“Bir insanın başka bir insanı sevmesi: belki de bütün
görevlerimizin en zor olanı, son sınavı ve kanıtıdır; diğer tüm işler bunun
için yapılan hazırlıktır.”
Rainer Maria Rilke
Rilke, sevgiye romantik bir “his” olarak
değil, insanlığın en ağır görevi olarak bakar. Ona göre sevmek, pasif bir hâl
değil; sürekli emek, sorumluluk ve kendini aşma gerektiren bir eylemdir.
Zordur, çünkü gerçek sevgi karşılıklı bir anlayış, bir teslimiyet ister.
Sınanmadıkça ölçülemez, sınandıkça değerlenir. İnsanın hayattan öğrendikleri,
acıları, başarısızlıkları, yalnızlıkları onu bu yükü taşımaya hazırlar.
Kısacası, insanın bütün yaşantısı, bir başkasını gerçekten sevebilme yetisine
yapılan hazırlıktır.
Şahin ve Nare, işte bu hazırlığın içinden geçmiş
iki yaralı ruh. İkisi de sevgisizliğin çocukları; biri babasının kötülüğünden,
diğeri annesinin zalimliğinden geçerek gelmiş dünyaya. Belki de bu yüzden
sevmek onlar için hep biraz zor, biraz yaralayıcı. Ama tüm
imkânsızlıklara rağmen birbirlerini buldular. Birbirlerinin oldular,
birbirlerini sevdiler ve her şeye rağmen birlikte kalmayı başardılar. Ta ki
Şahin, Nare’nin gözlerinin içine bakamayacağı bir hayattansa; onun kalbinde
bıraktığı yarayla yaşamaktansa ölümü seçene kadar.
Ölürken
bile Nare tarafından affedilmeyi diliyor Şahin. Çünkü onun için yaşam, ancak
Nare’nin kalbinde affedilmekle mümkün. Babasının Boran’ın ölümünden sorumlu
olması, Cihan’ın düştüğü durum, Kaya’nın gözlerini kaybetmesi… Şahin’e çok
büyük bir vicdan yükü evet ama onu hayatından vazgeçecek kadar çaresiz duruma
getiren tek sebep Nare. Çünkü Şahin’in hayatında her şey biraz Nare ile ilgili.
Evlendikleri günden bu yana babasının katil olmadığına inanmak, Nare’yi de buna
inandırmak için elinden gele her şeyi yaptı. Hatta öncesinde, Nare henüz eşi
değilken bile tüm çabası bunun içindi. Tek isteği Nare’nin ona duyduğu sevgiyi
kirletmemekti.
Sonunda
geceler boyu onu uykusundan eden, korktuğu şey oldu. Babasının bir katil
olduğunu kendi elleriyle kanıtladı. Dillendirmese bile, onu en acıtan şey bir
katilin oğlu olması değil, Nare’nin artık bir katilin oğlu ile evli olmasıydı. Ölme
isteği, kendine sıktığı kurşundan değil içindeki utançtan geliyor bu yüzden.
Çünkü Nare’nin gözlerine dilediği gibi bakamadığı her an, o gözlerde hayal
kırıklığını gördüğü, onun için atan kalbinde güvensizliği hissettiği,
gözyaşlarının sebebi olduğuna inandığı her an kendi varlığının ağırlığı onu
öldürüyor zaten. Nare’nin kalbinde yara bırakmak onun en büyük ölümüydü bu yüzden
o yarayı Nare’nin kalbinde değil kendi kalbinde bırakmayı seçti.
“Şahin…
Acıyor mu? Acıyor mu acımıyor mu anlamadım…”
Oysa Nare,
Şahin ortalarda yokken bile onun masumluğuna inanıyordu. Karşısına geçip “beni
affet” demesine bile gerek yoktu Şahin’in. Kırılmadığınız birini affedemezsiniz
ki. Onu affetmeyi değil ona kendini affettirmeye çalıştı bölüm boyunca. Kendi
bile inanmıyorken her şeyin iyi olacağına inandırmaya çalıştı. Şahin’in içinde
taşıdığı acı, artık Şahin’den bile fazla yakıyordu onun canını. Acı kendi acısı
değildi belki ama bir bütünlerdi artık. Birbirlerinin acıları ve yalnızlıkları
birbirlerine dolanmıştı. Şahin olanlar için kendini sorumlu tutup suçlarken,
yediği dayağı bile hak ettiğini sanarken, canından vazgeçmişken… Nare’nin tek
düşünebildiği, Şahin’in yüzündeki yaraları temizlerken canını acıtıp
acıtmadığıydı.
“Bu adam
evlat katili. Beni öldürdü. Bu adam evladını öldürdü.”
Küçük bir
çocuk düşüp dizini vurduğunda yarasına üfler anne babası. Çünkü her anne baba,
çocuğunun acısını dindirmeyi ister, değil mi? Yarasına merhem olmak ya da yarasına yara
bandı bulmak. Şahin ve Nare’nin iyileşmek gibi bir talebi bile olmamıştı
ailelerinden. Onlar birbirlerini iyileştiriyordu çünkü. Belki de Allah ikisinin
de yaralarına şifa olacak kimse olmadığı için yaratmıştı onları birbirine.
İyileşmek onlara öğretilen bir şey bile değildi. Anne ve babaları, yara
sarmaları gerekirken, onlarda kurşun yarası açılmasına sebep oldular. Şahin namluyu kafasına dayadığında
çıkan izin namluyu göğsüne götürdüğünde geçmemesi gibi kalbindeki yara da
hiçbir zaman geçmeyecek. Nare’nin vücudunda kalan izler gibi.
Şahin’e
başkaları tarafından söylenen tüm kötü sözler içinde duyduğu seslerin
yankısıydı. O kadar yüksekti ki bu sesler Nare’nin sesini bile duyamaz hale
gelmişti. Ona uzattığı eli tutmasını, o sesi kalbine almasını engelledi. Nare
kendini vurduğunda “Tuttuğum her şeyi taşa çeviriyorum ben.” demişti. Onca engeli aşıp, Nare’yle yeni bir
yola çıktıktan sonra mutluydu ve muhtemelen artık bir şeyleri taşa
döndürmediğine hatta belki de çiçek açtırdığına inanmaya başlamıştı. Ancak yine
yıkıldı, onun yeniden kendine olan inancının yıkılmasına sebep oldular.
İçindeki çocuğu zorlukların içinde büyütüyordu ama o çocuk bir noktada
dayanamayıp yine dizlerini karnına çekip ağlıyordu sanki.
Yaraları
sarılmamış çocuklar büyüyemiyordur belki de. Nare’nin annesinin yaptığı onca
şeye rağmen hala annesine koşması, ona sarılmayı istemesi; Şahin’in onca zaman
babasına yalnızca “babası” olduğu için inanmaya devam etmesi hep, hala bir
yerlerde çocuk olmalarından kaynaklı. O küçük çocuklar en ufak şefkate
inanıyorlar, çünkü hiçbir zaman tam olarak sevilmemişler. Bir insanın kendi
hayatından vazgeçecek raddeye gelmesi ne kadar acı, hem de tek suçu sevmek ve
sevilmeyi istemekken.
“Seni
seviyorum. Çok seviyorum seni. Çok…”
“Ben seni
daha çok.”
Nare’yi de
Şahin’i de intihara götüren sebep birbirlerini “çok” sevmeleri, birbirileri
olmadan yaşanacak bir hayatı reddetmeleriydi. Nare, Şahin olmadan yaşamaktan;
Şahin, Nare yanında olsa bile artık onun “Nare’si” olamayacağından korktu ve bu
korkunun ağırlığı onlara ölümü seçtirdi. Ama ölmeyi seçtikleri anda
bilmedikleri bir şey vardı; Nare kendini vurduğunda Şahin onunla ölmeye, Şahin
kendini vurduğunda ise Nare, onunla yaşamaya hazırdı.
Rilke sevgi konusunda her ne kadar haklı olsa da belki de
sevginin “son sınav” olduğu konusunda haksızdır. Belki de sevgi sonsuz bir
sınavdır. Ve sonsuz bir seçim.