Mira
Beylice
O tam bir prenses. Güzelliği, zarafeti, stili, girdiği
tüm ortamlarda hiçbir çaba sarf etmeden odak noktası olmayı başarması,
bencilliği, flörtözlüğü, gerektiğinde can yakmaktan çekinmeyen karanlık tarafı ve
ince hastalığı onun prensesliğini oluşturan özellikleri… Tüm bunları olmak, tüm
bunları yapmak için hiçbir çaba göstermiyor, çünkü bunlar onun doğasında var,
doğuştan şanslılardan o. Mira; asıl kız olarak görmeye alıştığımız, aptallığa
yakın saflık derecesinde bir karakter değil asla… Bu kadar sevilmesinin de,
nefret edilmesinin de asıl sebebi bu aslında. O, ekran idealizmiyle kurgulanmamış,
aramızda yaşayan gerçek biri, okulun en güzel kızı, iş yerindeki en havalı
kadın, mahallenin en şen kahkahalısı… Tamam mahallenin şen kahkahalısı kısmı ona
pek uymadı, çünkü Mira Altınkoy’da doğup, el bebek gül bebek büyümüş, oranın
dışında bir dünyanın var olduğunu Yaman sayesinde öğrenmiş, dünyadaki acıları
Altınkoy’daki sosyal sorumluluk projeleriyle yok edebileceğine inanan,
akvaryumdaki süslü bir balık olmak için büyütülmüş adeta.
Ama içinde bir
yerlerde hep dış dünyaya bir merak var, bu prenses aşağılayıcı gözlerle
bakmıyor sarayının balkonundan… Asaletin gerektirdiği tavırlar diye kuralları
yok. İçinden geleni yapıyor. Duygularını saklamak gibi bir kaygısı yok,
herkesin ortasında ağlayabiliyor da, çılgınlıklar da yapıyor. Aşık olduğunda
sonuna kadar arkasında duruyor, gururunu bile hiçe sayıyor. Sırf bunun için
bile ona hayran olabilirsiniz. Ezik biri görünmeye dair hiçbir kaygısı yok. Aklına
koyduğu şeyi gerçekleştirmek için önündeki engelleri görmüyor. Gerektiğinde kendini,
hastalığını hiçe sayabilir. İnandıkları uğruna kendini ateşe atmaktan çekinmez.
Bazen kendine bile karşı koyamıyor, içindeki o merakı engelleyemiyor mesela,
ama sonra “vah ben niye böyle yaptım” diye hayıflanmıyor. Bazen köşesine çekiliyor,
dramların kraliçesi oluyor. Herkes onun gözyaşlarından endişe duyuyor, etrafında
pervane oluyor. Ama Mira, bunun için tek bir çaba dahi sarf etmiyor, Mira’nın
etrafında olmak adeta onun için endişe duymak, ona şefkat duyguları beslemek
yer çekimi gibi bir şey, varlığını biliyor ama hissetmiyorsunuz, hayatınızı
yönlendiriyor ama olması gereken bu zaten, çünkü o çok tatlı!
Gözyaşları içinde
bıraktığınız Mira’yı bir anda, ona bunu yaşatanlara bir akrep gibi zehrini
akıtırken bulabilirsiniz. Dilimi tutayım da güçlü görüneyim, yenilmeyeyim falan
gibi düşünceleri asla olmadığından, içindeki karanlık tarafı ortaya çıkarır hamlesini
yapar, sonra da dünya yeniden onun etrafında döner ve bu çok doğaldır. Tüm
bunlar olsun diye planlar kurup ince hesaplar yapmaz Mira… İçgüdüleriyle
hareket eder demek en doğrusu sanırım, prenses içgüdüleri…