da ruhla ilgili bir şey”. Aslında ikinci cümle ile belirsizliği ortadan kaldırıyor Nedim Saban. Çünkü karşılıklı oturup sohbete başladığımızda, sanki dün gibi tazeliğini koruyan anılarından bahsederken gözlerinin parıltısında Melek’le bir türlü kavuşamayan, babasından korkan, Ali Haydar’a gizliden gizliye sempati duyan o çocuksu Medet’i rahatlıkla görebiliyorsunuz. Deneme çekimlerine gittiği dönemden final sahnesinde tüm ekibin merdivenlerde toplanıp İkinci Bahar şarkısını söylediği ana kadar her detayı dün gibi hatırlıyor. Mustafa Oğuz’la birlikte Meral Okay’a yaptıkları şaka, çuvala girdiği sahnede bayılması, onu koltukta uyurken gören Türkan Şoray’ın gidip sandalyede oturması, Yavuz Turgul’un “Tamam, çok para alıyorsun ama o kadar oynamana gerek yok.” şeklindeki reji notu ve nicesi… Söz, Nedim Saban’ın!
 

Nasıl dâhil oldunuz projeye?
Uğur Yücel çağırdı ve audition’a girdim. “Karşındaki kızı deneyeceğiz, o yüzden audition alıyoruz” dediler ama dört defa da deneme çekimim alındı (gülüyor). Dördüncüde “Bu rol senin!” diye bağırdı. O zaman anladım beni denediklerini. Uğur Yücel, hayranı olduğum bir isimdi zaten. Ve kariyerimde yönetmen olarak çok şey öğrendim ondan. Öncesinde de tanışıyordum Uğur’la. İş Bankası reklamında birlikte oynamıştık. Hatta o ekipte Yavuz Turgul ve Haluk Bilginer de vardı.
 
İkinci Bahar’dan cebinize başka neler kattınız?
Eminim herkes bahsetmiştir; Yavuz Turgul’dan oyunculuk notları gelirdi ve herkese açıktı. El yazısıyla kendisi yazardı. Mesela bazen senaryonun bir bölümünün kesildiğini ya da yeni bir bölüm eklendiğini Yavuz Turgul’un imzasıyla görürdük. Oradan dramatik yapı hakkında çok şey öğreniyordum. Aynı zamanda kolektif yapılan bir işte böyle bir paylaşım olması da muazzamdı. Starların star gibi davranmadığı, ekip ruhunun güçlü olduğu bir setti. Ve bu, bugün bile mizacımı etkiler.
 
İlk set günü Samatya’ya gittiniz ve “kamera” denildi.
O dönem dört beş tane işte oynamıştım ve ne kadar tesadüftür ki hepsinin de ilk sahnesi benimle çekilmişti. İkinci Bahar’da ilk sahnemiz Harem’de çekilmişti; benim askerden gelip otobüsten indiğim sahneydi. İkinci sezon Orhan Oğuz’la çalışmaya başladık ve bilin bakalım ilk sahne kiminle açılıyordu? Benimle (gülüyor). Böyle bir uğurum var galiba. Çok keyifli bir işti. Şimdi düşünüyorum da; şu dönem çekiliyor olsaydı setten bir şeyler daha öğrenebilmek için ekstra dikkatli olurdum. Bugün, İkinci Bahar seti bir okulmuş diyorum.
 
Ekipten ilk kiminle tanıştınız?
İlk Settar Abi’yle (Tanrıöğen) tanışmıştık. Sonra aynı gün Yasemin’le (Çonka) de bir araya geldik. Onun bebeği vardı o dönem, emziriyordu. Geçenlerde Instagram’da gördüm, koca adam olmuş. Settar Abi de malum ilk sezon Vakkas’ı oynamıştı.
 


Neden ayrıldığını biliyor musunuz?
Bir anlaşmazlık olmuştu ama nedenini bilemiyorum. Çok şaşırmıştım onun ayrıldığını duyunca. Ben çok dağınığımdır, Settar Abi beni topluyordu. Çok eğleniyorduk onunla. Geçen yıl da Hayalet Dayı filminde oynadık. Fakat karşılıklı sahnelerimiz yoktu. Galada görüşebildik ancak. Hatta galada hiç unutmuyorum yine bir şey söylüyordu, benim de konsantrasyonum dağıldı. O da “Tıpkı 20 yıl önceki gibi, bıraktığımız yerden devam” demişti (gülüyor). Bazı dostluklar böyle kalıcı oluyor işte.
 
