Most
Production biz bu dosyayı hazırlarken Youtube kanalına İkinci Bahar’ın bölümlerini yüklemeye başladı. Malum dizi 1998-2001
yılları arasında yayınlandığı için belli sahnelerin videolarını bulmak güç.
Ancak bir sahne var ki işte o Youtube’da ‘’ağladığım dizi sahnesi’’ olarak
kayda geçmiş. Şener Şen nam-ı diğer Ali Haydar Usta hastane odasında yatar;
Hanım’ın oğlu Ulaş için kendini kurşunlara siper etmiştir. Ulaş da içinde o
fırtınalar kopan gencin asiliğini tamamen kenara bırakmadan konuşmaya başlar;
‘’Ben babasız büyüdüm usta. Baba nedir bilmem, bilmezdim; şimdiye kadar yani.
Benim babam olur musun?’’ der ve ardından iki kere ‘’baba’’ kelimesini duyarız
bu deli fişeğin ağzından.
Belki de Eşkıya’dan
sonra ilk defa bir sahnede bu kadar ağlamışımdır. İşte, o gün biz
filmografisine sayısız övgü dolu işi sığdıran, ‘jön’ sıfatına lâyık görülen ama
tüm kalıpların dışında kalan ve bunu da tercih eden bir ismi unutmamacasına
hafızamıza kazıdık: Ozan Güven. ‘’Düşünsenize, 22 yaşındasınız ve Şener Şen’le
karşılıklı oynuyorsunuz’’; bu cümleyi söylerken gözlerindeki parıltıyı tarif
edebilecek ne bir duygu var ne de bir sıfat. Onun için de bu sahne İkinci Bahar’a dair kendi yaşam
çizgisinde en unutulmaz an olmuş. Şener Şen, onu o bir bakışla o kadar güzel
oynatmış ve o da o kadar plastikten arındırılmış şekilde gerçekçi oynamış ki
bugün Ozan Güven tanımlarla sınırlanamayacak bir oyuncu. Kendisiyle bir saati
aşkın konuştuk İkinci Bahar üzerine. Konuşmak
eylemi bile hafif kalır; Güven kendisi o yılları anlatarak işimi kolaylaştırdı
da biraz. Şener Şen’in yabancı dilde prova aldığını anlatırken aklına Hakan
Gürtop’la bir anısı geldi; kısacası hatıra başka bir yaşanmışlığı beraberinde
getirdi.
● Dile kolay tam 18 yıl geçti İkinci Bahar’ın üzerinden. Nasıl dâhil olmuştunuz projeye?
O kadar
uzun zaman oldu ki! Anılarının hâlâ diriliğini koruduğu, yaptığım en kıymetli
işlerden biri diyebilirim. Rahmetli Meral Abla (Okay) mücevher diyordu İkinci Bahar için. Benim de bir mücevher
gibi ömrümün sonuna kadar saklayacağım bir diziydi. Oyunculuk hayatımın tabiri
caizse motorunu çalıştıran iştir İkinci
Bahar.
● Teklif Uğur Yücel’den mi gelmişti?
Evet. İkinci Bahar, aslında Yavuz Abi (Turgul)
ve ekibiyle birlikte kalabalık bir yazım grubunun yer aldığı bir işti. Fakat
dünyasını da ilk sezon yönetmen koltuğunda oturan Uğur Yücel kurdu. Ben diziye
en son dâhil oldum. Sürekli audition’a çağırılıyordum, Uğur Abi beni oynatmak
istiyordu ama bir türlü hangi rolde oynatacağını bilemiyordu. Bütün roller
dağıtılmış; Yeşil Kabare’de okuma provası yapılacak. Sırasıyla herkesin ismi ve
karakter adı söyleniyor; oyuncular da tek tek ayağa kalkıyorlar. En son ‘’Ozan
Güven; henüz kimi oynayacağı belli değil ama bu dizide olacak.’’ tarzı bir şey
söylemişti Uğur Abi. Ben de o sırada konservatuarda modern dans okuyordum. En
sonunda bana Sarı Kafa rolü verildi ve biz sete çıktık. Bir hafta çekim
yapıldı; ardından Uğur Abi’den bir telefon aldım. Yavuz Abi’yle birlikte karar
vermişler, bana ‘’Seni Türkan Şoray’ın oğlu yapıyoruz. Ekim de Sarı Kafa
olacak.’’ dediler. Böyle bir şeyi asla kabul edemeyeceğimi söylemiştim. En
nihayetinde Ekim’e ayıp olur. Yavuz Abi, ben, Uğur Abi ve Ekim (Mağden)
Samatya’ya bir restorana gittik; çıktığımızda ben Ulaş’tım, Ekim de Ömer yani
Sarı Kafa’ydı.
● Sarı Kafa olarak devam etseydiniz sizce bugün de
aynı konumda olur muydunuz?
Zor bir
soru; bunu bilemem açıkçası. Sarı Kafa da çok önemli ve sağlam bir karakterdi.
Ekim’den başkası da kesinlikle onu öyle oynayamazdı. En azından benim o şekilde
canlandıramayacağım kesindi. Casting kavramının açılımını ilk olarak İkinci Bahar’da anlamıştım. Ne kadar
isabetli bir karar aslında işin iyiliği için. Bu bir öngörüdür, yetenektir.
Kaderimle oynayanlardan biridir Uğur Yücel.
● İkinci
Bahar, hayatınızda nasıl bir konuma
sahip?
Hayatımın
dönüm noktalarından biridir. Zaten eski Yeşilçam filmleri, Yavuz Abi’nin
imzasını taşıyan işler ve Şener Abi’nin rol aldığı yapımlar oyunculuğa başlama
sebeplerimdendir. Arzu Film’in olduğu dönem hiç unutmam filmlerde tüm aile
toplanıp tek bir şeye güler, tek bir şeye ağlarlardı. Sonradan bunun adının
oyunculuk olduğunu öğrendim. Düşünsenize, 22 yaşındayım ve efsane bir kadronun
içine düştüm. İşte, bu ve sayısız neden yüzünden İkinci Bahar, heyecanı son güne kadar geçmeyen yegâne işlerden
biridir benim için. Hâlâ adını andığımda içim bir cız ediyor. Yeniden çekilse
gözüm kapalı kabul ederim. Yıllar sonra Ulaş’ın, Hanım’ın, Ali Haydar’ın
hayatını tekrar görelim deseler, yine Samatya meydanında, o merdivenlerin
başındaki yerimi alırım. Netice itibariyle sadece kariyerimi değil, özel
hayatımı da çok etkileyen bir diziydi. İkinci
Bahar setinde tanıştığım ve işine çok saygı duyduğum Türkan Derya ile
çocuğumuzun olmasına bile vesiledir bir yerde.
● Aslında ilk sezonun ardından dizi yayından
kaldırılmış.
Talihsiz
başlayan bir işti. İlk bölümün yayınlandığı gün uçak kaçırıldı ve sekiz bölümün
ardından da yayından kaldırıldı. Herkesin tadı damağında kalmıştı. İlk iki ay
boyunca yeniden başlayacağımız söyleniyordu. Üçüncü ay Mustafa Abi’den (Oğuz)
bir telefon geldi: ‘’Herkes artık kendi yoluna baksın. Maalesef tekrar
başlayamayacağız. Bu nedenle gelen teklifleri kabul edin.’’ İnanın, kimse de çalışmadı
o dönem. Zaten Mustafa Abi arayıp ‘’Ne yapıyorsun? İkinci Bahar’a yeniden başlıyoruz.’’ dediğinde bir işim olsaydı da
onu bırakıp giderdim. Artık adına ne koyarsınız bilmem ama bu işe yukarıdan çok
yardım etti birileri. Bir yıl sonra ekip aynı şekilde toplandı. İkinci sezon
Orhan Oğuz yönetti. Sonra da Türkan Derya geldi zaten. O dönem çok değerli bir
görüntü yönetmenimiz vardı; Hakan Gürtop. Bakışarak anlaşırsınız onunla, çok da
saygı duyarım. Türkan geldiğinde de sanki 65 yıldır bu işi yönetiyor gibiydi.
Herkes birbirine inanılmaz bağlıydı. Hiç unutmam; Ulaş’ın hikâyesi bir bölümde
Amerika’ya gitmemek üzere bitiyor. Benim de aslında Ulaş’la vedalaşma sahnemdi.
Bunu çekerken çok ağlamamam gerekiyor fakat o gemi sahnesinde merdiven
kapanırken kendimi tutamadım. Türkan ağlama deyip duruyor; ben de ağlayarak
‘’Tutamıyorum kendimi.’’ diye söyleniyordum. Ulaş’la ilgisi yoktu o an bunun,
benimle ilgisi vardı. Ben o adama veda ediyordum en nihayetinde. Çok kıymetli
sahneler çektik gerçekten.
● Peki, ilk olarak hangi sahneyi çekmiştiniz?
Kahvedeyiz
Sarı Kafa’yla ki o zaman Sarı Kafa bendim. Hanım, oğluna taş atıp onu
kovalıyor. Bu sahne ilk çekildiğinde sandalyede oturan kişiyken, ikincisinde
taşı yiyen bendim. Zaten ilk sekiz bölüm Türkan Hanım’la (Şoray) oynadığımı hiç
fark etmedim. Çünkü sürekli her sahnede ya tokat atıyordu ya da bağırıyordu
bana. Ben de ‘’Hep böyle mi olacak bu iş? Ben dayak mı yiyeceğim?’’ diyordum.
Hem yaşımın küçüklüğü hem de tecrübesizliğimden ötürü çok zorlandım. Ulaş’ı
anlıyordum ama onu nasıl çıkaracağımı bilmiyordum. Sonrasında her şey olması
gerektiği gibi oldu. Oynadığım için gurur duyduğum karakterlerden biridir Ulaş.
İkinci Bahar’dan sonra pek çok erkek
çocuğuna Ulaş adı verildi. Kıymetli bir işti. Oynamasaydım çok kıskanırdım.
● En çok hangi sahnede zorlandınız?
Zorlanmadığım
sahne yoktu (gülüyor). İlk sekiz bölüm boyunca her sahnede havlu atmaya
yaklaşıyordum. İkinci Bahar’dan sonra
‘’Oyunculuk adına hiçbir şey duymak istemiyorum ve yapmayacağım.’’ diyordum. Çok
zordu benim için. Neredeyse her sahneden sonra ‘’Allah’ım şu an yer yarılsa da
içine girsem ve bir daha oyunculuk adına hiçbir şey konuşulmasa. Sabah
yatağımda uyansam ve bunların hiçbiri yaşanmamış olsa.’’ derdim. Fakat mesleğime
âşık olduğum ilk iştir. Her sahnesinden keyif almışımdır. İştahla yaptığım bir
diziydi.
● Nasıl bir set atmosferi hâkimdi?
Öncelikle
hiçbir şey bilmiyorken sonsuz şey öğrendiğim bir setti. İlk sezonu Uğur Abi
yönetti. Biz hiç anlaşamıyorduk, çünkü ben hiçbir şey anlamıyordum. Bütün genç
tayfa, her gün ağlamaklı oluyorduk. Bir de senaryoda Yavuz Abi’nin reji notları
vardı ve bunları da herkes okuyordu. Kimse İkinci
Bahar’ı iş olarak görmüyordu. Samatya’da iki yıl boyunca yaşadık. Klişe
belki ama gerçekten de herkes ailemiz olmuştu. Samatya halkı da bize çok
yardımcı oldu. Tinercilerin set işçiliği yaptığı bir işten bahsediyorum. Setteyken
kendimi kurayla seçilen şanslı bir izleyici olarak görüyordum. Çünkü ‘’kamera’’
denildiğinde bazen oynamayı unutup karşımdakinin oyununu deyim yerindeyse
ağzımın suları akarak izlerdim. Hiçbir boş sahnesi veya oyuncusu yoktu.
Karşımda kim olursa olsun bir anlığına kendimi izleyici gibi hissederdim ve
kopardım o andan. ‘’Ozan sen de oyna.’’ derlerdi. Kimse seti terk etmezdi. Çok
tuhaftı. Her şeyiyle masal gibi bir işti. Bazı setler vardır, daha tecrübeli
oyuncularla çalışırsınız ve size bir şeyler öğretirler. Özellikle Şener Abi hiç
didaktik olmadan bana pek çok set pratiğini öğretmiştir. Ayrıca bir oyuncunun
hayatta nasıl durması gerektiği konusunda da çok şey öğrenmişimdir ondan. Sette
bir büyüğün varsa oturamazsın, tabureni ona verirsin. İzin almadan monitöre
bakamazsın. Zaten oyuncunun monitörle ne işi var anlamam. Set adabını İkinci Bahar setinde öğrendim. Manevi
olarak çok şey katmıştır bana. Maddi olarak bir şey diyemeyeceğim, çünkü çok
para vermedi o dönem Mustafa Abi (gülüyor). Hiç unutmam dizinin tekrarı
yayınlanırken Yavuz Abi’den para istemiştim; ‘’Abi benim birinci bölüm param
yatmadı.’’ diye aramıştım. Yavuz Abi de çok gülmüştü. Şaka bir yana zerre para
düşünmediğimiz bir işti. Umurumda bile değildi ve şimdi olsa yine umurumda
olmazdı. Hiç kimsenin egosunu masaya getirmediği, getirdiği zaman da paramparça
edildiği bir yerdi. O yüzden herkes kimliklerini dışarıda bıraktı ve ‘ikinci
bahar’ını yaşadı.
● İşin perde arkasına gitsek biraz.
Unutulmaz
anları soracaksınız, değil mi?
● Yıldızlardan oluşan bir kadro ve ölümsüz bir
yapıt söz konusuyken bu soruyu sormadan geçemem (gülüyoruz).
Hangi
birini anlatsam acaba? Aklıma ilk olarak görüntü yönetmenimiz Hakan Gürtop’la
yaşadığım bir olay geldi. Bana bir duvar gösterdi, yüksekliği yaklaşık 1.5
metre; ‘’Buradan atlayabilir misin?’’ diye sordu. 22 yaşında birinin cevabı
tabii ki ‘’Hayır.’’ olamaz, ben de atlarım dedim. Hakan da duvarın arkasına
geçip oradan çekecek. Meğer duvarın arkası dört metreymiş ve bundan haberim
yok. Söylese atlamam zaten. Ancak çok geç kalmıştım, çünkü atladığımda gördüm
bunu. Neyse ki herhangi bir şey olmamıştı (gülüyor). Türkan Hanım’la (Şoray)
samimi bir iletişim kurmamız uzun sürdü. Ben çok çekiniyordum. Şener Abi ve
Özkan Abi ile iletişimim farklıydı. Özkan Abi’yle hâlâ görüşüyoruz sürekli, çok
severim. Keza Şener Abi de öyle. Sanki hepsi uzakta yaşayan akrabalarım
gibiler. Karşılaştığımızda dün konuşmuşuz gibi kaldığımız yerden devam
ediyoruz. Bu da işin başka bir sihri olsa gerek. Keşke biri tüm anılara
hatırlatsa da ben de devamını getirsem. Çok eğleniyoruz gibi bir klişeye girmek
istemiyorum ama cidden çok eğleniyorduk. Şener Abi bütün provalarını yabancı
dilde yapıyordu; Almanca, İngilizce, Japonca. Alametifarikasıdır bu onun. İşin
ilginci kayıt denildiği an normale döner ama sen dönemezsin. ‘’Şener Abi böyle
yaptı, o yüzden ben de kalakaldım.’’ da diyemezsin (gülüyor). Bu nedenle sette
konsantrasyonu sağlamayı da ondan öğrenmişimdir. Çok kıymetlidir benim için;
hep bizimle vakit geçirirdi. Ayrı oturduğunu hiç görmedim.
● Öğlenleri Develi’de upuzun bir sofra kurulurmuş.
En çok ‘’O
hazırladıklarınızı ne yapıyorsunuz?’’ sorusunu duyardık. Evet, yiyorduk. Bir
akşam Ali Haydar’ın dükkânında hazırlanıyoruz. Bir adam içeri girip
‘’Affedersiniz evde ekmek bitti. Fırın da kapalı, ekmek var mı?’’ diye sordu.
Orayı çalışan bir restoran sanıyor. Ah, çok güzeldi Samatya! Köşede bir kuru
fasulyecimiz vardı merdivenin altında, karşısında da şarküteri. Yani bıraksak
orası hâlâ hayatın aktığı bir set olurdu. Çok merak ediyorum Ali Haydar’ın,
Ulaş’ın, Cennet’in; herkesin neler yaptığını şu an. Ne oldular, acaba
neredeler, hâlâ Samatya’da mı yaşıyorlar yoksa bir ikinci bahar olarak kaldılar
mı?
● Sezen Aksu’yla birlikte Samatya meydanında İkinci Bahar’ı söylemek de eşsiz bir
deneyim olmuştur herhalde.
Orta sonda
birimiz 10’uncu, diğerimiz dördüncü katta; bir kızla Sezen Aksu’nun Git albümünü dinlerken birbirimize âşık
olduğumuzu belli etmeye çalışırdık. Şimdi böyle bir çocukluk anısından sonra
Sezen Aksu’yla aynı yerde bulunmanın mutluluğunu ve heyecanını nasıl tarif
edebilirim ki? Gerçekten hiçbir söz karşılayamaz. Bir Amerikalının Michael
Jackson’la tanışması ve onunla aynı sahnede dans etmesine eşdeğer bir deneyim
bu. İşte, her sorunuzda yeniden İkinci
Bahar’ın benim için ne kadar değerli olduğunu hatırlıyorum.
● Şu an o yıllara dönüp cebinizdeki Ulaş’ı yeniden
çıkardınız. Hangi sahneyi tekrar oynamak isterdiniz?
Ali Haydar’a
ilk defa baba dediği sahne. Fakat o oynadığımız kalsın, çünkü çok güzeldi. Hiç
unutmam o anı. Yavuz Abi, ilk çekimin ardından ikincisinde beni dublaja
gönderip ‘’Babayı daha farklı söyle.’’ demişti. ‘’Hem hiç baba dememiş birinin
yabancılaşması hem de içinde baba deme isteği taşısın ses tonun.’’ şeklinde bir
reji notu vardı hatta. O gün hiç unutmam Mustafa Abi sete gelmişti. İçeri
girmiş, Türkan da (Derya); ‘’Çok ağır bir durum var içeride. Ruh haliniz ciddi
anlamda düşebilir. Çünkü çok acayip bir sahne çekiyoruz. Kaldırabilecekseniz
girin.’’ demiş. Sahneyi çekiyoruz ve mola verildi. O sırada Mustafa Abi’yle göz
göze geldik; gözleri dolmuş. Ardından ‘’Zaten ben de gidiyordum.’’ deyip
çıkmıştı. Şener Abi ve ben de kendimize gelememiştik. Çünkü ben o an kendi
oyunumdan çok, Ali Haydar’a baba dediğim anki Şener Abi’nin ifadesini
unutamıyorum. İşte, o sahnede Şener Şen’in karşısındayken oynamayı unutuyor ve
onu seyrediyorsunuz. Bu oyuncu için en tehlikeli şeydir.
● Uğur Yücel’le çalışırken zorlandığınızı söylediniz.
Peki, Orhan Oğuz ve Türkan Derya’da durum nasıldı?
Aslında
hepsinde zorlandım. Orhan Oğuz, son derece hızlı ve pratik bir yönetmendi.
Ondan da çok şey öğrenmişimdir. Üçüncü sezonda da Türkan geldi. Onun da hiçbir
zaman hakkını ödeyemem. Hiç unutmuyorum; Türkan’ın sete ilk geldiği dönem ben
‘Balalayka’ filminin çekimlerindeydim. Hatta Uğur Abi’yle birlikte rol
alıyorduk o filmde. O zamanlar benim sahnelerim en sona atıldı İkinci Bahar’da. Bütün ekip beni
Türkan’a bir anlatmış pir anlatmış. Deyim yerindeyse yağlayıp ballamışlar;
‘’Bak Ozan gelecek, o da çok acayiptir. Bir dediğini iki etmez, ekibe çok
yardımcı olur.’’. Ben de üç aylık bir ‘Balalayka’ serüveninden çıkmıştım ki
oldukça zor bir süreçti. Kemal Abi’yi (Sunal) kaybetmiştik. Çekimler Gürcistan’daydı.
Zor bir işti. İkinci Bahar’ın üçüncü
sezonunda ilk sahnemde hapisteyim. Tan (Sağtürk) ve Nurgül (Yeşilçay)
geliyorlar. Benim oldukça uzun iki repliğim var ve onlar o sırada sadece evet
deyip geçiyorlar. Bu sahne defalarca çekildi. Tekrar sayısını hatırlamıyorum
bile. Bırakın oynamayı lafımı söyleyemiyorum, ezberim kayıyor. Türkan da ‘’Ben
seni anlıyorum. Tamamdır, ben de seninle aynı yerdeyim.’’ durumunu gösterebilmek
için ‘’Ya Ozan Güven dediniz, anlata anlata bitiremediniz. Bu mu Ozan Güven?’’
diye söyleniyor. Bunun üzerine bir baktım ben yine kendimi kötü hissediyorum.
En nihayetinde o sahne cümle cümle alındı ve gün sonunda ‘’Türkan Hanım ben
öyle değilimdir. Zorlu bir işten çıktım ve adapte olamadım.’’ demiştim. O da
‘’hmmm...’’ gibi bir şey mırıldandı. Bunun üzerine şöyle bir alışveriş başladı;
‘’Hadi bakalım bir de öyle oyna.’’ şeklinde bir hodri meydan olurdu. Ben de
‘’Tamam, o kartımı gösteriyor ve artırarak bir de böyle oynuyorum.’’ şeklinde
karşılık verirdim. Oyuncunun doğru rejiye ve yönetmene ihtiyacı vardır. Türkan
da bu manada oyuncuyla çok ilgilenir ve onu en doğru şekilde yönlendirmeye
çalışır. Kamera hareketi veya ışıktan çok daha önemlidir oyuncu rejisi. İş
macerası olarak çok geliştiğim bir yerdi İkinci
Bahar.
● O dönem oyunculuğunuzla ilgili aldığınız ve
unutamadığınız olumlu ya da olumsuz bir yorum var mı?
Bir
keresinde Uğur Abi sette ‘’Bir çift yeşil gözle oyuncu olunmaz.’’ demişti. Ve
ben yine ‘’Allah’ım o yer tekrar yarılsa da içine girsem.’’ kabusuna geri
dönmüştüm. Yavuz Abi de ‘’Bırak bu sahnenin duygusunu vermeyi, daha
söylediklerini anlamıyorum.’’ şeklinde bir not bırakmıştı. Ve bunu herkes
okuyor. Hayal edebiliyor musunuz? Of, çok zordu. O dönem bunları gençlik
ateşiyle kaldırıyor olabilmek ancak aşkla olur. Biz de İkinci Bahar’a âşık olduk.
● Kariyerinizden İkinci Bahar’ı çıkarsak...
Bence
yapmayalım öyle bir şey (gülüyor). Yine oyunculuk olurdu hayatımda herhalde ama
bugün bile hâlâ o yıllarda cebime koyduğum şeylerden yararlanıyorum.
Yeteneğiniz olabilir ama bunu kullanacak cesaretiniz, aklınız ve vicdanınız
yoksa bu hiçbir işe yaramaz. Bunlara sahip olmamı sağladı İkinci Bahar. Olmasaydı koca bir boşluk olurdu cebimde ve elimi
attığımda sadece bozuk para gelebilirdi.
● Son set günü nasıldı?
Samatya’daki
meydanın merdivenlerinde bütün ekibin olduğu bir fotoğraf vardır. Efsane bir
karedir. O fotoğraf elinize geçerse bir bakın. Memleketini terk etmek mi
dersin, yaşadığın yeri bırakmak zorunda kalmak mı dersin, canından ciğerinden
ayrılmak mı dersin; adını siz koyun ama insanın içini yakan ve böyle insanlarla
tanışıp İkinci Bahar gibi bir işi
yapmış olmanın verdiği hazzı gösteren bir karedir o. Duygularla iş yapıyor
olmama rağmen ben bu duygunun adını bilmiyorum. Herhalde ‘’Ah keşke bir daha
yapabilsek.’’ duygusuyla, sendeki izi bâki kalacak aşkından ayrılmak denebilir
buna.
● Setten hatıra aldınız mı?
Ulaş’ın
kot montu bendeydi. Sonra çocuklar yararına gerçekleşen bir açık artırmada
satıldı.
● Son olarak neler söylemek istersiniz?
İkinci Bahar, sistemin çok içine giremediği ve çarklarını
çeviremediği bir diziydi. Onu farklı ve ölümsüz kılan da buydu. 38 bölüm yerine
138 bölüm de sürebilirdi. Fakat hikâye bittiği için sona erdi. Bu yüzden de çok
değerli. Sistemin ona kabul ettirmeye çalıştığı şeyleri yapmadı. Bunda tabii
yapımcıların sağduyusu ve var olan değerleri koruma çabası etkili oldu.