Efendim biliyorsunuz Çağan Irmak filmlerinde arkadaşlar arasında "Çağan Irmak yapmak" şeklinde deyimleştirdiğimiz bir önce güldürüp sonra salya sümük ağlatma taktiği vardır. Diziden kopmama sebep olan saçma sapan olaylar neticesinde neredeyse seyretmeyecek olduğum 46. bölümde de böyle bir yol izlenmişti.
Elinden hiçbir şey kurtulamayan Avukat Hanım, Sefer'in Anıl'layken ne kadar mutlu olduğunu görünce harekete geçmiş ve bir şekilde çocuğu evlatlık edinmeyi başarmıştı.
"Yine mi kaçtın lan?"
Capslemeye doyamadım.
Daha evvel yoğurt çorbasına salça koyulduğunu sanan bir karakter olduğu gösterilen Sema artık nikâhta gerçekten keramet vardıysa demek, mükellef sofralar kurup misafir ağırlayan bir kadına dönüşmüştü. Double date diyebileceğimiz yemekte de, komiklikler şakalar eksik olmamıştı.
Fakat asıl bomba yemek sonrası çaylarını içip, flört neymiş evlenin kurtulun işte diye ZülMel'i sıkıştırdıkları anlarda Sema'ya gelen telefondaydı.
Sefer and Sema, The Kayınços
Sema'nın baştan beri uyuz olduğum kifâyetsiz doktoru, gecenin bir yarısı kadını arayıp, sonuçlar karışmış, Alzheimer olmayabilirsin, bunca acıyı boşa çektin kadın diye müjde vermişti. Sadece Sefer ve Sema değil, Zülfikâr'la Meltem bile sevinçten ne yapacağını şaşırmış, en sonunda bahçedeki havuzun etrafında halaya durmaya karar vermişlerdi.
Bu mutlu anlardan sonra Sefer içine doğmuş gibi Zülfikâr'ı kenara çekip son kez abilik yapmış, bu kızı üzme, kaçırma, bu kız iyi kız diye nasihat etmişti Meltem için.
Herkes evlere dağıldıktan sonra Sema da hasta olmadığına göre artık kendi çocuğunu yapmayı hayal eden Sefer, yorganın altında çiçeği burnunda oğlu Anıl'ı bulacaktı.
"Doktor müjdeyi bi' patlatsın, artık çocuğu yaparız, hiç kaçarın yok."
Ertesi sabah Sadreddin'in durumunun hâlâ belirsiz olmasından dolayı çökmüş vaziyette olan Baba'ya moral olsun diye Anıl'ı el öpmeye götürmüşlerdi. Doğrusu torun aşkıyla yanıp bir türlü dede olamayan Bahri Baba'nın bu haberi daha büyük coşkuyla karşılamasını beklerdim.
"Oğlumuz."
Yine yetim kaldı bu çocuk.
Eveet, Çağan Irmak yapmak eyleminin neşeli tarafları burada sona ermek üzereydi. Yani Sema Anıl'la birlikte doktorla görüşmek için Sefer de Anıl'a giyecek bir şeyler almak için birbirlerinden ayrıldıktan sonra.
Niye bu kadar kötü olduğunu asla anlayamadığımız Adil Topal, son darbeyi telefonda Sema'dan ikisinin de müjde olduğunu sandığı haberi dinlerken, elinde Beşiktaşlı panda ayısıyla yakaladığı Sefer'in elini kolunu bağlayıp onu Sema'yla tehdit ederek vurmuştu. Üstelik Sema'nın doktoru da Güney Amerika pembe dizilerindeki gibi bir anda ortaya çıkıp bir kötü adam gülüşü atması eksik kalarak, kandııırdıım, kandırdııım demişti. Sefer'i hiç bu kadar çaresiz görmemiştik.


Sema gibi akıllı bir kadının telefonda haberini aldığı Sefer'i kurtarmaya el kadar sabiyle tek başına gitmeye çalışması mı dersiniz, Sefer'in bindirildiği eski model arabanın her haliyle "birazdan başıma kesin bir şey gelecek, zira yerli dizi prodüktörleri için para her şeyden önemli galiba" diye bağırması mı dersiniz, izbandut gibi adamların hayvan gibi silahlarla Sema'yı vuramamasını geçtim küçücük arabasının lastiğini patlatmayı bile becerememesi mi dersiniz, bayılmış olan Sefer'in kendine geldikten sonra arka koltuktan direksiyonu ele geçirebilmesi mi yoksa şoför arkadaşın frene basmayı akıl edememesi mi dersiniz, gözlerden kaçamayan türlü saçmalıkla uğurladık Sefer'i.
"Semaaa!"
"Sefeeer!"
“Kötü insanların türküleri yoktur.” Neşet Ertaş
Ben bu bölümü diğer birçok Poyraz Karayel bölümünün aksine sadece bir kere izledim. Tam bir yıl sonra sadece fotoğraf kesebilmek için tekrar bakmış oldum. İzlerken Sefer'in Cahildim Dünyanın Rengine Kandım türküsü eşliğinde okuduğu veda şiiri, o kadar Sefer'e özgü, o kadar dervişâne, o kadar hisliydi ki, huşu içinde dinlerken, türküyü de Kanbolat Görkem Arslan'ın söylediğini sonradan internetteki yorumları okurken fark edebilmiştim. Bu mantığa aykırı uçurum sekanslarının en güzel anı ise Sefer'in Sema'yı kurtarmak için kendini feda etmeyi gönül rahatlığıyla kabul ettiğini ıslak gözlerle gülümseyerek gösterdiği andı sanırım.
Sefer hayatı boyunca yaptıklarından pişman olduğunu daha önce de birkaç kez dile getirmişti. Şartlar başka türlü olsaydı yapmak zorunda kaldığı onca kötülüğü yapmayacaktı büyük ihtimalle. Bu yüzden belki de yaşamında çok da bir anlam görememişti. Ölümün bütün bir yaşama anlam katıyor olması düşüncesi ise oldukça epikti. Ama bence Sema'ya kavuşmuş olmak da onu hep istediği temiz hayata doğru yönlendirebilecek bir talihti. Ben hep Sefer'in bir gün mafya işlerine tövbe ederek normal bir hayat yaşamak için her şeye sıfırdan başlayabileceğini düşünmüştüm. Sabıkalı bir katil olsa da, vicdanı hep iyiye yönelmiş bir adamdı Sefer. Ve gerçekten çok güzel sevmişti.
Son bakış
Sıkıntılardan bir ev kurdum yıllar sonra.
Güzel günlerimiz oldu.
Ne parantez açmak isterdim ne bir virgül koymak.
Onlara ne söylemeliyim.
Bir şey söylemem gerekir mi?
İnsanlar aradığında gelmezler, aramadığında keşke beni çağırsaydın derler.
Didem Madak

"Biliyorsun ölüm, mavi boş bir kafestir kimi zaman
Acıyı hangi dile tercüme etsek şimdi yalan olur Pollyanna" Didem Madak
Yarım kalmak...
Vicky Cristina Barcelona filminde çılgın aşıklar Maria Elena ve Juan Antonio, "Sadece yarım kalan aşk romantiktir." ve "Bizim aşkımız sonsuza kadar yaşayacak, çünkü asla tamamlanmayacak." gibi cümleler kurmuşlardı. Yarım kalan şeyler insanın aklında hep yer ediyor ve yıllar geçse de unutulmuyor galiba gerçekten.
Hem batıda hem doğuda efsane olmuş aşklar da hep bir şekilde yarım kalanlar değil midir zaten? Çünkü bir belirsizlik var yarım kalan şeylerde ve ihtimaller üzerinde düşünmeye itiyor bizi bu durum.
Sefer ve Sema hikâyesinin içimizde ukte kalmış olması da yaşanabilecek olan ama yaşanamayan bütün o iyi ve kötü zamanların hayalidir sanıyorum.