Nazlı Tosunoğlu: İkinci Bahar’daki herkes hem yıldızdı hem de değildi..

Nazlı Tosunoğlu: İkinci Bahar’daki herkes hem yıldızdı hem de değildi..
Fotoğraflar: Sinan Arslan
Samatya esnafına kök söktüren bir zabıta memuruyla tanışmıştık ilk bölümde. Ablası afet-i devran Neriman’ın kasırgasıyla oradan oraya savrulan bir adam. Aslında naifti de ama biz bu yanını diziye altıncı bölümde dâhil olan eski eşi Tansu sayesinde görebildik. Vicdanlı, disiplinli ve duygularını görevine karıştırmayan bir zabıta amiriydi. Aradan 18 yıl geçti ve Tansu’ya hayat veren Nazlı Tosunoğlu ile Moda’daki Fahriye Cafe’de bir araya geldik.

Kapıdan içeri girerkenki heyecanı tarif edilemezdi; “Biz şimdi İkinci Bahar üzerine mi konuşacağız; gerçekten üzerinden 18 sene mi geçti?” sorusunun şaşkınlığıyla başladığımız sohbette Meral Okay’ı anarken hüzünlendik, konu Özkan Uğur’a geldiğinde ise kahkahalar eşliğinde İkinci Bahar yıllarına geri döndük. Röportaj bitiminde ses kayıt cihazını kapatmış, hatıra fotoğrafı çektirmek üzereyken Tosunoğlu kendisine yazmaya söz verdiğim ufak bir ekleme yaptı: “O sette herkes muazzamdı, herkes bir yıldızdı ama benim asıl yıldızım Gül Onat’tı”.
 

Projeye nasıl dâhil oldunuz?
Öncelikle tüm kadronun audition verdiğini söylemeliyim. Malum şimdiki oyuncular deneme çekimine katılmayı gurur meselesi yapıyor ama aslında oldukça normal bir şey bu. Yönetmenin, senaristin ve oyuncunun aynı dilde, üslupta buluşabilmesi için önemli. Bu deneme çekimlerinden uzun bir süre sonra Uğur Yücel’in Tarlabaşı’nda işlettiği Yeşil Kabare adlı mekânda bir araya geldik. Okuma provalarına başladık. Şener Şen ve Türkan Şoray da oradalar; onlarla okuma provasına katılacağım için heyecanlıyım tabii. Sonra bir baktım ben yokum. “Sen altıncı bölümde katılıyorsun. Fakat merak etme öyle bir geliyorsun ki bomba etkisi yaratacak” dediler (gülüyor). Özellikle Özkan Uğur’un canlandırdığı Şecaattin karakteri bütün kötülüklerini yapsın, kepazeliklerini göstersin diye böyle yaptılar. Eğer Tansu olsaydı, Şecaattin’i tanımamız zor olacaktı. Ben ilk altı bölüm olmamama rağmen yine de okuma provalarına gidiyordum. Çünkü başka bir ruhtu, orada olmak çok hoştu. Ekiple birlikte o işi konuşmak, Uğur Yücel’den sinema dersi almak... Uğur Yücel, her şeyi sinema gibi anlatırdı ve ağzımız açık onu dinlerdik. Ders gibiydi onunla çalışmak.
 
İlk olarak hangi sahneniz çekilmişti?
Ofisimde, daha doğrusu “makamımda” çekilmişti. Sirkeci Tren İstasyonu’ndaki eski idari bölümlerden birini kullanıyorduk. Mekânın dokusunu verebilmek için yüksek tavanlı bir yer gerekiyordu ve orayı seçmiştik. Hayal meyal ilk sahnemin o olduğunu hatırlıyorum. Hatta yanlış anımsamıyorsam, ben birtakım dosyaları imzalarken Özkan Uğur’un canlandırdığı Şecaattin geliyordu odama.
 
