Efendim, dönem dizileri içeride ve dışarıda parıl parıl günler
yaşıyorlar. Her ne kadar yerlerini distopya/ütopya üzerinden giden temalara
bırakacak gibi görünseler de, cin şişeden, macun da tüpten çıktı bir kere ve
geriye sokmanın imkânı yok. Belki ileride bugünkü kadar genel bir kabul
göremeyecekler ama, şurası kesin ki kendilerine bağlı bir izleyici kitlesi
yaratmayı başardılar ve hep var olmaya devam edecekler.
Hep diyorum; örnekleri izleyip keyif almak için illa Roma İmparatorluğu'na
veya Vikingler'e gitmeye gerek yok; yakın dönemi konu alan güzel işler de var
pazarda. Bir ticaret imparatorluğunun kuruluş dönemini anlatan Mr. Selfridge de
bunlardan biri. Adet olmaya başladığı üzere benim ele aldığım ekran işleri de
bir yerinden kokuya bağlanan işler. İşte Mr. Selfridge de ilk sezonunun üçüncü
bölümünü neredeyse olduğu gibi kokulu ürünlere ayırarak koku dedektörüme
yakalanıyor.
Malların üretildiği dükkanların veya atölyelerin kapısının önünde
sergilenerek aynı yerleşim biriminin diğer sakinlerine satılmalarının yerine,
üretildikleri yerin uzağında, iş ve aş peşine düşüp kentlere biriken
tüketicinin neredeyse kucağında satışa sunulmaları, girişte bahsetmiş
olduğuğumuz sistemsel değişimlerden bir tanesi. Keza her ürün için ayrı dükkân
yerine farklı ürünlerin tek bir çatı altında satışa sunulması da gene aynı
kulvarda değerlendirilecek bir diğer değişim. Şu kutu sanılan çömlek var ya,
hani Hermes'in evine bırakıp da Pandora'nın dayanamayıp kapağını araladığı,
bunlar işte hep o çömlekten fırlayanlardan.
Harry Gordon Selfridge (1858-1947) ofisindeki çalışma masasında
Her ne kadar sanayi devriminin işlevsel sonuçları İngiltere'de pamuklu
kumaş imalatı ile gündelik hayatta hissedilmeye başlamış olsa da, üretilenin
satışı konusunda Amerika'lılar açık arayla öndeler. İlk çok katlı ve her
katının reyonlarında birbirinden farklı ürünün satıldığı
department store'ların
(çok katlı mağaza) ilk önemli örnekleri oradan çıkıyor zira.
Çalışan nüfusun kendisine ayırabildiği vaktin gittikçe azalması ile
beraber kentlerde çoğalmaya başlayan bu kalabalığın aynı zamanda tüketici de
olduğunun bilincinde olunarak “Biz bu garibanları dükkân dükkân
dolaştırmayalım; her “ihtiyaçlarını” bir çatı altında sunalım kendilerine.
Harcamayacakları yol paraları ve kaybolmayacak vakitlerinin karşılığı da bizim
biraz daha pahalı olan fiyatlarımız olsun. Nasıl olsa ileride toptan mal alımı
ile biz o fiyat farkını da kapatırız” diye düşünmüşler zahir muhteremler. Eh,
ölçek ekonomisi fiyatlandırması
kavramının satış teorileri içinde henüz yer almadığı, ama yer alabileceğinin
öngörülebildiği yıllar daha o yıllar.

Diziye konu olan Selfridge mağazasına ait eski bir kartpostal ve fotoğraf Dizinin odağındaki Harry Gordon Selfridge de, Amerika'nın ilk çok
katlı mağazalarından
Marshall Field's'da işe başlamış, mal temin etmek
için de sık sık Avrupa'ya seyahat etmiş bir girişimci. Önceleri Chicago'lu
patronunu istikbal vadettiğine inandığı Londra'da bir şube açmak için ikna
etmeye çalıyor, ancak çok katlı mağazacılığı “ucuz iş” gibi gören ve bu
kapsamda dev mağazasının içinde bile çekmecelerde ürün bulundurmanın ötesine
pek geçemeyen “toptancı ruhlu” Field, bu öneriye sıcak bakmıyor. Bunun üzerine
Harry tası tarağı topluyor ve oldukça varlıklı bir aileden gelen eşi Rose'u da
ileride yanına almak üzere terk-i mekân ederek Londra'ya yerleşiyor 1906
yılında. Oxford Street'in o dönemlerde pek de hareketli olmayan batı ucunda
geniş bir arazi edinerek hayalindeki mağazayı inşa etmeye başlıyor. Bir kişinin
sermayesiyle olacak bir iş değil elbette bu ve geniş bir yatırımcı grubuyla
beraber bir kısım banka da başlangıç sermayesi için destek veriyorlar Harry
Selfridge'a.