Söz konusu İkinci Bahar ise Barış
Dinçel için bu yolculuğun uçsuz bucaksız bir serüven olduğunu tahmin etmek oldukça
kolay. Dinçel’le Taksim’deki Gezi Pastanesi’nde buluşacaktık. Röportaj
saatinden biraz erken gittim mekâna. Kapıdan içeri adım attığında 18 yıl önceki
Timuçin’in bıyıklı ve sakallı hali karşımda duruyordu; yüz hatlarında bu süre
zarfını gösteren yaşanmışlıklarla beraber. Yıllardır yaptığı sahne
tasarımlarıyla birbirinden farklı ve derinlikli dünyalar kuran Dinçel, aslında
en başından beri oyunculuk istememiş.
“Bana şizofrenik bir şey gelirdi. Yani
mükemmeliyetçi birinin oyuncu olması, tekrar tekrar çekilen sahneler,
alternatifin bol olması biraz şizofrenik geldi bana” dese de Muhsin Bey’de hayran kaldığı Uğur
Yücel’i bir gece karşısında görmesi ve sonrasında defalarca karşılaşmaları kaderini
kısa süreliğine değiştirmiş. İkinci Bahar’ı
sadece kendi anılarında değil, televizyon tarihinde de unutulmazlar arasına
koyan, Ozan Güven’le dostluklarını ve Türkan Şoray ile Şener Şen’le karşılıklı
oynamayı büyük bir mutluluk ve heyecanla anlatan Dinçel, söz konusu ekibin
yeniden bir araya gelmesi olduğunda, “Ekip buluşuyor dediklerinde yemek olur,
içmek olur; o zaman buluşurum. Fakat bugün yeniden oynamazdım, teşekkür edip
çekilirdim” diyor.

● Tiyatro dekor ve kostüm
bölümünden mezun olduktan sonra oyunculuk açısından kim çeldi aklınızı?
1991’de mezun olduğumda bilfiil tiyatroyla ilgilenmek istedim ve böylece
yolculuğum başladı. Babamdan dolayı aslında tiyatroyla haşır neşirdim. Fakat
oyuncu olmak istemedim, çünkü bana biraz şizofrenik bir şey gelirdi. Yani
mükemmeliyetçi birinin oyuncu olması, tekrar tekrar çekilen sahneler,
alternatifin bol olması biraz şizofrenik geldi bana. En nihayetinde ona inanıp
adanmış bir hayat yaşamak gerekiyordu. Belki o riski alamadım, belki de
korktum; bilemiyorum. Görsel beni kendine daha çok çekti ve tasarımcı oldum.
Tam da bu sırada Uğur Abi (Yücel) benden audition almak istedi. Denedim, oldu
ve bir serüvenin içinde buldum kendimi. Hayatta en sevdiğim şey başı ve sonu
belli olan şeylerdir. İkinci Bahar da
yazıldığı andan itibaren sonu belli bir senaryoydu. Uğur Yücel’in, Mustafa
Oğuz’un ve Yavuz Turgul’un, “Bir sezon daha uzatalım” diyebilecekleri yerde
bunu yapmadılar ve her şey tadında sona erdi. Çok keyifliydi bu serüvenin bir
parçası olmak. Bir sürü arkadaş edindim. Türkan Şoray ve Şener Şen ile aynı
setin içinde olmak ve onları canlı olarak izlemek tarif edilemez bir deneyimdi.
● Oyunculukla pek
ilgilenmediğinizi söylediniz. Teklif gelince Uğur Yücel’e hiç “Neden ben?” diye
sordunuz mu?
Uğur Abi’yle önceden tanışıklığımız vardı. Çocukken Muhsin Bey filmini seyrettiğimde çok beğenmiştim. Bir gün annemler
meyhaneye gittiler, Uğur Abi de orada. Sonra kalkıp bizim eve gelmişlerdi. Beni
uyandırdıklarında ve karşımda tıpkı Muhsin
Bey filmindeki gibi Uğur Abi’yi görünce şok olmuştum. Sonra onunla bir sürü
yerde karşılaştık. O da beni Timuçin rolünde görmek istedi. Kamera çalıştığı
anda yüreğimiz pırpır ediyordu. Heyecanımızı yenmemiz gerekiyordu. Fakat işte
ben onu yenemedim. Belki de kameradan kaçmamın nedeni bu oldu. Çünkü idealim
başka bir şeyken tam olarak oyunculuğa, kameraya odaklanmak çok zordu.
● İlk set gününüz nasıl
geçmişti?
İlk set gününden daha fazla heyecanlandığım bir an varsa o da dizinin
Samatya’daki basın toplantısıydı. O dönemde bir iş için dekor hazırlıyordum.
Herkes dizideki görünümleriyle basının karşısına çıkacaktı. Dekor yaptığım
atölyeden çıkıp Samatya’ya gittim. Saçlar tarandı ve 30 yaşında olmama rağmen
bir anda 17’sinde bir lise öğrencisine dönüştüm. Küçük gösteriyordum tamam ama
bu oldukça garip bir durumdu. Başta da dediğim gibi işin şizofrenik yanı da
bence bu. Clark Kent’in telefon kulübesine girip Superman’e dönüşmesi gibi bir
şeydi.
● Rahmetli babanızın sizi
izlediğinde ilk yorumu ne olmuştu?
“Oyuncu mu oldun sen eşek sıpası?” demişti. Çünkü tiyatroya gidip tasarım
yaptığımı biliyordu. Hatta arada gelip beni çalışırken izliyordu da. Böyle bir
şey yapacağımı hiç tahmin etmiyordu.
● Ağırlıklı olarak Güven
Hokna ve Devin Özgür Çınar’la karşılıklı oynadınız. Onları nasıl anlatırsınız?
Güven Abla, Ankara ekolünden yetişmiş gerçek bir usta, lokomotif adeta.
Onların kontrolünde oluyor her şey. Şu an maalesef böyle isimler ekranlardan
uzak kalmak zorunda oluyorlar. Gözleriyle, kaşlarıyla, jestleriyle ve
mimikleriyle karşısındakini oynatabilen insanlar. Tecrübeli bir oyuncuyla göz
teması kurarsanız garip bir yolculuğa çıkabilirsiniz. Devin ise önceden de
arkadaşımdı ve çekimlerde çok eğleniyorduk zaten. Onun sert mizaçlı bir rol
oynaması işi daha da keyiflendiren kısımdı.
● En keyif aldığınız ve
zorlandığınız sahneler hangileriydi?
Devin’in erkekler tuvaletine girip beni öptüğü sahnede çok gülmüştük. O
yüzden pek çok kez tekrar çekilmişti, zorlanmıştık epey. En keyif aldığım sahne
de okulun balo sahnesiydi. Çok kalabalık bir yardımcı cast ekibi gelmişti.
Devin’in güzel bir kız olarak geldiği andı. Çok uzun sürmüştü çekimler ve bir o
kadar da keyifliydi.
● Timuçin karakterinin en
sevdiğiniz özelliği neydi?
Hayatın içinde en sevdiğim done muhalif olmaktır. Timuçin karakterinde de
babasıyla ilintili olarak bir muhalefet vardı. Babasının yaptıklarını tasvip
etmiyordu. Ona hem pozitif hem de negatif yönlerini söyleyebilecek bir çocuktu.
● Uğur Yücel, Orhan Oğuz ve
Türkan Derya. Bugün baktığınızda birini ayırmanızı istesem.
İşin ana mimarı Uğur Abi’dir. Fakat onunla çok fazla çalışma imkânım
olmadı. Geri kalanında Orhan Oğuz mu, Türkan Derya mı derseniz; Türkan. Çünkü
benim çok yakın arkadaşımdır. Şehnaz
Tango döneminden tanırım onu. Ben sanat yönetmeniyken, o da yardımcı
yönetmendi. Her sahnede ne istediğini göz kontağı kurarak anlatabilen biriydi.
● Sete dair en unutamadığınız
an neydi?
Atışmalar yapıyorduk, saz atışmaları gibi. Ozan’la (Güven) beraber Şener
Abi’ye üçlü sazı almıştık; Özay Gönlüm sazı. Yangın sahnesinin çekileceği gün
hediye etmiştik hatta. O sette bir öğrenci-öğretmen ilişkisi vardı ama bununla
birlikte hep beraber setten çıkıp bir yerlere giderdik. Setin Samatya’da olması
bu açıdan muazzamdı zaten. Mesela en özel anlardan biri Ozan’la gittiğimiz öğle
rakılarıydı. Set bittiğinde de Samatya’da kalırdık.
● Bugün size ekibin bir
bölümlüğüne yeniden toplandığını söyleseler ne hissederdiniz? Timuçin rolünde
izler miydik sizi tekrar? Ya da sanat yönetiminde mi yer alırdınız?
Bir tasarımcı olarak sanat yönetmenliğinin artık Türkiye’de çok fazla
getirisi olduğuna inanmıyorum. Onun için bunu tercih etmem. Ekip buluşuyor
dediklerinde de yemek olur, içmek olur; o zaman buluşurum. Fakat bugün yeniden
oynamazdım, teşekkür edip çekilirdim (gülüyor). Bu saatten sonra olmaz.
● Şakaların eksik olmadığı
bir setmiş. Var mı buna dair hatırladığınız bir olay?
Ozan’la önceden de arkadaştık. Ben birtakım anekdotlar anlatıyordum sette.
Fakat ilk Ozan’la paylaşıyordum bunları. Ozan da onları yani benim anılarımı,
kendi anıları gibi anlatırdı. Taklitçi adam durumuna düşmüştüm ve hiçbir zaman
da açıklayamamıştım bunu (gülüyor).
● Herhangi bir hatıra aldınız
mı setten?
Almadım ama İkinci Bahar’daki
herkesin olduğu bir fotoğraf vardı çerçeve içinde. Türkan Şoray bana hediye
etmişti onu. Yanlış hatırlamıyorsam şu anda da atölyemde.
● Son olarak neler söylemek
istersiniz?
İkinci Bahar,
Türkiye için her açıdan çok önemli bir örnek. O dönem Savaş Ay olsun, Ali Kırca
olsun; sete gelirlerdi. Sistematik olarak ne söylediği açık ve başı ile sonu
belli bir işti. Keşke bu dönemdeki diziler de böyle işleri örnek alarak
yapılsa, hepsinin bir giriş, gelişme ve sonucu olsa. O sonuç yayık olması. Ve
herkesin yaptığı işler böyle övünülecek durumda olsa.