Ozan Güven: İkinci Bahar olmasaydı elimi cebime attığımda sadece bozuk para gelebilirdi

Ozan Güven: İkinci Bahar olmasaydı elimi cebime attığımda sadece bozuk para gelebilirdi
Fotoğraflar: Emre Yunusoğlu
Most Production biz bu dosyayı hazırlarken Youtube kanalına İkinci Bahar’ın bölümlerini yüklemeye başladı. Malum dizi 1998-2001 yılları arasında yayınlandığı için belli sahnelerin videolarını bulmak güç. Ancak bir sahne var ki işte o Youtube’da ‘’ağladığım dizi sahnesi’’ olarak kayda geçmiş. Şener Şen nam-ı diğer Ali Haydar Usta hastane odasında yatar; Hanım’ın oğlu Ulaş için kendini kurşunlara siper etmiştir. Ulaş da içinde o fırtınalar kopan gencin asiliğini tamamen kenara bırakmadan konuşmaya başlar; ‘’Ben babasız büyüdüm usta. Baba nedir bilmem, bilmezdim; şimdiye kadar yani. Benim babam olur musun?’’ der ve ardından iki kere ‘’baba’’ kelimesini duyarız bu deli fişeğin ağzından.

Belki de Eşkıya’dan sonra ilk defa bir sahnede bu kadar ağlamışımdır. İşte, o gün biz filmografisine sayısız övgü dolu işi sığdıran, ‘jön’ sıfatına lâyık görülen ama tüm kalıpların dışında kalan ve bunu da tercih eden bir ismi unutmamacasına hafızamıza kazıdık: Ozan Güven. ‘’Düşünsenize, 22 yaşındasınız ve Şener Şen’le karşılıklı oynuyorsunuz’’; bu cümleyi söylerken gözlerindeki parıltıyı tarif edebilecek ne bir duygu var ne de bir sıfat. Onun için de bu sahne İkinci Bahar’a dair kendi yaşam çizgisinde en unutulmaz an olmuş. Şener Şen, onu o bir bakışla o kadar güzel oynatmış ve o da o kadar plastikten arındırılmış şekilde gerçekçi oynamış ki bugün Ozan Güven tanımlarla sınırlanamayacak bir oyuncu. Kendisiyle bir saati aşkın konuştuk İkinci Bahar üzerine. Konuşmak eylemi bile hafif kalır; Güven kendisi o yılları anlatarak işimi kolaylaştırdı da biraz. Şener Şen’in yabancı dilde prova aldığını anlatırken aklına Hakan Gürtop’la bir anısı geldi; kısacası hatıra başka bir yaşanmışlığı beraberinde getirdi.



Dile kolay tam 18 yıl geçti İkinci Bahar’ın üzerinden. Nasıl dâhil olmuştunuz projeye?
O kadar uzun zaman oldu ki! Anılarının hâlâ diriliğini koruduğu, yaptığım en kıymetli işlerden biri diyebilirim. Rahmetli Meral Abla (Okay) mücevher diyordu İkinci Bahar için. Benim de bir mücevher gibi ömrümün sonuna kadar saklayacağım bir diziydi. Oyunculuk hayatımın tabiri caizse motorunu çalıştıran iştir İkinci Bahar.
 
Teklif Uğur Yücel’den mi gelmişti?
Evet. İkinci Bahar, aslında Yavuz Abi (Turgul) ve ekibiyle birlikte kalabalık bir yazım grubunun yer aldığı bir işti. Fakat dünyasını da ilk sezon yönetmen koltuğunda oturan Uğur Yücel kurdu. Ben diziye en son dâhil oldum. Sürekli audition’a çağırılıyordum, Uğur Abi beni oynatmak istiyordu ama bir türlü hangi rolde oynatacağını bilemiyordu. Bütün roller dağıtılmış; Yeşil Kabare’de okuma provası yapılacak. Sırasıyla herkesin ismi ve karakter adı söyleniyor; oyuncular da tek tek ayağa kalkıyorlar. En son ‘’Ozan Güven; henüz kimi oynayacağı belli değil ama bu dizide olacak.’’ tarzı bir şey söylemişti Uğur Abi. Ben de o sırada konservatuarda modern dans okuyordum. En sonunda bana Sarı Kafa rolü verildi ve biz sete çıktık. Bir hafta çekim yapıldı; ardından Uğur Abi’den bir telefon aldım. Yavuz Abi’yle birlikte karar vermişler, bana ‘’Seni Türkan Şoray’ın oğlu yapıyoruz. Ekim de Sarı Kafa olacak.’’ dediler. Böyle bir şeyi asla kabul edemeyeceğimi söylemiştim. En nihayetinde Ekim’e ayıp olur. Yavuz Abi, ben, Uğur Abi ve Ekim (Mağden) Samatya’ya bir restorana gittik; çıktığımızda ben Ulaş’tım, Ekim de Ömer yani Sarı Kafa’ydı.
 
Sarı Kafa olarak devam etseydiniz sizce bugün de aynı konumda olur muydunuz?
Zor bir soru; bunu bilemem açıkçası. Sarı Kafa da çok önemli ve sağlam bir karakterdi. Ekim’den başkası da kesinlikle onu öyle oynayamazdı. En azından benim o şekilde canlandıramayacağım kesindi. Casting kavramının açılımını ilk olarak İkinci Bahar’da anlamıştım. Ne kadar isabetli bir karar aslında işin iyiliği için. Bu bir öngörüdür, yetenektir. Kaderimle oynayanlardan biridir Uğur Yücel.
 
İkinci Bahar, hayatınızda nasıl bir konuma sahip?
Hayatımın dönüm noktalarından biridir. Zaten eski Yeşilçam filmleri, Yavuz Abi’nin imzasını taşıyan işler ve Şener Abi’nin rol aldığı yapımlar oyunculuğa başlama sebeplerimdendir. Arzu Film’in olduğu dönem hiç unutmam filmlerde tüm aile toplanıp tek bir şeye güler, tek bir şeye ağlarlardı. Sonradan bunun adının oyunculuk olduğunu öğrendim. Düşünsenize, 22 yaşındayım ve efsane bir kadronun içine düştüm. İşte, bu ve sayısız neden yüzünden İkinci Bahar, heyecanı son güne kadar geçmeyen yegâne işlerden biridir benim için. Hâlâ adını andığımda içim bir cız ediyor. Yeniden çekilse gözüm kapalı kabul ederim. Yıllar sonra Ulaş’ın, Hanım’ın, Ali Haydar’ın hayatını tekrar görelim deseler, yine Samatya meydanında, o merdivenlerin başındaki yerimi alırım. Netice itibariyle sadece kariyerimi değil, özel hayatımı da çok etkileyen bir diziydi. İkinci Bahar setinde tanıştığım ve işine çok saygı duyduğum Türkan Derya ile çocuğumuzun olmasına bile vesiledir bir yerde.
 
Aslında ilk sezonun ardından dizi yayından kaldırılmış.
Talihsiz başlayan bir işti. İlk bölümün yayınlandığı gün uçak kaçırıldı ve sekiz bölümün ardından da yayından kaldırıldı. Herkesin tadı damağında kalmıştı. İlk iki ay boyunca yeniden başlayacağımız söyleniyordu. Üçüncü ay Mustafa Abi’den (Oğuz) bir telefon geldi: ‘’Herkes artık kendi yoluna baksın. Maalesef tekrar başlayamayacağız. Bu nedenle gelen teklifleri kabul edin.’’ İnanın, kimse de çalışmadı o dönem. Zaten Mustafa Abi arayıp ‘’Ne yapıyorsun? İkinci Bahar’a yeniden başlıyoruz.’’ dediğinde bir işim olsaydı da onu bırakıp giderdim. Artık adına ne koyarsınız bilmem ama bu işe yukarıdan çok yardım etti birileri. Bir yıl sonra ekip aynı şekilde toplandı. İkinci sezon Orhan Oğuz yönetti. Sonra da Türkan Derya geldi zaten. O dönem çok değerli bir görüntü yönetmenimiz vardı; Hakan Gürtop. Bakışarak anlaşırsınız onunla, çok da saygı duyarım. Türkan geldiğinde de sanki 65 yıldır bu işi yönetiyor gibiydi. Herkes birbirine inanılmaz bağlıydı. Hiç unutmam; Ulaş’ın hikâyesi bir bölümde Amerika’ya gitmemek üzere bitiyor. Benim de aslında Ulaş’la vedalaşma sahnemdi. Bunu çekerken çok ağlamamam gerekiyor fakat o gemi sahnesinde merdiven kapanırken kendimi tutamadım. Türkan ağlama deyip duruyor; ben de ağlayarak ‘’Tutamıyorum kendimi.’’ diye söyleniyordum. Ulaş’la ilgisi yoktu o an bunun, benimle ilgisi vardı. Ben o adama veda ediyordum en nihayetinde. Çok kıymetli sahneler çektik gerçekten.
 
Peki, ilk olarak hangi sahneyi çekmiştiniz?
Kahvedeyiz Sarı Kafa’yla ki o zaman Sarı Kafa bendim. Hanım, oğluna taş atıp onu kovalıyor. Bu sahne ilk çekildiğinde sandalyede oturan kişiyken, ikincisinde taşı yiyen bendim. Zaten ilk sekiz bölüm Türkan Hanım’la (Şoray) oynadığımı hiç fark etmedim. Çünkü sürekli her sahnede ya tokat atıyordu ya da bağırıyordu bana. Ben de ‘’Hep böyle mi olacak bu iş? Ben dayak mı yiyeceğim?’’ diyordum. Hem yaşımın küçüklüğü hem de tecrübesizliğimden ötürü çok zorlandım. Ulaş’ı anlıyordum ama onu nasıl çıkaracağımı bilmiyordum. Sonrasında her şey olması gerektiği gibi oldu. Oynadığım için gurur duyduğum karakterlerden biridir Ulaş. İkinci Bahar’dan sonra pek çok erkek çocuğuna Ulaş adı verildi. Kıymetli bir işti. Oynamasaydım çok kıskanırdım.
 
En çok hangi sahnede zorlandınız?
Zorlanmadığım sahne yoktu (gülüyor). İlk sekiz bölüm boyunca her sahnede havlu atmaya yaklaşıyordum. İkinci Bahar’dan sonra ‘’Oyunculuk adına hiçbir şey duymak istemiyorum ve yapmayacağım.’’ diyordum. Çok zordu benim için. Neredeyse her sahneden sonra ‘’Allah’ım şu an yer yarılsa da içine girsem ve bir daha oyunculuk adına hiçbir şey konuşulmasa. Sabah yatağımda uyansam ve bunların hiçbiri yaşanmamış olsa.’’ derdim. Fakat mesleğime âşık olduğum ilk iştir. Her sahnesinden keyif almışımdır. İştahla yaptığım bir diziydi.
 
Nasıl bir set atmosferi hâkimdi?
Öncelikle hiçbir şey bilmiyorken sonsuz şey öğrendiğim bir setti. İlk sezonu Uğur Abi yönetti. Biz hiç anlaşamıyorduk, çünkü ben hiçbir şey anlamıyordum. Bütün genç tayfa, her gün ağlamaklı oluyorduk. Bir de senaryoda Yavuz Abi’nin reji notları vardı ve bunları da herkes okuyordu. Kimse İkinci Bahar’ı iş olarak görmüyordu. Samatya’da iki yıl boyunca yaşadık. Klişe belki ama gerçekten de herkes ailemiz olmuştu. Samatya halkı da bize çok yardımcı oldu. Tinercilerin set işçiliği yaptığı bir işten bahsediyorum. Setteyken kendimi kurayla seçilen şanslı bir izleyici olarak görüyordum. Çünkü ‘’kamera’’ denildiğinde bazen oynamayı unutup karşımdakinin oyununu deyim yerindeyse ağzımın suları akarak izlerdim. Hiçbir boş sahnesi veya oyuncusu yoktu. Karşımda kim olursa olsun bir anlığına kendimi izleyici gibi hissederdim ve kopardım o andan. ‘’Ozan sen de oyna.’’ derlerdi. Kimse seti terk etmezdi. Çok tuhaftı. Her şeyiyle masal gibi bir işti. Bazı setler vardır, daha tecrübeli oyuncularla çalışırsınız ve size bir şeyler öğretirler. Özellikle Şener Abi hiç didaktik olmadan bana pek çok set pratiğini öğretmiştir. Ayrıca bir oyuncunun hayatta nasıl durması gerektiği konusunda da çok şey öğrenmişimdir ondan. Sette bir büyüğün varsa oturamazsın, tabureni ona verirsin. İzin almadan monitöre bakamazsın. Zaten oyuncunun monitörle ne işi var anlamam. Set adabını İkinci Bahar setinde öğrendim. Manevi olarak çok şey katmıştır bana. Maddi olarak bir şey diyemeyeceğim, çünkü çok para vermedi o dönem Mustafa Abi (gülüyor). Hiç unutmam dizinin tekrarı yayınlanırken Yavuz Abi’den para istemiştim; ‘’Abi benim birinci bölüm param yatmadı.’’ diye aramıştım. Yavuz Abi de çok gülmüştü. Şaka bir yana zerre para düşünmediğimiz bir işti. Umurumda bile değildi ve şimdi olsa yine umurumda olmazdı. Hiç kimsenin egosunu masaya getirmediği, getirdiği zaman da paramparça edildiği bir yerdi. O yüzden herkes kimliklerini dışarıda bıraktı ve ‘ikinci bahar’ını yaşadı. 
 
İşin perde arkasına gitsek biraz.
Unutulmaz anları soracaksınız, değil mi?



Yıldızlardan oluşan bir kadro ve ölümsüz bir yapıt söz konusuyken bu soruyu sormadan geçemem (gülüyoruz).
Hangi birini anlatsam acaba? Aklıma ilk olarak görüntü yönetmenimiz Hakan Gürtop’la yaşadığım bir olay geldi. Bana bir duvar gösterdi, yüksekliği yaklaşık 1.5 metre; ‘’Buradan atlayabilir misin?’’ diye sordu. 22 yaşında birinin cevabı tabii ki ‘’Hayır.’’ olamaz, ben de atlarım dedim. Hakan da duvarın arkasına geçip oradan çekecek. Meğer duvarın arkası dört metreymiş ve bundan haberim yok. Söylese atlamam zaten. Ancak çok geç kalmıştım, çünkü atladığımda gördüm bunu. Neyse ki herhangi bir şey olmamıştı (gülüyor). Türkan Hanım’la (Şoray) samimi bir iletişim kurmamız uzun sürdü. Ben çok çekiniyordum. Şener Abi ve Özkan Abi ile iletişimim farklıydı. Özkan Abi’yle hâlâ görüşüyoruz sürekli, çok severim. Keza Şener Abi de öyle. Sanki hepsi uzakta yaşayan akrabalarım gibiler. Karşılaştığımızda dün konuşmuşuz gibi kaldığımız yerden devam ediyoruz. Bu da işin başka bir sihri olsa gerek. Keşke biri tüm anılara hatırlatsa da ben de devamını getirsem. Çok eğleniyoruz gibi bir klişeye girmek istemiyorum ama cidden çok eğleniyorduk. Şener Abi bütün provalarını yabancı dilde yapıyordu; Almanca, İngilizce, Japonca. Alametifarikasıdır bu onun. İşin ilginci kayıt denildiği an normale döner ama sen dönemezsin. ‘’Şener Abi böyle yaptı, o yüzden ben de kalakaldım.’’ da diyemezsin (gülüyor). Bu nedenle sette konsantrasyonu sağlamayı da ondan öğrenmişimdir. Çok kıymetlidir benim için; hep bizimle vakit geçirirdi. Ayrı oturduğunu hiç görmedim.

Öğlenleri Develi’de upuzun bir sofra kurulurmuş.
En çok ‘’O hazırladıklarınızı ne yapıyorsunuz?’’ sorusunu duyardık. Evet, yiyorduk. Bir akşam Ali Haydar’ın dükkânında hazırlanıyoruz. Bir adam içeri girip ‘’Affedersiniz evde ekmek bitti. Fırın da kapalı, ekmek var mı?’’ diye sordu. Orayı çalışan bir restoran sanıyor. Ah, çok güzeldi Samatya! Köşede bir kuru fasulyecimiz vardı merdivenin altında, karşısında da şarküteri. Yani bıraksak orası hâlâ hayatın aktığı bir set olurdu. Çok merak ediyorum Ali Haydar’ın, Ulaş’ın, Cennet’in; herkesin neler yaptığını şu an. Ne oldular, acaba neredeler, hâlâ Samatya’da mı yaşıyorlar yoksa bir ikinci bahar olarak kaldılar mı?
 
Sezen Aksu’yla birlikte Samatya meydanında İkinci Bahar’ı söylemek de eşsiz bir deneyim olmuştur herhalde.
Orta sonda birimiz 10’uncu, diğerimiz dördüncü katta; bir kızla Sezen Aksu’nun Git albümünü dinlerken birbirimize âşık olduğumuzu belli etmeye çalışırdık. Şimdi böyle bir çocukluk anısından sonra Sezen Aksu’yla aynı yerde bulunmanın mutluluğunu ve heyecanını nasıl tarif edebilirim ki? Gerçekten hiçbir söz karşılayamaz. Bir Amerikalının Michael Jackson’la tanışması ve onunla aynı sahnede dans etmesine eşdeğer bir deneyim bu. İşte, her sorunuzda yeniden İkinci Bahar’ın benim için ne kadar değerli olduğunu hatırlıyorum. 
 
Şu an o yıllara dönüp cebinizdeki Ulaş’ı yeniden çıkardınız. Hangi sahneyi tekrar oynamak isterdiniz?
Ali Haydar’a ilk defa baba dediği sahne. Fakat o oynadığımız kalsın, çünkü çok güzeldi. Hiç unutmam o anı. Yavuz Abi, ilk çekimin ardından ikincisinde beni dublaja gönderip ‘’Babayı daha farklı söyle.’’ demişti. ‘’Hem hiç baba dememiş birinin yabancılaşması hem de içinde baba deme isteği taşısın ses tonun.’’ şeklinde bir reji notu vardı hatta. O gün hiç unutmam Mustafa Abi sete gelmişti. İçeri girmiş, Türkan da (Derya); ‘’Çok ağır bir durum var içeride. Ruh haliniz ciddi anlamda düşebilir. Çünkü çok acayip bir sahne çekiyoruz. Kaldırabilecekseniz girin.’’ demiş. Sahneyi çekiyoruz ve mola verildi. O sırada Mustafa Abi’yle göz göze geldik; gözleri dolmuş. Ardından ‘’Zaten ben de gidiyordum.’’ deyip çıkmıştı. Şener Abi ve ben de kendimize gelememiştik. Çünkü ben o an kendi oyunumdan çok, Ali Haydar’a baba dediğim anki Şener Abi’nin ifadesini unutamıyorum. İşte, o sahnede Şener Şen’in karşısındayken oynamayı unutuyor ve onu seyrediyorsunuz. Bu oyuncu için en tehlikeli şeydir.
 
Uğur Yücel’le çalışırken zorlandığınızı söylediniz. Peki, Orhan Oğuz ve Türkan Derya’da durum nasıldı?
Aslında hepsinde zorlandım. Orhan Oğuz, son derece hızlı ve pratik bir yönetmendi. Ondan da çok şey öğrenmişimdir. Üçüncü sezonda da Türkan geldi. Onun da hiçbir zaman hakkını ödeyemem. Hiç unutmuyorum; Türkan’ın sete ilk geldiği dönem ben ‘Balalayka’ filminin çekimlerindeydim. Hatta Uğur Abi’yle birlikte rol alıyorduk o filmde. O zamanlar benim sahnelerim en sona atıldı İkinci Bahar’da. Bütün ekip beni Türkan’a bir anlatmış pir anlatmış. Deyim yerindeyse yağlayıp ballamışlar; ‘’Bak Ozan gelecek, o da çok acayiptir. Bir dediğini iki etmez, ekibe çok yardımcı olur.’’. Ben de üç aylık bir ‘Balalayka’ serüveninden çıkmıştım ki oldukça zor bir süreçti. Kemal Abi’yi (Sunal) kaybetmiştik. Çekimler Gürcistan’daydı. Zor bir işti. İkinci Bahar’ın üçüncü sezonunda ilk sahnemde hapisteyim. Tan (Sağtürk) ve Nurgül (Yeşilçay) geliyorlar. Benim oldukça uzun iki repliğim var ve onlar o sırada sadece evet deyip geçiyorlar. Bu sahne defalarca çekildi. Tekrar sayısını hatırlamıyorum bile. Bırakın oynamayı lafımı söyleyemiyorum, ezberim kayıyor. Türkan da ‘’Ben seni anlıyorum. Tamamdır, ben de seninle aynı yerdeyim.’’ durumunu gösterebilmek için ‘’Ya Ozan Güven dediniz, anlata anlata bitiremediniz. Bu mu Ozan Güven?’’ diye söyleniyor. Bunun üzerine bir baktım ben yine kendimi kötü hissediyorum. En nihayetinde o sahne cümle cümle alındı ve gün sonunda ‘’Türkan Hanım ben öyle değilimdir. Zorlu bir işten çıktım ve adapte olamadım.’’ demiştim. O da ‘’hmmm...’’ gibi bir şey mırıldandı. Bunun üzerine şöyle bir alışveriş başladı; ‘’Hadi bakalım bir de öyle oyna.’’ şeklinde bir hodri meydan olurdu. Ben de ‘’Tamam, o kartımı gösteriyor ve artırarak bir de böyle oynuyorum.’’ şeklinde karşılık verirdim. Oyuncunun doğru rejiye ve yönetmene ihtiyacı vardır. Türkan da bu manada oyuncuyla çok ilgilenir ve onu en doğru şekilde yönlendirmeye çalışır. Kamera hareketi veya ışıktan çok daha önemlidir oyuncu rejisi. İş macerası olarak çok geliştiğim bir yerdi İkinci Bahar.
 
O dönem oyunculuğunuzla ilgili aldığınız ve unutamadığınız olumlu ya da olumsuz bir yorum var mı?
Bir keresinde Uğur Abi sette ‘’Bir çift yeşil gözle oyuncu olunmaz.’’ demişti. Ve ben yine ‘’Allah’ım o yer tekrar yarılsa da içine girsem.’’ kabusuna geri dönmüştüm. Yavuz Abi de ‘’Bırak bu sahnenin duygusunu vermeyi, daha söylediklerini anlamıyorum.’’ şeklinde bir not bırakmıştı. Ve bunu herkes okuyor. Hayal edebiliyor musunuz? Of, çok zordu. O dönem bunları gençlik ateşiyle kaldırıyor olabilmek ancak aşkla olur. Biz de İkinci Bahar’a âşık olduk.  
 
Kariyerinizden İkinci Bahar’ı çıkarsak...
Bence yapmayalım öyle bir şey (gülüyor). Yine oyunculuk olurdu hayatımda herhalde ama bugün bile hâlâ o yıllarda cebime koyduğum şeylerden yararlanıyorum. Yeteneğiniz olabilir ama bunu kullanacak cesaretiniz, aklınız ve vicdanınız yoksa bu hiçbir işe yaramaz. Bunlara sahip olmamı sağladı İkinci Bahar. Olmasaydı koca bir boşluk olurdu cebimde ve elimi attığımda sadece bozuk para gelebilirdi.
 
Son set günü nasıldı?
Samatya’daki meydanın merdivenlerinde bütün ekibin olduğu bir fotoğraf vardır. Efsane bir karedir. O fotoğraf elinize geçerse bir bakın. Memleketini terk etmek mi dersin, yaşadığın yeri bırakmak zorunda kalmak mı dersin, canından ciğerinden ayrılmak mı dersin; adını siz koyun ama insanın içini yakan ve böyle insanlarla tanışıp İkinci Bahar gibi bir işi yapmış olmanın verdiği hazzı gösteren bir karedir o. Duygularla iş yapıyor olmama rağmen ben bu duygunun adını bilmiyorum. Herhalde ‘’Ah keşke bir daha yapabilsek.’’ duygusuyla, sendeki izi bâki kalacak aşkından ayrılmak denebilir buna.
 
Setten hatıra aldınız mı?
Ulaş’ın kot montu bendeydi. Sonra çocuklar yararına gerçekleşen bir açık artırmada satıldı.
 
Son olarak neler söylemek istersiniz?
İkinci Bahar, sistemin çok içine giremediği ve çarklarını çeviremediği bir diziydi. Onu farklı ve ölümsüz kılan da buydu. 38 bölüm yerine 138 bölüm de sürebilirdi. Fakat hikâye bittiği için sona erdi. Bu yüzden de çok değerli. Sistemin ona kabul ettirmeye çalıştığı şeyleri yapmadı. Bunda tabii yapımcıların sağduyusu ve var olan değerleri koruma çabası etkili oldu.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER