Uzak Şehirlerde Masumiyet Yitirildi

Uzak Şehirlerde Masumiyet Yitirildi
Uzak Şehir, çarpıcı açılışı ve güçlü atmosferiyle izleyiciyi kısa sürede yakalamış, reyting listelerinde zirveye oynamış bir dizi. Ancak izleyicinin sadakatiyle tavan yapan bu başarının ardında, maalesef giderek kolaya kaçan, mantık hatalarıyla zedelenen ve karakterlerinin özünden uzaklaşan bir hikâye işleyişi yatıyor. Özellikle Boran’ın vasiyeti ve ardından gelen diriliş hikâyesi, dizinin temelindeki aşk, sadakat ve fedakârlık gibi derin temaları tamamen zehirlemişti.



Cihan ve Alya: Mecburiyetten Doğan Bir Aşk.

Dizinin kalbi olan Alya ve Cihan’ın ilişkisi, basit bir “yenge aşkı” olmaktan çok öte, mecburiyet, fedakârlık ve vicdan azabı üzerine kuruludur. Bu ilişki, başlangıçta derin ve dramatik bir potansiyel taşır..

Cihan’ın Çifte Çöküşü: Daha önce bir kez sevdiği kadından abisi Boran yüzünden ayrılmaya ve mecburi bir evliliğe zorlanmıştır. Boran’ın “Karım Alya ile evlen ve onu koru” vasiyeti ise Cihan’ın hayatındaki ikinci büyük mecburiyet ve fedakârlıktır. Bu durum, Cihan’ı bir kahramandan çok kader mahkûmu pozisyonuna yerleştirir..

Alya’nın başlangıçta bu evliliğe şiddetle karşı çıkması, ancak çocuğunu koruma içgüdüsüyle mecbur bırakılması, ilişkiye bir masumiyet katmanı ekler. Zamanla Alya’nın Cihan’da bir dayanak (duvar), Cihan’ın ise Alya’da bir teselli (omuz) bulması, kimyayı organik bir aşka dönüştürür..

Bu aşk, mecburiyetin gölgesinde filizlenen nadir bir umut iken, tam da karakterlerin birbirlerine açıldıkları günün ertesi Cihan’ın Boran’ın bitkisel hayatta olduğunu öğrenmesi, hikâyeyi inanılmaz bir dramatik zirveye taşır. Boran’ın hem karısını kardeşine emanet edip hem de bir yıl saklanarak bu aşkın doğmasına adeta zemin hazırlaması, hikâyenin temelindeki sadakat ve fedakârlık kavramlarını zehirlemiştir. Alya’nın masumiyete tutunma çabası dahi, Boran’ın dönüşüyle mide kaldıran bir kördüğüme dönüştü..



Karakterlerin Yitirdiği Derinlik.

Başarılı bir dizinin en büyük sermayesi, derinlikli ve tutarlı karakterleridir. Ancak Boran’ın dirilişi ile Uzak Şehir, bu açıdan da büyük kan kaybetmiştir..

Nare’nin Karmaşası: Sürekli bir sır perdesi arkasından iş çeviren ve bu sırlar yüzünden olayları tetikleyen Nare karakteri, yorucu ve tekrarlayan bir döngüye saplanmıştır. Her sırrın onun yüzünden açığa çıkması, Nare’yi bencil bir kişiliğe sürüklüyor. Demir Baybars’ın Pasifize Edilmesi: İlk sezonda hikâye dinamiklerini yukarıya taşıyan ve diziye büyük keyif katan Demir Baybars’ın bu sezonda adeta etkisizleştirilmesi, büyük bir kayıptır. Ferit Kaya gibi güçlü bir oyuncunun potansiyelinin kullanılmaması, hikâyenin derinleşebileceği bir alandan feragat edildiğini gösteriyor..

Ahlaki Gri Alanların Yok Edilmesi: Ecmel, Demir ve babası gibi karakterlerin bir çırpıda masum ve hatta mağdur konumuna geçirilmesi, senaryonun gri alanları işlemektense kolay çözümlere yöneldiğini gösteriyor..



Mantık Hataları ve Yapım Zafiyetleri.

Uzak Şehir’in başarısı, izleyiciye duyulan saygının arka plana atılmasıyla gölgelenmiş durumda..

Vurgun’un kaza anına dair anlattıkları; olayın gerçekleşme zamanı, polis müdahalesi ve çevre koşulları düşünüldüğünde tamamen inandırıcılıktan uzaktır..

Sıradan bir çalışanın bir yıl boyunca Boran’ın masraflarını karşılayacak kadar saklanması, izleyicinin zekâsıyla alay etmektir. Bu noktada akla gelen soru şudur: “Yazdığınız hikâyeye siz inandınız mı?”.

Dizinin ilk bölümündeki uçak iniş sahnesinin yeni çekimler yerine yeniden kullanılması ise reyting rekortmeni bir yapım için acımasız bir yapım zaafiyetidir. Bu durum, “Maşallah dediğimiz üç gün yaşadı” eleştirisini haklı çıkarırcasına, açılışın o müthiş duygusundan sonra yaşanan dökülme ve eksilen duyguları simgeliyor. Maalesef sizlerin yazıp unuttuğunuz hikâyeyi izleyicileriniz ezbere bildiği için reyting tavan çekiyorsunuz..



Dramın Merkezinde Kalan Karakterler.

Hikâyenin merkezindeki bu ağır döngüye bakıldığında, “kimin daha çok üzülmeye layık olduğu” sorusu, tüm karakterlerin mahkûm edildiği bir çıkmazı işaret ediyor..

Cihan: Abisinin vasiyetiyle karısıyla evlenmeye mecbur bırakılması ve sonra kalbine yenik düşerek gerçekten âşık olması... Hayatının darmadağın olması büyük bir yıkımdır. Boran’ın dirilişiyle, ondan aldığı nefesin tekrar kendisine nefes olması beklenirken, şimdi yeniden nefessiz kalma ihtimaliyle yüzleşiyor. Cihan, kim bilir kaç kere dilemiştir Boran’ın yerinde olmayı; orada, öylece, her şeyden habersiz, sessizce yatmayı… Yaşamanın yanında ölmek daha cazip gelmiştir ona..

Alya: Kocası yüzünden mahkûm edildiği hayatında, bir umut olarak gördüğü Cihan’a kalben yenik düştükten sonra, ölen kocasının yaşadığı gerçeğiyle korkunç bir girdabın içine çekilmesi... Onun durumu, bu aşkın masumiyetini sonsuza dek kaybetmesine neden olmuştur..

Sonuç.

Bu noktadan sonra asıl mesele Boran’ın komadan çıkıp çıkmayacağı değil; aslında Alya ve Cihan aşkının eski etkisini hissettirip hissettirmeyeceği. Varsayalım ki Boran uyandı; peki, Alya ve Cihan’ın bu durumda ne hâle geleceğinin farkında mısınız? Zaten öncesinde de durum zordu, ama hâlâ bahaneler vardı ve onlara sığınmak birer tercihti. Şimdi bir de diyelim ki Boran, uyanmadan öldü! Alya ve Cihan, yaşadıkları o psikolojinin yüküyle bundan sonra kendilerini nereye ve nasıl savurabilirler? Boran uyandıysa hayatları darmadağın olur; yüzleşmekten kaçamayacakları suçluluk ve korku içinde boğulurlar. Boran uyanmadan öldüyse, suçluluk ve kayıp duygusu onları birbirine bağlayabilir ama hiçbir zaman eskisi gibi huzur bulamazlar; her adım, geçmişin gölgesinde atılır. Ve işte tam da bu yüzden, Uzak Şehir artık bir aşk hikâyesinden çok, masumiyeti yitirilmiş bir senaryo oyunu gibi duruyor artık.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER