Taşacak Bu Deniz: Aynı acıya oturup ayrı ayrı üşümek

Taşacak Bu Deniz:  Aynı acıya oturup ayrı ayrı üşümek
İlhan Berk der ki:

“Senin bakışın hangi şiire benzer.
Kime dokunur, sarılır, uyur bu kalp.
Hangi insanda rastlanır sana;
Gel de anlat…
Senden başkası nasıl sevilir?
Bilmiyorum ben…”

Yarım kalmış sevdaların tarumar eden bir ceremesi vardır. Bazen nefretle yoklar kalbi, bazen pişmanlıkla. Ama en çok, tükenmek bilmeyen bir hasretle çöker insanın üzerine. Anılar kanar. Aynı acıya yan yana otururken bile iki beden ayrı ayrı üşür. Bakışlar kırılır, kelimeler dağılır; söyleyemediklerin ayaklanır ve hakikatin üzerine yürür.

Adil ve Esme, yirmi yılın ağırlığını taşıyan iki yorgun ruh gibi, bölüm boyunca birbirlerinin gözlerinde medet aradılar durdular. Yıkılmış umutlarının hıncını, yıllarca saklı kalmış bir gerçeği bulma umuduyla hafifletmeye çalışsalar da; Adil sustukça Esme eksildi, Esme sustukça Adil incindi. Belki de bu yüzden yenik düştüler bir kez daha yine aynı düşmanlıklara...

Eleni… Adil için yıllar sonra duyulan bir ses, aşina gelen bir yüz oldu. Belki de Esme’den ona kalmasını umduğu bir umut oldu. Saklı kalmasına öfkelendi; sevdiği kadının onu baba yapma ihtimaline heyecanlandı; yıllarca ondan saklanmış o muhteşem şeyin onu nereye savuracağını düşündükçe korktu. Ama tüm bunlara rağmen, öğrendiği gerçekle bir anda yıkıldı; özlemin, öfkenin ve sevginin birbirine karıştığı o ince çizgide.



Esme ise etrafındaki onca kalabalığa rağmen, tam yirmi yıl sonra artık yalnız olmadığını düşündü. Umudunun ve sevgisinin ona geri gelmiş olabileceğini hissetti. Sakladığı gerçeğe rağmen, sonuçlarını düşünmeden o umuda tutunmayı seçti. Ve yine, yeniden sahte bir gerçekle aynı yerden kırıldı.

Adil dağılırken; Eleni'nin kapının önünde merdivene usulca oturup, içinde bir yerlerde Adil'e “baba”, Esme'ye “anne” deyişine bıraktım kalbimi. Ne girebildi içeri ne de gidebildi… Esme'nin Emine'nin omuzunda ağladığı yerde kaldı yüreğim. Sığınabilecek bir liman bulmasına doldu gözlerim. Yirmi yılın yalnızlığını hiç sakınmadan konuşabilmesine sevindi içim. Yazmaya kalksam, sayfa sayfa misillemeler dökerim kaleme. Öyle naif, öyle gerçek bir hikâye işlemiş ki yazan kalemler; her sahne, geçmişte kalan yirmi yıla dair bir merak uyandırıyor bende.

Esme'nin umudu, Adil'in korkuları derken; Eleni'nin kursağında kalan anne–baba sevgisi ve kalbine oturan sevdası tek bir günde koca bir hayal kırıklığına döndü. Elinde kalansa, onu öldürmeye kalkan öz sandığı sahte annesi… Sevgi göstermeden büyüten öz annesinden bile daha sevgisiz olan öz sandığı üvey annesi...

Esme, Adil, Eleni… Umut en çok hangisinde yıkıldı, hangisi daha çok kahroldu tartışmaya açık bir konu. Ama emin olduğum bir şey varsa; sahneyi yazan kalemler yazarken, oynayan oyuncular sahneyi giyinirken, biz ekran başında izlerken yıkıldık…



Gelelim Oruç Furtuna’ya… Kimler hak verdi, kimler vermedi bilinmez. Anlamakla hak vermek farklı unsurlardır. Verdiği kararda onu anladım; ancak asla hak vermedim. Amcasını değil, annesini korumasını anladım; fakat asla kabul etmeyeceği bir hatayı —hem de kocaman bir hatayı— kabullenip, annesi ve amcasına uyarak Adil ile pazarlık yapmasını ne anlayabildim ne de kabul edebildim.

Tam da Adil'in dediği gibi gerçekleşti her şey: “Furtunalar ve Koçariler ya birbirine ihanet eder ya da öldürür.” Oruç ihanet etmekle kalmadı; Eleni'nin umudunu, inandığı her şeyi de öldürdü maalesef…



GENEL NOTLARIM:

• Taşacak Bu Deniz’de günümüz konularının yanı sıra, işlenmeye kalksa flashbacklerle bambaşka bir hikâye daha yazılır. Neticede geçmişten bugüne yirmi yıllık bilinmeyen bir yaşanmışlık var. İzleyicinin kafasında ise hâlâ çok soru. Her bölüm bir parça işlenerek zihinde flu kalan yerler çözülmeye çalışılıyor; ancak bana biraz eksik ya da az geliyor. Geçmişe dair tüyoların biraz daha belirgin verilmesi gerektiğini düşünüyorum. Aksi hâlde izleyiciyi bir noktadan sonra yorabilir.

•  İlve’nin hikâyeye girişi mantık olarak bakıldığında en doğru yerden yapılmış. Keza Adil, herhangi bir yerde yaptıracağı DNA testine asla güvenmezdi zaten. Ancak Gezep ve Adil gibi bir güç varken, yanında oğlunun koz olarak kullanılmasına izin verip test sonucunu farklı söylemesi ne kadar mantığa sığar, tartışmaya açık bir konu. Maalesef İlve beni içine alamadı; karaktere ısınamadım, benimseyemedim. İlk bölüm kazası olur umarım. Çünkü ben Koçariler’e, Fadime dışında güçlü bir kadın karakter bekliyorum.

• Esme’nin Oruç’a, “Furtuna benim kanım değil, sadece soyadım. Ama Eleni benim kanım. Ailem.” demesi nereden baksan çok büyük bir hareket. Bundan sonraki Esme’yi deli gibi merak ediyorum.

• “Köy yanarken deli taranırmış” derler ya; Sevcan’ınki tam da o mesele. Kaşla göz arasında çeyizi serdi damat evine. Bakalım Furtuna konağında kapağı ne kadar kalacak…

• Bana göre hikâyenin en kötü karakteri Esme’nin annesi gibi duruyor. Zarife bile evladı üzerine yemin ettikten sonra çarpılıyorsa, az da olsa bir inanç var demek. Esme’nin annesine ise yıllardır hiçbir şey olmamış. Kem gözlü…

• Bir hikâye düşünün ki tüm çiftler kusursuz birbiriyle eşleşmiş ve oyuncuları kusursuz giyinmiş. Fadime ve İso da onlardan biri. Çok yürek yakarlar… Siz yazın hocam, biz izleyelim hem ayılarak hem bayılarak.

Yeni bölüm başlamadan vakit bulunca birkaç paragraf karalamak istedim. Sürç-i lisan ettiysem affola. Yazan, yöneten, oynayan; kamera önü ve arkası tüm emek verenlerin yüreğine sağlık.

Sevgiyle kalın…
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER