Taşacak Bu Deniz: Taşar Karadeniz de sönmez evlat acısı

Taşacak Bu Deniz: Taşar Karadeniz de sönmez evlat acısı
Belli etmedim ama bu imtihan kalbimin en hassas yerine dokundu.
Bazen insan, içindeki sızının hafiflemesi için bir çocuktan, bir kuştan, bir kediden bile dua bekliyor…
 
Geçen hafta, Esme’nin yıllardır toprağın altında sakladığı sırrı Eleni’ye anlatmasıyla kapanmıştı bölüm. Sevinç nasıl paylaştıkça çoğalıyorsa, acı da bölüşüldükçe hafifliyor sonuçta. Esme yirmi yılı tek başına, dimdik durmaya çalışarak geçirse de bu yılların ağırlığında yalnızlığını, kimsesizliğini ve en çok da evlat kaybetmenin o çaresi olmayan acısını biriktirdi.
 
O dinmeyen acı önce ablasının omzunda hafifledi. Sonra Eleni’nin gözlerinde, o küçücük kollarında biraz daha yatıştı. Yıllarca içine sığdıramadığı yük, ilk kez başka bir kalbe değince nefes oldu ona. Test sonuçları Esme’yi anne göstermese de Esme kalbinin bir yerinde çoktan anne olmuştu Eleni’ye. Belki de kalbinin en derin köşesinde bekleyen yirmi yıllık sevdaya, kızıyla birlikte kavuşturmuştu kendini, Esme. Koçari gelini değil, köy muhtarı değil, Esme Çavuş değil, tek bir gün bile olsa nefes alan, canında kan olan birine anne olmuştu Esme…  Belli etmese de yıllar sonra unuttuğu umuda sarılıp titreyerek ısınmıştı Esme… Taştı o Karadeniz de sönmemişti Esme’nin evlat özlemini. Yalnız yanmıştı da yakmak istememişti sevdiğini…
 

 
Zincirleme bir kötülüğün ortasında hayatta kalmaya çalışan iki aile: Furtunalar ve Koçariler. Kökeninin nereden geldiğini bilmediğimiz ama Şerif’in dediği gibi, kanın içine doğdukları; ölümle sınanarak sıraya girdikleri dar bir boğaz gibi düşmanlıkları. Karadeniz’in hırçın dalgası gibi öfkeli, sert ve sonu görünmeyen bir girdap. Yakma, yıkma, yenme savaşı…
 
O dar boğazın içinde Oruç gibileri can almak yerine cana can katmaya çalışırken; Şerif gibileri, doğdukları andan beri sırtlarına yapışmış kanı mazerete çevirip kötülüklerine kulp bulmaya çalıştı. Ama hamile bir kadını sevdiğinin canıyla tehdit etmeyi, masum bir bebeği annesinden koparıp satmayı, dahası işledikleri günahların hesabıyla yüzleşmemek için masum bir kadının canına kast etmeyi kötülükten saymadılar. Aynı dar boğazın içinde Zarife gibileri, kaybettikleri canların daha kanı kurumadan yeni bir kan savaşına koşarken; Adil gibileri, kan hakkı kendilerinde olmasına rağmen tek damla kan dökmemek için kırk takla atmayı seçtiler.
 
 
Kadere de aşk oldu, yazdı kavuşturmadi!
 
En başından bu bölüme, Adil’in içinde büyüyen öfkeyi anlamak ayrı, hep de hak verdim. Ondan saklananlar ayrı, bildiği gerçekler ayrı; yeterdi onu dağa taşa vurmaya. Ancak ben hep bir şekilde, Şerif ve Zarife'nin yanı sıra, o hatırı sayılır Şirin Furtuna’ya ya da namertçe değil de mertçe karşısında duran Oruç karşısında vicdanıyla muhakeme kurmasını bekledim. Kurmadı… Adil, söz konusu Furtunalar olduğunda iyiye de kötüye de aynı öfkeyle, aynı intikamla yaklaştı. Oruç ve Adil, babaları kan davasına kurban olan iki adamsa şayet, Oruç'un Adil'in mağduriyetine ve mertliğine gösterdiği adaleti ben Adil'in Oruç'a da göstermesini beklerdim. Neticede yakıp yıktığı şeylerin ceremesi sadece Şerif ya da Zarife'den çıkmıyor. Kursak bir... Tüm bunlar, Oruç'un annesini sakınarak Eleni ile pazarlığa girmesini affettirmiyor tabii ki. Ve fakat Şerif düşmanlığımız ortak. Ne diyor bir Oruç Furtuna sözü: "Düşmanlık bitecek diye bunun bedelini bir kadına ödetme. Erkeklerini zabdet!"  Keza erkekler, düşmanlık uğruna ölmeye devam ederken bedelleri hep kadınlar ödüyor.
 
 
Kan babası değil can babası.
 
Ben, Eleni için çay fabrikası yakan, ondan saklanan ölmüş bebeği için Furtuna konağını patlatan Adil’in para karşılığı satılan ve gerçek anlamda çalınan yirmi yılını öğrenen Adil’in Furtuna’ya değil Şerif’e neler yapacağını kestiremiyorum. Bildiğim bir şey varsa o da biz daha çok ağlarız…
 
Uçak sahnesindeki Eleni, Esme ve Adil sahnesinde ağlamayan tek bir kişi yoktur eminim. Ciğerimizi söktükleri için değil ama bu kadar içten oynadıkları için hepsine ayrı ayrı minnettarım. Yüreğinize sağlık.
 
GENEL NOTLARIM:
 
·  Garson Esme'ye yoğurt uzattığında “O yoğurt sevmez, ben alayım” diyen Adil Koçari, ben senden razıyım. Yirmi sene sonra Esme'sinin yoğurt sevmediğini aklından çıkartmayan adam; varsın seni hâlâ seviyorum demesin. Biz yoğurttan anladık.
 
·  Babamın katilinin oğluyla ekmeğimi paylaşmak diyen Oruç Furtuna, bir detayı sana hatırlatayım: Adil'in babasının katili de senin amcan. Üstelik senin babanın katili canıyla ödedi diyetini; ancak Adil'in babasının katili yetmemiş ki hayatta, bir de sevdiği kadını almış ondan. Bence çok zorlama şansını.
 
· Mantık bozulmasın lütfen. Oruç elini kolunu sallaya sallaya Koçari Konağı'na gelip Eleni'nin penceresine taş atamaz. Dışarıdaki korumalar camiye namaza mı gitmiş? Hayırdır, bu rahatlık!
 
·  Fadime'nin: "Ben anasının lafıyla kızlara musallat olan adamı anime damat diye almam." dediği yerde kalanlardanım. Çeyrektir mafya.
 
·  İki tekme tokata karşı sekko yatmaya devam eden Eyüphan'a karşı çay makinesinden son dakika kurtulan Gökhan'dan da razıyım. Senden umudum var.
 
·  Son olarak İlve'nin ısrarla Şerif'in oğlunu kaçırdığını Adil ve Gezep'e söylememesi, bana bu hikâyede inandırıcı gelmeyen tek unsur sanırım. Isınamadım. Gökhan ve İlve'ye ısındım ama buna ısınamadım.
 
Fazlaca ağlamalı yeni bölümde görüşmek üzere. Kâğıttan ekrana emeği geçen herkesin yüreğine sağlık.
 
Sevgiyle kalın.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER