İkinci Bahar tam benim ergenliğime denk geliyor. Dizi çok popülerdi o zamanlar, ben de okulda çok havalıydım çünkü dizi yayınlanmadan önce yayın kopyaları bizim eve gelirdi; herkesten önce biz izlerdik. Okulda herkes merakla “Bu hafta ne olacak?” diye sorardı; ama ben spoiler vermezdim. Bu erken izlemelerde baştan sona kesintisiz izleyemezdik bölümü. Her sahnede durdurup notlar alırdı babam. Ses miksajına, müziğin doğru yerde girip girmediğine dair revizyonlar verirdi.
Biz çıt çıkarmadan izlerdik. Bazı sahnelerde ailecek oturup ağlardık. Babam yine not alırdı. Revizyon vermek için değil de ne kadar güzel oynandığına veya çekildiğine dair bu sefer.
Bazen sabaha karşı su içmek için kalktığımda onu senaryo üstünde çalışır bulurdum. El yazısıyla notlar alırdı senaryonun üstüne. Onun el yazılarıyla doludur İkinci Bahar senaryoları.
Babayla bir şey yapmak zordur. Mesela araba kullanmak; genelde babalar beğenmez araba kullanmanı. Kendisi olsun ister direksiyonun başında. Sana güvenmediğinden değil, trafiğe güvenmediğinden. Seni trafiğe karşı korumak istediğinden... Babamla röportaj yapmak da zordu. Hiç kolay olmadı. Ama sanırım beğendi ki revizyonsuz yayına çıktık.
İkinci Bahar’ın 18. yılı kutlu olsun.

● Jenerikle ilgili konuşalım öncelikle,
elinizde Şener Şen ve Türkan Şoray varken dizinin açılışında onları kullanmamak
nereden aklınıza geldi? Çok cesur bir açılış sanki.
Selim
Demirdelen çekti jeneriğimizi. Ang Lee’nin “Ye İç Kadın Erkek” filminde
olağanüstü çekilmiş, çok iştah açıcı yemek sahneleri vardı. Aklımızda kalmış
bir şekilde. Bir adam ve üç kızıyla ilgili bir hikâyedir. Bayağı etkilemişti
bizi. Kebapçı hikâyesi olduğu için de böyle bir jenerik yapmak aklımıza geldi.
Bir de bu işi bu kadar canlı ve etkili, ancak “reklamcı” diye tabir ettiğimiz
birisinin çekebileceğini düşündük. Selim hakikaten olağanüstü güzellikte
çekti. O zaman bunu bir cesaret örneği
değil de, her şeyi yapabildiğimiz için yaptık. Farklı bir şey olsun diye değil,
bu diziye bu açılışın yakışacağını düşündüğümüz içindi.
● Eşkıya’dan hemen sonra İkinci Bahar
değil mi? Nasıl başladı bu ortaklık? Hazırlık süreci ne kadardı?
Şener
de bir dizi yapmayı düşünüyordu. Ne yaparız, ne
yapmayız diye konuşmalar oldu. Eşkıya’dan hemen sonra
bu fikri hayata geçirdik. 1,5 seneydi sanırım hazırlık süresi.
● Bir de benim bildiğim bir gurme
yolculuğunuz var sizin. Biraz ondan bahseder misin?
Kebapçı
hikâyesi olunca; Şener’in eli bu işe yatkındır özellikle çok güzel çiğ köfte
yapar, buna rağmen işi derinlemesine öğrenmek, sadece bir Güneydoğu mutfağı,
Urfa, Antep mutfağının ötesinde neler var diye araştırmak için böyle bir yeme
içme turuna çıktık. Adana, Antep, Urfa, Mardin ve Adıyaman’a kadar varan bir
yol yaptık. Özellikle Antep bu konuda
çok zengin bir şehir olduğu için orada üniversitedeki hocalarla da görüştük.
Üniversitenin bir de mutfak bölümü var onlar da çok ilgileniyorlar Antep
yemekleriyle, bize çok yararı dokundu.
● Bir de Katmer şiiri var işin içinde. Dizide
Ali Haydar Katmer şiirini okumaya başladıktan sonra bir yerinde Hanım’a doğru
söylemeye başlıyor. Nasıl aklınıza geldi Katmer şiiri üstünden ilan-ı aşk
ettirmek?
Bir
sürü kitap topladık araştırma için. Hepsinin içinde dizide kullanamadığımız o kadar
çok bilgiyle doluydu ki... Bunlardan birinin içinde katmer hakkında yazılmış
bir güzelleme de vardı ve bizim hikâyenin yapısına çok uyuyordu. Çok doğru bir
şey yaptığımızı düşünüyorum. Yemek kültürünün içine girerek yemekten insan
ilişkilerine, insan ilişkilerinden aşka varan bir çizgide bunları kullanmış
olduk. Diğer meseleye gelince, Hanım ve Ali Haydar’ın başından evlilikler
geçmiş, şu ya da bu şekilde yalnız kalmışlar, çocuklarıyla beraber bir mücadele
veren belli yaşa gelmiş iki insan. Böyle olunca belli bir yerden sonra aşki
konuşmalar yakışmayabiliyor insanların ağızlarına. Birbirlerine
söyleyemedikleri, ağızlarına uymayacak, o ağza oturmayan, aşkla ilgili
gençlerin büyük bir pervasızlıkla konuştukları, savurabildikleri o sözleri biz
metaforik unsurlar yardımıyla hallettik. Mesela kuşlar vardır, kuşları
konuşturarak birbirlerine ilan-ı aşk ederler. Katmer şiiri de bize o şekilde
yardım etti, mesela Ali Haydar kasete şiir okur ve o kaseti Hanım’a verir.
Utancından söyleyemez çünkü.
● 8 bölüm yayınlandı daha sonra
durduruldu dizi. Neden?
Büyük
bir kriz vardı ülkede, meşhur 98 krizi. Bütün televizyon gelirlerinin hepsi
inanılmaz derecede düştü, kanallar da tüm dizilere maliyetleri düşürme şartıyla
gittiler. Biz bunu kabul etmedik. Kabul etmeyince bizim dizi durdu. Bunu kabul
eden, daha düşük ücretlerle dizilerini devam ettiren şirketler oldu. İkinci Bahar
bunu kaldırabilecek bir iş değildi. Bu sebeple bir yıla yakın süre durdu. Daha
sonra kanal tekrar geldi ve biz devam ettik.
● Şimdinin en ünlü oyuncularının ilk
işiydi İkinci Bahar. Oyuncu seçme sürecini hatırlıyor musun?
Oyuncu
seçim sürecinin hepsinden Uğur Yücel sorumludur. Hatta Uğur, Eşkıya filminde de
audition’ları götüren kişiydi. Oyuncu yönetimi, oyuncudan acting anlamında ne
istendiğini çok iyi anlayan, hayli deneyimli ve sağduyusu olan birisi olduğu
için gönül rahatlığıyla ben işi Uğur’a bıraktım. Hatta benim düşüncemin tersine
bir karar aldı, bunun böyle daha iyi olacağını savundu ve Ekim Mağden ile Ozan
Güven’in yerlerini değiştirdi ve Ozan Ulaş, Ekim Mağden de “sarı kafa” oldu. Çok daha iyi oldu tabii. Ozan, Nurgül, Yasemin Conka, Devin hepsi konservatuvarlı
çocuklardı. Herkes birbirini tanıyordu. Uğur’un bayağı bir çabası oldu yeni
yüzleri bulma konusunda.
● Yönetmen olarak başka yönetmenlerle
çalışmak, onların senin direktiflerine uyarak çalışması, uyum sağlaması zor
olmadı mı?
Başta
konuşuldu onlar, belli standartlar var, o standartların altına da düşmeyiz.
Belli bir noktada güven duygusu çok önemli bir rol oynadı. Güveniyorlardı bize.
● Sen?
Ben
güvenmiyordum. Tam tersine ince eleyip sık dokuyordum bu yüzden de bazı şeyler
tekrardan çekiliyordu.
● Kanala gitme, kanala götürülen
kasetlerin zamanlaması gibi sıkıştırmalar yok muydu işin içinde?
Kanal
bizim yolladığımız şeyleri kontrol etme durumunda değildi, ne yollasak oynatıyordu.
Şu andaki demoklesin kılıcı gibi, kanal yöneticileri ne der, orasına onu
koymayın, burasını çıkarın gibi şeyleri kesinlikle kabul etmedik. Zaten o zaman
bu kadar müdahele etme, her şeye karışma hali de yoktu. Son dakikaya kadar bazı
şeyleri tekrar tekrar yapıyorduk. Bu tekrarlar bir tek yönetmen, oyuncu ve
oyunculuklarla ilgili değildi. Post prodüksiyon döneminde de çok
tekrarlanıyordu. Mesela toplu bir tabancanın topundan çıkan tırrrr sesinin
doğru olup olmaması, yeterli bir seviyede olup olmaması, etkili olup olmaması
bile büyük bir sorundu. Gecenin ikilerinde üçlerinde bile onlar tekrardan stüdyoda
değişirdi, tekrardan miks yapılırdı. Miksaj son derece önemliydi bizim için,
müzik öyle... Müzik de tekrardan yapılıyordu. Olmayan parçalar tekrar
besteleniyordu, velhasıl hayli zorlu geçti. Hiç kolay bir iş değildi.
● Mesela tekrardan çekilen benim
bildiğim son bölümdeki yangın sahnesiydi. Neden?
Olmadı.
Yeterli etkiyi yaratamadık ilk çekimde. Gerek yangının yoğunluğu, alevlerin
yoğunluğu; gerek dumanlar, gerek oradaki insanların bütün bunların içinde
ortada kalışı, hayati bir tehlikenin içinde kalan arkadaşını kurtaran Ali
Haydar o etkiyi veremedi. İki adım atınca kurtulabileceğin bir yangın etkisi
vardı ilk çekilen sahnede, o da olmamış oluyor.
● Vakkas’ın nefreti son ana kadar hatta
kurtarıldıktan sonra da bitmiyor değil mi?
Evet.
Vakkas, Ali Haydar’a sinirleniyordu onun canını kurtardığı için “Yine sen
kahraman oldun” diyordu. Çok kızıyordu Vakkas. Klasik bir sahne ve klişe bir
durum var ortada. İki düşman sonunda karşılaşır ve birisi diğerinin hayatını
kurtarır. Kurtarılan özür diler. Dediğim gibi bu çok rastlanır bir durum. Bu
klişeyi nasıl yıkarız diye oturduk düşündük. 38 bölümlük bir dizide bütün
bölümlerde düşman olan bir insanın 180 derece dönmesi “vay be sen ne iyi
adammışsın canım kardeşim benim” halleri bir türlü olmadı ve bunu ancak aynı şiddeti
devam ettirerek kırabileceğimizi düşündük. Herkes şaşırdı, adam senin hayatını
kurtarmış hâlâ posta atıyorsun diye.
● Hatırımda kalan başka bir güzel sahne
de Hanım’ın kızının intihar sahnesi...
Yine
aynı klişeye düşmek üzereydik, yine kızını azarlıyor. Sözler hep önde, eylem
yok. Halbuki kızı aldığı karardan geri döndürecek bir eylem lazımdı. Onun
üzerine kız intihara teşebbüs edecek, “Peki o zaman yürü benimle” diyor ve tren
raylarına gidiyor. “Hadi bakalım” diyor. O zaman hayatın ne kadar önemli
olduğunu anlıyor, ölüm duygusundan vazgeçiyor.
● Samatya konusunu merak ediyorum,
neden Samatya?
Samatya
çok ideal bir alan. Bir kere bir sürü mekân; yiyecek içecek sektörü yan yana
duruyor. Manavı, kuruyemişçisi, meyhanesi, balıkçılar yan yana. Özellikle
yapılmış bir dekor gibi. Ben Gönül Yarası’nı da orada çektim. İkincisi; iki
rakip kebapçının karşı karşıya olması için çok mükemmel bir alan. Coğrafyası
çok güzel, merdivenler var, aşağıya doğru genişliyor, hikâyenin anlattığı şeyde
herkes birbirinden etkilenerek haberdar olabiliyor. İkinci Bahar’da hikâyeyi
sadece aile değil tüm Samatya yaşıyor. O nedenden dolayı da ideal bir mekândı.
Tabii oraya gidip Develi’nin Vakkas’ın yeri olarak kendi dükkânını vermiş
olması büyük bir avantajdı. Biz de karşısına Ali Haydar’ın lokantasını yaptık. Karşı
bina kiralandı. Yüzü fasat yapıldı, eski bir ev oluşturuldu. 3 katlı bir
İstanbul evi haline dönüştürüldü. Betondan çok berbat bir yerdi aslında orası.
Orayı olduğu gibi yaptık. Çok renkli bir alan. Kamerayı koyunca, yaşayan canlı
bir hayat… O nedenden dolayı Samatya aşağı yukarı neredeyse tek yerdi.
● Vakkas’ın kendi babasıyla olan
sorunlarından ziyade bir de kendi oğluyla olan dertleri var. Medet’le. Sanki kendi
oğlundan babasına olan kızgınlığını çıkartıyor?
Vakkas’ın
babası ve oğluyla olan meselesi yine dönüp dolaşıp Ali Haydar’a bağlanıyor.
Çünkü Ali Haydar’la olan düşmanlığın en önemli nedenlerinden birisi psikolojik olarak
babasının Ali Haydar’ı kendisinden daha fazla sevdiğini düşünmesi. Kendisini
babasına beğendirememiş bir insan olarak oğlundan olağanüstü şeyler bekliyor
ama Medet bunları yapabilecek bir çocuk değil. Onun hayalindeki çocuk;
dirayetli, vurdu mu indiren, sert, daha kararlı. Asla Ali Haydar’ın kızıyla bir
ilişkiye girmeyecek olan, aralarındaki kan davasını sürdürebilecek bir çocuk
istiyor.
● İki ayrı baba örneği görüyoruz, Vakkas’ın
hiç sevgi duygusu yok. Ta ki karısı terk edene kadar. Ali Haydar ise bambaşka
bir baba. Sen nasıl tanımlıyorsun?
Vakkas
tipik bir Anadolu erkeği, Ali Haydar değil. Ali Haydar başka yapıda bir erkek.
Bugün Türkiye’de hâlâ devam eden kadın erkek ilişkilerindeki despot erkek tipi
değil. Vakkas’ın hem çocuğuna hem karısına olan tavrı ise tam tersi.
● Ali Haydar nasıl bir baba peki?
Son
derece müşfik, çocuklarını uyurken gizlice seven, sevdiğini Ali Haydarca
gösteren bir baba. Sevgi duygusunu hiç yitirmez ama olur olmadık zamanlarda
ortaya çıkartmaz. Türkiye’de anneler gibi değildir babalar. Anneler
çocuklarıyla hem arkadaştır, hem sabahtan akşama kadar kavga edebilir, sonra
araları iyi olur. Anneler sevgisini sakınmaz açık açık söyler. Babalar ise daha
ketumdur, daha gizlidir, daha içe dönüktür. Ali Haydar ise bunu kırmaya
çalışan, 3 çocuğuyla beraber hayatını kazanmaya çalışan, hayat mücadelesi veren
bir karakter. 3 kız çocuk bir de... Ama bunu hiçbir zaman sorun yapıp neden
benim hiç oğlum olmadı diyen bir adam değil. Ta ki final bölümünde Hanım’dan oğlu
olacağını öğrenene kadar. O zaman çığlık çığlığa bağırır Ali Haydar, demek ki
içinde böyle bir özlem var.
● Ali Haydar’ın kebapçı olma sebebi
neydi?
Bu işin
başlangıcı aslında sitcom’du. Tek bir mekânda geçecek, bir de lokantanın
üstünde bir evi olacak kadar küçük bir işti. Bir adam kebapçı ustası olacak ve
ocakbaşında onun ve oraya gelenlerin hikâyeleri anlatılacaktı. Semtten
ocakbaşına gelebilecek olan insanların küçük küçük hikâyeleri bir bölüm teşkil
edecekti. Böyle bir sitcom yapmayı planlıyorduk. Sonra konuşa konuşa iş
oralardan çıktı ve ibre seyrettiğiniz hikâyeye kadar geldi. Başka türlü bir şey
oldu.
● Tekrar yapılsa İkinci Bahar bugün
tutar mı?
Bilmiyorum.
Türkan Şoray ve Şener Şen işin içinde olduğu için seyirci her zaman bir açık
kapı bırakır. Türk seyircisinin onlara bir zaafı var. Ama nereye kadar? Çünkü
biz o zaman da çok düşük bir reytingle başladık. Dizinin bu kadar tutulmasının
ve sevilmesinin nedeni Şener ve Türkan’ın oynamasından ziyade onların çok
kaliteli bir dizide oynaması oldu. O da kendini yavaş yavaş belli etti. 8 bölüm
sonunda bekleme süresinde bazı diziler bizim yerlerimizi kaptı. Biri Yılan Hikâyesi,
diğeri de Deli Yürek. Bizim dizi 8 bölüm aradan sonra tekrar başladığında da
çok gerilerden geldi. Uzun bir at yarışı düşün, bu uzun yarışta ikisini geride
bırakıp birinci oldu. İşin en zevkli yanı oydu, filmlerdeki gibiydi, bir tane
sıska at vardır kimse onun birinci olacağına ihtimal vermiyordur, gittikçe
açılır ve birinci olur. Bilemiyorum şimdi tutar mı tutmaz mı. Zevkler o kadar
değişti ve değiştirildi ki, farklı düşünceler var artık. Ama şu anda bu
yaptıklarımızın hiçbiri yapılamaz. Hayal o. O özgürlük bitti.
● Hâlâ İkinci Bahar’ın çok önemli bir yeri var.
Neden İkinci Bahar bir fenomen haline dönüştü? Neden diğer diziler değil? Siyaset
Meydanı özel bir program bile yapmıştı.
Onu
sosyologlara, araştırmacılara sormak lazım. Sokaktaki adama sormak lazım. Benim
onların adına konuşmam kolay değil, şundan dolayı diyemem. Birden formülleştirmeye
başlamak oluyor işi, formüllere sığacak bir şey değil bu. Çok farklı koşulların
bir araya gelmesi ve bunların birbirleriyle kimyalarının tutmasıyla ilgili bir
şey. Biz sadece "bunu yaparsak çok güzel olur" dediğimiz bir iş yaptık, onun
ötesiyle ilgili olarak bir şey söyleyemem.
● Müzikler de çok akılda kalıcıydı İkinci
Bahar’da. Nasıl karar verildi?
Müzikler
dizinin ruhuyla ilgili bir şey, dizi ne anlatıyor, nerede geçiyor, hikâyesi
nedir, derdi nedir. Bunlara baktığın zaman müziği de çağırmış oluyor. Hikâyemiz
orta sınıf bir İstanbul ailesi ama kökleri Anadolu’ya kadar uzanıyor. Bir aile
anlatıyoruz, güldürüsü, dramı, gözyaşı ve kahkahasıyla yoğrulmuş; gençlerin de
işin içinde olduğu alaturka bir hikâye bu. Gençlik veya yaşlılık dizisi değil.
Kendine has bir aile dizisi. Bunu ifade edecek müziğin de belli bir yapısı
vardır, onun dışına çıkamazsın. O yapıyı ifade eden müzik de orada dinlediğiniz
müziktir. Önce müzikleri Vedat Sakman yaptı. O ayrıldıktan sonra da İncesaz
yaptı. Zaten birbirlerine yakın müziklerdir onlar. Makam müziğinin ve alaturka
sazlarının olduğu, İstanbul’u çağrıştıran bir müzik yaptık.
● Biz her izleyişimizde hâlâ bazı sahnelerde
ağlıyoruz. Senin de gözlerinin dolduğu anlar oldu mu?
Oldu
tabii. Olmaz olur mu? O senin olmaktan çıkıyor izlerken, bir yerden sonra
anonim bir hikâye izliyorsun.
● Bu kadar içinde olmana rağmen o hissi
yaşayabilmen de sonunda ortaya çıkan işin ne kadar iyi olduğunu gösteriyor
sanırım?
Ben
yaptığım işlerle ilgili olarak hiç böyle şeyler konuşmadım. Böyle güzel oldu,
şöyle harika oldu, yapan kişinin söylemleri değildir, bunlar izleyenin
kullanacağı sıfatlardır. Dramatik yapısı olan bir hikâye gibi bitti, gittikçe
yükselen bir reyting, gerilerden gelip öne çıkan ve iz bırakan bir iş oldu.
● Bir daha böyle bir şeyin içine girmek
ister misin?
Bir
daha böyle bir şey olabileceğini sanmıyorum. Bir kere dizi süreleri aldı başını
gitti. Biz bunu 50 dakika yaptığımız zaman “ya uzadı bu iş” dediğimiz zamanlar
oldu. O yüzden artık çok zor.