Nazım'ın dizeleri eşliğinde, bir soru yöneltmek istiyorum sizlere. Hayatın rengini düşündünüz mü hiç sevgili okur? Bence hayat mavidir. Yer yer laciverte döner tonu, karşımıza çıkan zorluklarda. Her şey yoluna girdikçe turkuaza döner mesela. Hayattaki en güzel duygulardan biridir aşk. Aşkın rengi, bir denizin derinliğinde, bir gökyüzünün yüksekliğinde saklıdır. Özgürlüğün rengi mavidir. İnsan sevdikçe özgürleşir. Sonsuzluğun rengi mavidir. İnsan sevdikçe, sonsuzluğa bırakır kalbini. Bedeni olduğu yerde dururken, insanın ruhu, mavi bir gökyüzünde bir kuş misali gezintiye çıkar, mavi bir denizde dalgalarla dans eder. Bedeni olduğu yerde dururken insan, sonsuzluğa doğru yol alır, sevdikçe... Denizle gökyüzünün kesiştiği yer kadar, başka neresi muhteşem güzel gelebilir bana bilemiyorum. İşte bence, aşk tam da oradadır. Dünyanın her yerinden görebilirsiniz maviyi ve aşka rastladığınızda muhakkak denizi seyredecek bir yerler bulmalısınız. O zaman sorun ruhunuza, "Deniz ne renk?" diye, muhakkak gördüğünüz mavi bambaşka bir mavidir. Huzurun rengi mavidir. İnsan sevdiğinin yanındayken, tarifi mümkün olmayan bir huzur kaplar içini. Bu duygu dinlendirir, ehlileştirir, sakinleştirir.
Maviyi o kadar çok severim ki, bir kimsenin maviyi sevdiğini öğrenmek bile mutlu eder beni. Her bir tonunda kaybolup gidebilirim, bıraksalar hiç çıkmam oradan. Çıplak ayak, gökyüzünü izlerken deniz kenarında, Ömer ve Defne'sini gördüm birden bire. Çıkmışlar bulutların üstüne, evrenin mavisini izliyorlardı. Maviye bulanmışlardı, buram buram hasreti çağrıştırıyorlardı, deniz kokuyorlardı, gökyüzüne aşkı çiziyorlardı. Mavidir işte tüm dünya da, aşk olduğunda!
Bir cuma akşamı televizyonda, kanalları öylesine gezerken ilk bölümüne rastladığım ve kısacık zamanda müptelası olup, içine girdiğim Kiralık Aşk'ın, 61.Bölüm'ünü de devirmiş bulunmaktayız sevgili okur. Yaz dizisi olarak yola çıkıp, kış sezonunda da devam etmesiyle beraber, dolu dolu dört mevsimi yaşadık bugüne dek. Öyle ki, her mevsim bölümlere de yansıdı. Yazı yaşadık aşkla, Ömer'in kışını atlattık aşk acısıyla. Baharla beraber yeşeren ihtimaller, yarım kalanların tamamlanmasıyla devam etti. Tekrar yaz geldiğinde, Ömer ve Defne'den ayrıldığımızda, onların ilk aşka düştükleri zamanlara döndük hep beraber. Ve bu kış, sonunda gerçekten her acısını geride bırakarak aşkı, bize getirdi.
Hepimiz, tatlı romantik bir o kadar da komik hâlleriyle sevdik Kiralık Aşk'ı. Gerçeğe yakındı ve bir o kadar da masal gibiydi aslında. Eğer yaşamak için fantastik bir dünya seçecek olsaydım, hiç düşünmeden Defne ve Ömer'in dünyasına girmek isterdim. Mahallede bir komşu, şirkette bir çalışan, hatta Ömer'in evindeki Maviş bile olmaya razı bir şekilde, hiç düşünmeden onlarla beraber olmak isterdim. Çünkü, o kadar güzellerdi, o kadar birlikteyken şahaneydiler ki, yüreğime çok iyi geliyorlardı.
Kaybolup giderken fırtınalarda, gönlümce bir ıssız ada bulmuşum...
Elli iki hafta boyunca, her badireyi Defne ile beraber atlatmıştık. Daha ilk bölümde, Defne'nin akan gözyaşlarını silmek istiyorduk. Girdiği cenderenin hayatının mucizesi olduğu anları izlerken bile, esen rüzgarın, hiç bilmedikleri ama çok mutlu oldukları yere Ömer ve Defne'sini götüreceği anları iple çekiyorduk. Bazen kızıyor, bazen dayanamıyor, bazen kurtulması için dualar ediyorduk. Kötüler, yalnız Defne'ye değil, bize de kazık atıyorlardı. Ve Defne'nin başına gelen her kötü şeyde, hiçbir şey bilmeyen ve doğal olarak acısını yine Defne'den bilen Ömer'e üzülüyorduk.
Ömer, hiçbir şey bilmediği ve günün sonunda, -düğününde- çok büyük bir gerçekle yüzleştiği için ne yapsa, ne tepki verse, -Defne'yi bir gün anlaması şartıyla- haklıydı gözümde. Nitekim, geçen bir senede muhakemesini yapmış ve Defne'sinin çektiği acıları fark edebilmişti. Aynı şeyi yalnızca, Defne'nin de anlaması kalmıştı havada asılı bir şekilde.
Defne ve Ömer'le beraber geçtiğimiz yolları, bir masal eşliğinde tekrar hatırladığımız dakikalarda, içli içli ağlıyordum. Eksilmeden, kaldıkları yerden daha güçlü devam edebildikleri sevdalarından geriye kalan hatıralara sahip çıkalım, onlar Kiralık Aşk'ı çok özel kılan detaylar! Açık açık veda havasını hissettim bölümün her dakikasında, bunun burukluğuyla ekran karşısında oturmak da çok kolay değildi açıkçası. Defne ve Ömer'in her şeyin başladığı bankta, geldikleri noktaya kısa bakışları benim yüreğimi delip de geçti.
Bazen, farketmeden birine ait olabiliyor işte insan. Hiç konuşmadan bile, yalnızca bakışlarla biri için atmaya başlayabiliyor kalbi. Belli bir süre sonra, birinin huyunu ezberleyebiliyor insan. Ne zaman su içeceğine kadar bilebiliyor, mimiklerinden ne demek istediğini anlayabiliyor. Defne ve Ömer'in birbirlerini tanıdıklarına emin olduğum ilk anı düşünüyorum. Sanırım Defne'nin, Ömer'in bir bakışından, manken olmasını istemediğini anlayabildiği andı. O zamandan sonra, ne kadar konuşmasalar ve konuşacakları anı hasretle beklesem bile, birbirlerini algılarıyla bile anlayacaklarını biliyordum. O yüzden, anlaşamadıklarında kızıyordum. İletişim dediğimiz şey, en iyi konuşmakla olsa da, bazen konuşmadan da birbirini tamamlayabiliyor işte insan, Defne ve Ömer gibi.
Yazı devam ediyor...