Tarık Papuççuoğlu’yla nasıldı iletişiminiz?
Çok güzeldi tabii sonra onunla başka bir oyunda da oynadık. Fakat insan, babasını oynayan oyuncu değişince bir tuhaf hissediyor kendini. Bir süre sonra adapte olabildim. Üçüncü sezonda da benim hikâyem çok azaldı. İkinci Bahar’ı bugünkü dizilerden ayıran herhalde en önemli unsur budur. Yan karakterlerin her birinin hikâyesi tamamlandı. Ve son ana kadar çok güzel beslendiler. Bugünkü işlere baktığınızda final bölümlerinde genel bir mutlu son olur ve biter. İkinci Bahar, üçüncü sezonunda patlayan bir işti. Fakat buna rağmen en başından bu kadar süreceği bilindiği için çok güzel bitti.
 
Dağınık olduğunuzu söylediniz. Uğur Yücel ve Yavuz Turgul’dan bu yönde eleştiriler alır mıydınız?
O özelliğim açısından eleştirilmezdim ama Uğur Yücel hep “oynama” diyordu. Tiyatrodan geldiğimiz için dizide öyle bir şey oluyor ki az oynamış gibi hissediyorsun. Sanki işini yapmamışsın gibi. Yavuz Turgul da bir kere espriyle karışık, “Tamam, çok para alıyorsun ama o kadar oynamana gerek yok” demişti (gülüyor). Tiyatrocular için kamera önü oyunculukta dozu tutturmak daha zor. Şu an Işık Üniversitesi’nde kamera önü oyunculuğu dersi veriyorum ve inanın onların ne demek istediğini daha iyi anlıyorum. Bir de Medet karakterine dair aldığım en güzel yorumlardan biri de Ahu Tuğba’dan almıştım. “Şimdi ne alaka?” diyebilirsiniz; o dönem benim Dr. Stress adlı programım vardı ve Ahu da oraya gelmişti. “Sana bayılıyorum, Yeşilçam’ın o saf, katıksız aşığını muazzam oynuyorsun. Şimdi hiç öyle karakterler yok” demişti bana. Medet’i oynarken sonsuz keyif alıyordum ve inanılmaz mutluydum.
 
Şener Şen ve Türkan Şoray’la karşılıklı oynamayı da eklersek ayaklarınız yerden kesilmiştir herhalde.
Hem de nasıl! Uçuyordum resmen. İkisi de çok insancıllardı, olağanüstüydüler. Bir gece hepimiz bekliyorduk sette, ben de koltukta uyuyakalmışım. Aşağı çağırdılar ve o sırada Türkan Hanım’ın karşımdaki sandalyede oturduğunu gördüm. Beni uyandırmaya kıyamamış. En ufak bir yıldız kompleksi yoktu. Yine de benim için onunla oynamak çok zordu. Oynamayı bırakıp seyirci gibi izlerdim onu. Büyülenirdim karşısında. Şener Abi’yle daha rahat bir iletişimimiz oldu. Öğlenleri birlikte yemek yerdik ve acayip eğlenirdik. Onunla oynamak daha kolay oldu o yüzden. Mesela Türkan Hanım’la ilk yıl karşılaşmamak beni çok mutu etmişti. Tüm mütevazılığı ve sevecenliğine rağmen aşırı heyecanlanırdım. Bir de Türkan Hanım’ın ilk sahnesini unutmam; galiba sesli çektiği ilk işti. Ve o ilk günkü telaşını, emeğini, yorgunluğunu, o amatör heyecanıyla işe sarıldığını ve Uğur Yücel’in de hiç yılmadan bir daha deyip tekrar çektiğini hatırlıyorum. Fakat şimdi öyle değil; birkaç defa çekilince hemen “cık… cık…” sesleri duyulmaya başlanıyor. Bugünün koşullarında açıkçası hak da veriyorum. Biz o dönem 70 dakikalık bir iş çekiyorduk ki bu bile çok uzundu. Yedi gün çalıştığımızı bilirim ama muazzam sahneler çekildi. Bir tren sahnemiz vardı hatta; Çehovyen bir andı. İtalyan Sineması’ndan bir sahne gibiydi. Onu izlediğimde “İyi ki yoruluyorduk, ne de güzel yapmışız” diyorum.
 
Kalabalık da bir kadroydunuz. Samatya halkının ilgisi de hiç eksik olmazmış. Bu anlarda sesli çekim zorlamış olmalı sizi.
Tabii, dış sesler hep karışırdı. Bir de Samatya’nın sarhoşları gecenin 11’inde meydandan geçip naralar atarlardı. Çok yaşayan bir ortamdı. İkinci Bahar’ın ardından İki Oda Bir Sinan adlı bir sitcom yaptım. Bir evin içinde geçiyordu ve çok rahat çekiyorduk ama İkinci Bahar’ın çekimlerinde aldığım tadı yakalayamadım. Çünkü bizler de resmen o mahallede yaşıyorduk. Manavdan gidip bir şeyler alıyorsun, sonra kendini kasapta buluyorsun. Bambaşka bir duyguydu. Meral Abla’yla (Okay) da tanıştığımız anı hatırlıyorum. Elinde uzun bir metinle gelmişti; çok heyecanlıydı ve nasıl ezberleyeceğini düşünüyordu kara kara. Of, ona müthiş bir şaka yapmıştık (gülüyor). Mustafa Oğuz aradı beni bir gün. Meral Abla’nın biliyorsunuzdur ilk oyunculuk deneyimi, kasap karakterinde ve mükemmel bir çıkış yakaladı. Mustafa Oğuz; “Meral’e bir oyun yapacağız. Sen onu Dr. Stress programına davet edeceksin. ‘Eğinli kasaplar ayaklanmış, bizim mesleğimizi çok düşürdü ve bu durumu Dr. Stress programında kendisiyle tartışmak istiyoruz’ diye konuşacaksın” dedi. Tabii Meral Abla söz konusu burada, öyle kabul eder mi hemen! “Tabii rol tuttu ya, şimdi onlar benim üzerimden prim yapacaklar. Ben sabah seni ararım” şeklinde karşılık verdi. O arada Mustafa Bey’i aramış ve o da programa çıkmasını söylemiş haliyle. Bunun üzerine Mustafa Bey beni yine aradı; “Sana programa katılacağını söylediğinde ‘Yalnız Meralciğim bir sıkıntımız daha var; seni önce Eğin’e davet ediyorlar’ diyeceksin” dedi. Eğer bunun üzerine gülmeseydim bir 10 gün daha bu şakaya devam edecektik (gülüyor). Huzur içinde uyusun; muazzam bir insandı.
 
Yapımcılarla genelde bir mesafe olur ama Mustafa Oğuz anladığım kadarıyla eğlenceli bir mizaca sahipmiş.
Hem de nasıl! İnanılmaz pozitif biriydi. Sete gelip mutluluk, sıcaklık saçardı. Sonra ben onlarla başka işlerde de çalıştım. Her zaman oyuncuyu onore ederler. Bir dizilerinde tek bölümlüğüne konuk oyuncu olarak rol almıştım, evime çiçek yolladılar. Aslında bugün de olması gereken bu tabii ama maalesef olamıyor. Çünkü tanışmaya bile vakit bulamıyorsunuz kimseyle. 170 dakikalık diziler için çalışılması gerçekten büyük bir zulüm. Öyle olunca da insanlar birbirleriyle iletişim bile kuramıyorlar. İkinci Bahar’da sesçilerle, ışıkçılarla bile rolü konuşurduk. Bugün sesçi “sesi alamadım” dese işinden olur. Hani bazen geçmişe baktığınızda bir özlem olur ve “Acaba idealize mi ediyorum?” diye düşünürsünüz. Ama değil, çünkü anılar çok canlı.
 

Meslek erbapları hassastır. Siz de kebap lokantası olan bir babanın oğlunu canlandırıyordunuz. Kebapçılardan hiç enteresan bir eleştiri ya da komik bir yorum aldınız mı?
Taksiciler ya da yoldan geçenler “Abi çok güzel yemekti” diye espri yaparlardı. Tabii yemek konusu da hassas bir şey. Mesela İtalyan Sineması’nda harika yemek filmleri vardır. Ancak Türkiye’de gelir eşitsizliği bu kadar uç noktadayken yemekle ilgili bir şey yapıp onu sevdirmek büyük meziyet. Bizde yemekle ilgili filmler, diziler çok tutmaz. İkinci Bahar döneminde deli gibi yemek yiyorduk. Hatta ben o dönemden sonra diyete başlayıp sekiz kilo vermiştim sette. Şener Abi beni gördüğünde çok zayıfladığımı ve rolü kaybedebileceğim konusunda beni uyarmıştı. Ben de “Beni kilom için mi tutuyorlar?” demiştim. Sonra hakikaten de bir sürü rol gitti elimden. Tabii Şener Abi kendi deneyimlerinden yola çıkarak izleyicinin beni böyle kabullendiğini söylemişti. Fakat çok yemek yerdik Develi’de. Çiğköfteler, lahmacunlar, fıstıklı kebaplar… İşin ilginç yanı hiç de alışık değildim Antep mutfağına. ABD’de okumuştum ve haliyle döndüğümde hep fast food tarzı şeyler tüketiyordum. Fena alıştım kebap kültürüne.
 
Anılarınız bu denli canlıyken en keyif aldığınız ve zorlandığınız sahneleri sorayım.
En zorlandığım sahne bir çuvalın içine girdiğim andı. Orada tansiyonum yükseldi ve bayıldım. Kendimden geçmişim, hiç unutmam annem bile sete gelmişti. Korkmuştu epey. Hem zorlandığım hem de çok eğlendiğim bir diğer sahne de babamın beni etlerle dolu buzdolabına kapadığı sahneydi. Kokulara karşı aşırı hassasımdır; sıkıntılı geçmişti çekimler o yüzden. Fakat Orhan Oğuz muazzam çekmişti o sahneyi. Onun dışında hepsinden eşit şekilde keyif aldım. Sonsuz anılarım vardır İkinci Bahar’a dair. Hele de Samatya meydanı ve sakinleriyle ilgili.
 
O mahalle duygusunu özlemle arıyoruz ama bugün bu tür diziler de reyting mücadelesine dayanamıyor.
Bizim tiyatroda ilk oyunumuz Müziksiz Evin Konukları’ydı. Bir ailenin parçalanışını anlatıyor ama aile komedisi aynı zamanda. Hiç unutmam o dönem Haldun Dormen; “Özel tiyatroda aile oyunları çok tutar” demişti. Onun için ben hep aile oyunları aradım fakat pek bulamadım. Çünkü bugün dünyada bile yazılmıyor. Dağılmış aileler, cinsel eğilimi değişen ebeveynler vb. hikâyeleri izliyoruz ancak. Çok enteresandır; benim de içinde yer aldığım aile oyunlarında birlikte rol aldığım arkadaşlarımı hep ararım. Keza onlar da öyle. İkinci Bahar’ın da böyle bir avantajı oldu bence.
 
Dizi bitince hiç görüştünüz mü rol arkadaşlarınızla?
Dizi sona erince evimde küçük bir parti vermiştim. Sonra ekibin bir kısmıyla arada buluştuk ama bu da giderek azaldı. Mesela Ozan’ı (Güven) uzun zamandır hiç görmüyorum. Nurgül’le (Yeşilçay) birkaç defa selamlaştık. Şener Abi’yle bir araya geldik, Türkan Hanım’la pek çok davette karşılaştık. Ancak “Hadi gelin toplanıyoruz” gibi bir durum olmadı. Umarım bu röportajlar buluşmamıza vesile olur.
 
Ahu Tuğba’nın Medet’le ilgili yorumunu paylaştınız. Sizin, Medet’in en sevdiğiniz özelliği neydi?
Saflığı ve komik duruma düşmesi. Rolü köpürtecek malzeme çok. Karakter komik duruma düşüyor ama oyuncu komik duruma düşmekten utanmıyor. Malum bazı oyuncular böyle bir duruma düşmek istemez. Ben çok eğleniyordum, hiç gücenmiyordum. Dizinin komedi aksı benim üzerimden dönüyordu. Bir de tabii Romeo ile Juliet misali âşıkların kavuşamama hali vardı ki o da çok güzeldi.
 
Onca güzel anının ardından son set günü nasıldı?
Final tabii çok acıklıydı. Sanki bir tiyatro sahnesinde oynamışım gibi hissettim son bölümü. Çünkü o dönem setimizi binlerce insan ziyaret ederdi. Ve son gece Samatya meydanında küçük bir parti verdik. Çok ağlamıştım o gün. Bir de biliyorsunuzdur aslında ATV, ilk sekiz bölümün ardından diziyi yayından kaldırmıştı. Zaten ilk bölümün yayınlandığı 29 Ekim 1998 tarihinde uçak kaçırılmıştı. Sekiz bölümün ardından bitmesine çok üzülmüştüm. Sonra bir gün Mustafa Oğuz’dan telefon geldi; “Nedimciğim İkinci Bahar yeniden başlıyor. Bizzat ben sana söylemek istedim. Çünkü bu işi ne kadar sahiplendiğini ve üzüldüğünü biliyorum” demişti. Ki benim üzüntümün nedeni maddi kaygılar vs. de değildi. Sanki ailem dağılmıştı. Mustafa Bey’in o telefonuyla çok mutlu olmuştum.
 
