Merhaba,
Zaman
Bey tuhaf birisi. 17 yaşındayken 17 kasedindeki şarkıların sırasını bile
ezberlemiş olduğum Teoman sonradan bozmuş olsa da, aklımın bir köşesine yazmış
olduğum şu basit ama güzel lafı etmişti bir şarkısında: Nasıl oluyor, vakit bir
türlü geçmezken, yıllar hayatlar geçiyor?
Bu
yazıyı yazmaya bu son teşebbüsümden evvel çok defalar niyetlendim. İlk hedefim
dizilerin yeni sezonlarının başladığı, vizyona yeni filmlerin girdiği,
tiyatroların perdelerini açtığı, okulların açıldığı, Umut Sarıkaya’nın çok
sevdiğim üslubuyla şahane tespit ettiği üzre gelişiyle hiçbir çaba sarf etmeden
hüzünlenmemizi sağlayan başlangıçların mevsimi sonbahardı. Olmadı. Eylül de
toparlandı gitti işte, Ekim filan da gider bu gidişle diye mırıldanıp dururken
kendi kendime, ne olduğunu anlamadan Kasım bile bitti. Yalnız ve güzel ülkem o
kadar büyük acılarla sınadı ki hepimizi, kendi küçük kişisel sorunlarımla,
mesela işimin getirdiği yorgunluk ve zamansızlıkla dertlenmeye iyice utanır
oldum. Ömrümüzden ömür götüren 2016 bitmeden bu hikâyeyi de bitireyim diye
niyetlendim bir ara, yine olmadı. Sonra bir ara, Sefer ve Sema kavuşmasının
yıldönümüne denk gelsin istedim kendileriyle ilgili yazacağım son yazı, yine
beceremedim.
Velhasılı
kelam, yazının düşüncesi hep beynimdeydi, hatta tuhaf bir sorumluluk duygusuyla
rahatsız edip durdu, ama şartlar bir türlü Donetsk olmaktan kurtulamadı (Ethem
Özışık, artık buraları okumuyorsun biliyorum ama günlük konuşmamıza kattığın
bazı tümceleri hâlâ kullanıyorum.).
Fakat
son bir çabayla, bari nihai ayrılığın sene-i devriyesine denk getireyim derken,
bu son yazının Poyraz Karayel’in ekran serüveninin de sona erdiği haftaya nasip
olacağını tahmin edemezdim. Fransızların dediği gibi, "C’est la vie."
Hikâyenin
bu hem en mutlu hem de en trajik kısmını yazmak, çok istediğim ama çok da zor
bir tecrübe oldu aslında her anlamda. Nedense bir final yazısı için yeterince
derli toplu şeyler ortaya koyamama korkusu hasıl oldu bir yandan. “Birisi uzun
cümleler kuruyorsa aslında vedalaşmak istemediği içinmiş.” gibi bir cümle
okudum geçenlerde. Vedalaşmak istemeyişimi uzun cümlelerin ve bahanelerin
ardına mı saklıyorum acaba diye de düşünmedim değil sonradan. Ne de olsa bunca
nefretin içinde, hayali de olsalar, sığınmak istediğimiz sevgilere veda etmek o kadar kolay değil.
Hâlâ
hatırlayan, özleyen ve hatta bekleyen varsa, buyrun hep beraber Sefer ve
Sema (a.k.a. SefSe) hikâyesini nihayete erdirelim.