Dikkat: Bu yazı 14 Eylül 2013 tarihinde ilk bölüm izlemesinin ardından kaleme alınmıştır
The O.C., önce Amerikalı sonra da bizim gençlerin kalbini çalarken hangi
mühim işlerle meşguldüm, hiç hatırlamıyorum. Bu kült dizinin birkaç
bölümüne denk geldim ama hiçbir zaman tutkulu bir seyircisi olamadım.
Hoş, iflas edip, evimi kapatıp, annemle yaşamak zorunda kalana kadar
televizyon da pek izlemezdim. Annemle yaşamaya başlayınca delirmemek için
televizyon dizilerine sardım. Çık dolaş, yapamayacak kadar parasızdım ve
bu bedava eğlence biçimi akıl sağlığımı korumamı sağladı. Hatta yerli
dizileri izlemekle yetinmeyip, blog açıp eleştiri de yazmaya
başlamıştım. Böyle böyle geldik bu günlere. Neyse..
Geçen sezon sonuna
doğru
Ece Yörenç- Melek Gençoğlu ikilisinin The O.C'yi Türk
televizyonlarına (yasal telifini ödenerek) uyarladığı haberi ortalığa düşer
düşmez oturup, ilk beş bölümü izledim. Dün gece de
MedCezir adıyla
ekrana uyarlanan dizinin tekrarına baktım. The O.C, yıllarca yerli
senaristlere ekmek sağlamış; sahneleri, karakterleri, hikaye açılımları
onlarca 'özgün' işe kaynaklık etmiş münbit projelerden biridir. Nihayet
birileri projelerin parasını ödeyip yasal uyarlama yoluna gitmeye başladı.
Sektör etikleri açısından çok sevindirici ve gurur verici bir gelişme.
Küçük ama güçlü bir adım. Elbette ve hâlâ, alenen çalıntı proje yazmayı
kabul eden, adını o işe koymaya çekinmeyen 'senaristler' ve 'yapımcılar'
da var. Ekmek parası neylersin...
The O.C. meraklısı olmadığımı en baştan söyledim çünkü projeyle ilgili
fikrimi söylerken karşılaştırmalı yürümeyeceğim. Misal istisnasız herkes
Seth karakterinin yanlış uyarlandığı konusunda hemfikir. Benim bir
fikrim yok. Ancak izlediğim bölümlerdeki Seth ile
Mert arasındaki farkı
görüyorum ama, derinlemesine eleştiremiyorum. Mert rolünü ifa eden
Taner
Ölmez son dönemin parlak yeteneklerinden biri. 1986 doğumlu. Zannedersem, 27
yaşında bir adam olarak yeterince 'genç' görünmediği kaygusuyla
yorumuna çocuksu bir telaş eklemiş. Bu da karakteri nörd çizgisinden alıp 'ebleh' sınırına
taşımış. Oysa gerek yok. Plastik malzemesi yeterince çocuksu ve biraz
daha rahatlarsa yorumu tadından yenmeyecek.
Oyunculuklar üzerine uzun
uzun yazmak istemiyorum.
Serenay Sarıkaya ve
Çağatay Ulusoy çok parlak
ekran figürleri. Çok da yakışmışlar. En çok
Mine Tugay ve
Barış Falay'ın
yorumlarından korkuyordum. İkisini de çok başarılı buldum. İkisinin de
karakterlerine inandım. Sevdim. Gönüllerine sağlık! Ancak söylemeden
geçemeyeceğim, Mine Tugay'ın göz altı torbalarını saklama telaşı da
benim diyen devamlılık asistanını yakar, meslekten eder. Sadece Mine
Tugay'ın göz altı torbalarını izleyerek günlük çekim programının
aynısını yazar, elinize veririm. Sahne sektirmem.
Mine Tugay'dan
korkarken golü başka yerden yedim:
Eylül.. Beni umutsuzluğa düşüren tek
yorumun sahibi
Hazar Ergüçlü oldu. Hazar çok genç ve pırıltılı bir
oyuncu. Kabul. Fakat fiziksel olarak karakteri doğru giyememiş. O pırasa
püskülü gibi fönlenmiş saçlar, kambur şakül, kocaman ağzını daha da
gözümüze sokan kırmızı rujuyla taze düşmüş varoş kızı gibiydi.
Bilemedim. Eylül karakteri orjinalinde de 'varoş' bir kız ise sözümü
seve seve geri alırım elbette.
Murat Aygen'e de bayıldım, ayrıca
belirtmek isterim..
Bana göre rejide ve kurguda da ince ince sorunlar vardı. Sahne
yorumları, resim kaygularının yarattığı tuhaf açıların kullanımı,
-muhtemelen oyunculuklar sarktığı için- geçiştirilmiş iyi çözümlenmemiş
kavga sahneleri ve araba takip sahnesi haddinden fazla vasattı. Gişe
kaygulu yapımcının filmi kısaltma telaşında bağlanmış ani sahne
geçişleri de kurgulanan 'masal'da tatsız sıçramalar yarattı.
Prodüksiyonu zayıf, sanat yönetimini özensiz buldum. Kılık kıyafetler ne
kadar başarılı olmuşsa, dekor o kadar zayıf duruyordu. Her buldukları
boşluğa bir demet çiçek yerleştirerek hem gözümü hem de 'malikane'yi
yordular. Çiçek de çiçek olsa alt tarafı beşinci sınıf gelin
buketlerinin gediklisi Lilyum.
Defile sahnesinde duvarlara sarı
yıldızlar yansıyan müsamere goboları, abartılı Sushi tabağını ısrarla
gözümüze gözümüze sokuşları (gerçi o da rejinin eksi hanesine yazar)
filan içimi baydı. Düzeltilmeyecek, hayati hatalar değil elbette..
Özetle; gerek reji, gerekse sanat yönetimi açısından oluşmuş ufak tefek
'gusto' ve 'vizyonsuz yorum' sorunlarını kenara koyarsak; şahsen
MedCezir'i izlerim çünkü senaryo ve uyarlamayı son derece eğlenceli
buldum. Son dönemde yoktan bile tansiyon tutarak seyirciyi ekrana
kitlemeyi başaran Ece- Melek ikilisini bu kadar genç lisanda bir işin
altından -her anlamda- başarıyla çıktıkları için de yürekten kutluyorum.
Öyle yani.
R.