ATV neden kaldırdı diziyi? İlk zamanlar beklenilen ilgiyi göremediniz mi?
E, ilk birkaç bölüm durum pek parlak değildi. Uçak kaçırılmasıyla birlikte reklamcıların televizyonları boykot ettiği bir dönemdi. Herhalde maliyet karşılanamamıştı. Fakat ikinci sezonda çok sahiplenmişlerdi diziyi. Her gün ATV’den birileri geliyordu sete. Üçüncü sezonda da zaten ipin ucunu kaçırmıştık artık. Hiç unutmam final bölümünü Kuruçeşme’de bir mekânda birlikte izleyeceğiz. Ben de taksiye bindim gidiyorum, yollar bomboş. Taksiciye durumun nedenini sordum. O da “Abi İkinci Bahar’ın, yani senin dizinin finali var. Bu yüzden böyle” demişti. Tabii tiyatroda böyle bir şeye tanık olmadığım için garip gelmişti. Güzel bir anım daha var; Ömür adlı depremzede bir kız vardı. Göçük altından kurtarılmış ve depremin sembolü olmuştu. O dönem de benim Dr. Stress programına çıkarmıştık ve Ömür’ün en büyük hayallerinden biri İkinci Bahar’ın setine gelip oyuncularla tanışmaktı. Son gece Kuruçeşme’de konuk ettik onu ve finali bizimle izledi. O geceden yıllar sonra Ömür, Kültür Üniversitesi’nde akademisyen olarak çıktı karşıma. Hâlâ tekerlekli sandalyede ama engelsiz bir yaşamı var. Karşılaştığımızda “İkinci Bahar, benim için hayata dönüştü; hele ki sizinle finali izlediğim an” demişti. Çok özel bir anımdır bu. Şu an anlatırken bile gözlerim doldu.
 
İkinci Bahar ekibi bugün toplanıyor deseler; Medet’i nasıl bir yerde görmek isterdiniz?
Medet’in o çocuksuluğunu bugün tekrar gösterebilir miyim bilemiyorum. Çünkü bu biraz da ruhla ilgili bir şey. Tabii ki isterim tekrar bir araya gelip Medet’le yeniden buluşmayı. Muazzam bir ekiptik. Görüntü yönetmenimiz Hakan Gürtop’la çok iyiydi dostluğumuz. Beni hep uyarırdı; “Dağıldın”, “Gözün kaydı” veya “Güldün” derdi. Yönetmenin bazen göremediği şeyleri Hakan detay olarak buluyordu. Uğur Yücel de direkt oyuncuyla çalışıyordu. Setten çıkarken ondan nefret ediyor gibi olurdun ama akşam eve gittiğinde “İyi ki beni bu kadar yormuş ve benden bunu alana kadar uğraşmış” derdin. Kafasındakini oyuncuya mutlaka oynatırdı. Yeniden onunla bir projede yer alabilmeyi çok istedim ama denk gelemedik. Çok özeldi onunla çalışmak.
 
Setten hiç hatıra aldınız mı?
İkinci Bahar masa örtüsü duruyor bende hâlâ. Bir tane de önlük almıştım setten. Bir gömleğim vardı; onun da bende olduğunu hatırlıyorum. Fakat şimdiki aklım olsa son kullandığım aksesuarımı da alırdım.
 
İkinci Bahar’a dair nereyi kazsanız altından güzel anılar çıkar. Benim atladığım, sizin eklemek istediğiniz bir şey var mı?
Öncelikle 37 bölüm şeklinde projelendirilmiş olması çok akıllıcaydı. Sekizinci bölümdeyken 20’nci bölümde neler olacağını aşağı yukarı biliyordunuz. Şimdi düşünüyorum tekrar yapılabilir mi diye ama bence yapılamaz. Çünkü toplum büyüdü, değişti. Eski tat yakalanamaz gibi geliyor bana. Bence en güzel yerde “dur” denildi. Kim bilir belki o anki coşkuyla bir filmi ya da müzikali olabilirdi ama olmadı. Anda olmayı öğrendim bu diziden, özellikle de Şener Abi’den. İyi ki İkinci Bahar gibi ölümsüz bir iş yapılmış ve ben de dâhil olmuşum. Size de sonsuz teşekkürler bu güzel sohbetiniz ve bana o yılları yeniden yaşattığınız için.
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER