Söylemeden geçmeyeyim;
*Flashbacklerden midir, Defne ve Ömer'in artık olabilmelerinden midir, nedendir bilmediğim bir şekilde buram buram Kiralık Aşk izlediğimi hissettiğim dakikalarda, 1503 nolu oda krizi de muazzamdı elbette. "Telefon icat edilmemiş miydi?" diye düşünürken, "Keşke, icat edilmeseymiş!" diye düşünmeme sebep olan, Sinan, Sinan'ımız! Seda'nın bornozla Ömer'e yakalanmasından tutun da, Defne'nin odaya seksilikten utangaçlığa dönüşen girişinde gülmekten yerlere yattığımı söyleyebilirim. Gecenin sonunda, vuslata erebilen, rüzgar çanına üfleyen Seda ve Sinan olsa bile kabulümdür sevgili okur. Yeter ki, ayrılık çanları çalmasın!
*Defne'nin bileklerini julyen doğramamak için, Sinan'ın odasında uyumaya karar vermesi üzerine, Ömer'in çilesinin bitmeyecek oluşuna da ayrı bir kahkaha attım. Acep, Seda ve Sinan rüzgar çanını üflerken Defne, "Aman canım benimkinde utanılacak çok da bir şey yokmuş!" diye düşünmüş müdür? ^^
*Hulusi İplikçi'nin, Neriman'a tüm servetini bırakması gereken bir mesele var aslında. Neriman olmasa, ne Ömer'in ne de Defne'nin, Hulusi'yi ziyaret edeceği yok çünkü. En minnoş hâliyle, Hulusi Bey'in öldüğünü zanneden Defne'nin, adam henüz hayattayken onu ziyaret etmesi -üstelik Ömer'le beraber ziyaret etmesi- gereken bir mesele var, acilinden! Bazen düşünüyorum, Ömer dedesiyle barıştı da ne oldu diye... Çünkü, Ömer'in gururundan ödün verip, süt içtiği bardağı hatırladığını söylemesi gerekiyor. Çünkü, Ömer'in dedesini artık sevgisiyle iyileştirmesi gerekiyor. "Dur allasen, bu mu şimdi derdimiz?" dediğinizi duyar gibiyim sevgili okur. Ama merak ediyorum. Defne'yi, Ömer'le el ele, Hulusi Bey'in masasında merak ediyorum. Aynı şekilde, gün geldiğinde, Topal'ların evinde de merak edeceğim ama o kısımlar biraz dumanlı ve ileriki haftaların mevzusu, biliyorum.
Yalnızca iyi olduğun için değil... Bu kadar adaletli olduğun için de... Defne seni çok seviyor Ömer İplikçi...
*Neriman'ın ettiğini bulmasını çok istediğim günleri hatırlıyorum. Şimdi, o günler çok da önemsiz kalıyor. Ben mi çok iyi kalpliyim yoksa Neriman'da şeytan tüyü mü var bilmiyorum. Vefanın, yalnızca bir semt adı olmayışından belki. Ömer kadar inanıyorum ben de, Neriman'ın kötü bir insan olmadığına. Sude'nin ve dedesinin kötülüğünden adı kadar emin bahsederken, Neriman için bu cümleyi kuramayışına bir sebep bulmaya çalışıyorum. Ömer'e, "Sen benim doğurmadığım oğlumsun" diyen kadını bir gün görebileciğim umudundan asla vazgeçmiyorum. Lütfen bu sefer anlamış ol Neriman İplikçi, bu sefer heba etme Ömer'in adaletini. Ve muhteşem yeşilçam performansından ötürü, sevgili Nergis Kumbasar için de bir kalp bırakıyorum, çünkü şahane!
*Passionis'in önündeki bankta, Ömer'e ablasıyla beraber çekirdek çitleyişinden bahseden küçük Esra'ya gidiyor aklım. Aklımın da orada kaldığını hissediyorum sevgili okur. Ömer ve ekmek arasının tekrar karşılaşacakları anı beklerken, yirmi üçüncü bölümde yaşadığım kırgınlığı yanıma katıp, her olası karşılaşmalarında göreceğimi sandığım Ömer ve Esra sahnelerini arıyor gözlerim. Aklımın, o bankı terk etmesi gerekiyor sanırım artık. Ve asla Pamir ve Esra sahnesi istemediğimi altını çize çize yazıyorum. Ömer'ci olan ekmek arasını, Ömer'le beraber dolu dolu izlemek istiyorum, lütfen!
Bu hafta da böyle işte sevgili okur. Her türlü karmaşayı, uzun uzun ve komik bir şekilde kaleme alabilen ben, romantik komedinin en ortasında, duygusallıktan ölebiliyorum. Her zaman mutluluktan duygusallaşalım madem <3 Güzel bir nostalji oldu, iyidir. Hatırlamak güzeldir. Daha da güzel bölümlere, daha yüksek reytinglere kaldırıyorum hayali kadehimi öyleyse! Tüm ekibin gönlüne, sizlerin de okuyan gözlerine sağlık! Aşkla kalın, mavide buluşalım. ^^