Özkan Uğur ile iletişiminiz nasıldı?
Çok şeker bir insandır Özkan. İyi bir rol arkadaşı da aynı zamanda. Nasıl görünüyorsa öyle biriydi; bu çok önemli. Ciddi bir sahne çekeceğimiz zaman ikimiz de heyecanlanırdık. Ekipten önce buluşurduk. Hatta set çalışanlarından bile önce. Sirkeci’de buluşup poğaça yer, çay içerdik ve ezber yapardık. Çok önemsiyorduk bu işi. Herkes öyleydi zaten. Sinema disiplini ve estetiği ile yapılan bir işti. Sadece Özkan değil, tüm ekip muazzamdı. Orada herkes yıldızdı ama yıldız da yoktu bir yandan. Şener Şen’i yemek kuyruğunda gördüğümü hatırlıyorum. Sonraları çok güzel çorba yapan bir kebapçı keşfetmiştik; hep beraber oraya giderdik. Başta Şener Şen ve Türkan Şoray olmak üzere İkinci Bahar setindeki tüm usta oyuncular gerçek yıldızlardı. Nurgül (Yeşilçay) o zaman üniversite öğrencisiydi. Eskişehir’den sete gidip geliyordu. Bence bu da bir yıldızlık nişanesidir.
 

Çalışma saatleriniz de zorluymuş anladığım kadarıyla.
Tabii bugünküyle kıyaslanacak bir güçlüğü yoktu ama zorluydu. Mekân problemlerimiz de vardı. Fakat şimdi düşünüyorum da; bugün baktığınızda setlerde özel karavanlar var. İkinci Bahar zamanı ufak, eski ve döküntü bir binanın içinde kostüm odamız bulunuyordu. Hepimiz orada üstümüzü değiştiriyorduk. Perdesi bile yoktu. Set ekibi saat 5’de, 6’da Samatya meydanına gelirdi hazırlıklar için. Bakıldığında her şey daha mütevazıydı. İkinci sezon sete karavan geldiğinde göz bebeklerimiz yerinden fırlamıştı. O da zaten Orhan Oğuz içindi. İkinci sezon o yönetti biliyorsunuz. Hem Orhan Oğuz’la hem de Türkan Derya’yla çalışmak ayrı zevkti. Hepsi muhteşem yönettiler.
 
İkinci Bahar’a dair en unutulmaz anınız nedir?
Finalden önceki bölüm. Yangın sahnesini çekiyoruz ve sonrasında finale gidiyoruz. O günü unutamıyorum. Sahnenin kendisinden çok, artık birlikte olamayacağımız durumunun üzüntüsü hâkimdi. Samatya’daki merdivenlerde hepimiz dizilip İkinci Bahar şarkısını söyledik. Hatta o gün yanlış hatırlamıyorsam Şener Şen’in de doğum günüydü, pasta kesmiştik. Bir de yangın sahnesinde hiç unutmam herkes gecelikle fırlıyordu evden. Üç gün sürdü o sahnenin çekimi. Yasemin (Çonka) üstündeki gecelikle evine giderdi. Çünkü çekim sabaha karşı bitiyordu ve o gün yine set vardı. Muazzam anılarımız var; Devin’le (Özgür Çınar), Yasemin’le, Özkan’la ve nurlarda yatsın; Meral’le (Okay).
 
Meral Okay ve sizin karakterinize bakarsak kasap ve zabıta gibi iki eril kişiliği kadın oyunculara emanet etmek cesur bir tercih olmuş o dönem. 
İşte burada rahmetli Sulhi Dölek ve Yavuz Turgul’un çapı çıkıyor meydana. Dediğiniz çok doğru; böyle iki kadın yapıyorsunuz ve güçlüler. Bir de bunlardan birinin adı Tansu (gülüyor). Daha sonra Meral'le yanlış hatırlamıyorsam "Türk Sineması’nda Güçlü ve Alışık Olmadık Kadın Karakterler” tarzında küçük bir ödül almıştık Uçan Süpürge’den. Tansu karakteri için Uğur Yücel ile konuşurken “Nasıl olacak bu karakter?” diye sormuştum. “Direkt İmren Aykut gibi düşün” demişti bana. İmren Aykut da o dönemin bakanlarındandı. Hem çok sağlam ve dik bir duruşu vardı hem de feminendi. Ben de İmren Aykut’u düşünüp durdum. Rujunu sürer ve küpesini takardı ama hükümet gibi de bir kadındı. Tansu’yu da bu örneğe göre oynadım. Çok güzel bir yol açmıştı bana Uğur.
 

Herhangi bir zabıta memurundan değişik bir yorum aldınız mı?
Hiç olmadı galiba, en azından hatırlamıyorum. O zamanlar Özkan’a “Abi sen önceden zabıta mıydın?” diye sorarlardı. Ben yoldan geçerken de “Aaaa… Mazhar Fuat Özkan’ın eşi geçiyor” diyorlardı (gülüyor). Tabii o dönem televizyon oyunculuğu ile gerçek hayat neredeyse hiç ayırt edilemiyordu. Özkan’ın da hem bas çaldığını hem MFÖ grubunun üyelerinden olduğunu ama aynı zamanda zabıta amirliği yaptığını düşünüyorlardı. Dengeler biraz karışıyordu.
 
En çok keyif aldığınız ve zorlandığınız sahneler hangileriydi?
Özkan'la bir ev sahnemiz vardı. Finale az kalmış, çiftleri bir araya getirecekler. Herkesin hikâyesinin çözüldüğü bölümler. Bizim de yeniden barışıyormuş gibi olduğumuz bir sahne vardı. İkimiz de mutfaktayız. Ben tavada bir şeyler pişiriyorum. Bu sırada Özkan bana bir şey yapacak ve ikimiz de gülmeye daha doğrusu kahkahalar atmaya başlayacağız. Sonra bana, “Biliyor musun Tansu; ben seni eskiden de böyle güldürürdüm” diyecek. Böyle geçmişe dair küçük bir çengel atılıyordu. O anı hâlâ hatırlarken tüylerim diken diken olur. Gülüyorduk ama dramatik bir sahneydi. Sonra sette, en güzel kahkaha atan oyuncu seçildik ikimiz de. Çünkü kahkahalarımızla açılıyordu sahne. İki insan birden gülmeye başlıyor sonra durup geçmişe dair konuşuyorlar. Hoşuma gitmişti. Oğlumu oynayan Barış Dinçel ile birkaç dramatik sahnem vardı; onları da çok severek oynadım.  Sonra Cezmi Baskın’la da çok keyif alarak çalıştım.
 
Yanlış hatırlamıyorsam Cezmi Baskın radyo tamircisini canlandırıyordu, değil mi?
Evet, bana talip olduğunu zannediyor tabii Şecaattin. Aslında küçük bir flört de yaşıyoruz onunla. Adı tam konmasa da ben beğeniyorum onu. Şecaattin’in aksine ilkeli buluyorum. Fakat sonra tabii Şecaattin’in de hikâyesi çözüldü. Çok güzel bir final yapmıştık bence.
 
Tadı damakta kalır cinsten bir vedaydı.
Kesinlikle! İşte burada yönetmen, yapımcı ve yazar faktörü devreye giriyor. Nurlarda yatsın, Sulhi Dölek çok güzel şeyler yazdı. Keza Muharrem Buhara ve Nilgün Öneş de öyle. Şimdi aklıma geldi. Uğur Yücel, Yeşil Kabare’de bizimle ilk kez toplantı yaptığında, “Sinema, hayatı kazımaktır. Biz de hayatı kazıyacağız” demişti. Ve gerçekten de İkinci Bahar’da bunu yaptık.
 
Yavuz Turgul’un reji notlarından hatırınızda kalanlar var mı? Neredeyse herkes bu notlardan bahsetti.
Ah kalmaz mı? Onlardan söz etmeden olmaz. Senaryoyu elimize alıyorduk ve bir bakıyorum üstüne çizikler atılmış, repliklerin yanındaki boşluğu notlar alınmış. “Nazlı, saçını burada oradan oraya atma”, “Yasemin cikcikleme”… “Cikcikleme”den kasıt da sesini çok inceltme demek aslında (gülüyor). Türkan Şoray’a bile not olurdu ve biz de şaşırırdık. Bence bu notlar sinema okullarında ders diye okutulmalı. Bende duruyor hâlâ.
 
Setten hatıra aldığınız bir obje, kıyafet oldu mu?
Ah, maalesef almadım. Fakat herhalde şapkamı almak isterdim. Benim için çok değerliydi.
 
Aradan 18 yıl geçti; Tansu sizce şu an nerede ve ne yapıyordur?
Emekli olmuş ve Şecaattin ile dünyayı geziyordur. Oğulları, Cennet ile evlenmiştir ve onların da çocukları olmuştur. Biz de torunlarımızı seviyoruzdur.
 
Son olarak neler eklemek istersiniz?
Her bir anını anımsayınca gözlerim doluyor. İkinci Bahar, hepimiz için çok önemliydi. Hepimizin deyim yerindeyse köpürdüğü, parladığı işti. Henüz bu kadar işin inceliklerini anlayacağımız bir projenin içinde olmamıştık. Çok büyük bir şanstı. Herkesin bu şansı doğru değerlendirdiğini düşünüyorum. İkinci Bahar’daki herkes hem yıldızdı hem de bir o kadar değildi. 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER