“Sen kendime doğru çevirdiğim bir bıçaksın!”
Franz Kafka
Ben kendi pisliğimde yaşıyorum, bu benim meselem. Ancak seni de bunun içine çekmek, o bambaşka bir şey, sana karşı işlenmiş bir suç anlamında değil, o ikinci derecede kalır; bir başkasına karşı işlenmiş bir suçun, sadece o başkasını ilgilendirdiği sürece, benim uykularımı kaçıracağını sanmıyorum. Dolayısıyla bu değil. Korkunç olan daha çok, senin yanında kendi pisliğimin daha çok bilincinde olmam ve – her şeyden önce – kurtulmam bu yüzden bu kadar zor, hayır bu kadar imkânsız oluyor (her durumda imkânsız, ama burada imkânsızlık artıyor). Bu da alnımdan korku terleri boşanmasına neden oluyor.
O anı uzun bir süre unutmayacağım. Ceylin ve ailesi, Parla’yı yurtdışına kaçırmaya çalışırken Ilgaz’ın kalbindeki kırıklık unutulacak gibi değildi. Bir gün öncesinde Kapadokya’da aşk sarhoşluğu yaşarlarken, şimdi bu hâle gelmeleri çok acı. Bu sahneleri izlerken ve bölüm boyunca duygular okyanusunda çokça boğuldum. Aklımda sürekli olarak tek bir cümle döndü. Çok sevgili Nükhet Duru ile Mabel Matiz’in seslendirmiş olduğu “Nerde” şarkısında geçen “El eleyken el olduk,” cümlesi bu bölüm adeta Ilgaz ve Ceylin’i anlatıyordu. Sakın burada Ceylin’e kızdığımı düşünmeyin. Ceylin’in derdi bambaşka. Ancak bir karar vermesi gerekiyordu. Yeğeni için, canı için kalbinin sesini susturması gerekiyordu. Ilgaz’ın adaleti ve inandığı uğur adına evliliklerinden vazgeçti.
Bu dünyada cezasız kalmayacak bir şey varsa, manevi sorunlarda başvurulacak hesap ve rakamlardır.*
Geçtiğimiz bölüm Ceylin, Parla’yı almaya geldiğinde Aylin’in mızmızlanması üzerine “Ben buraya evliliğimi, hayatımı gömüp geldim,” dedi. Ilgaz ve Ceylin, rüya gibi iki günün ardından mutluluk içinde süren ilişkilerini aileleri için bambaşka boyuta geçirdi. Fragmanı izlediyseniz ilk sekansı da aklınızdadır. Ilgaz ve Ceylin’in mahkemede tüm ailesini ardına aldığı, el ele tutuştuğu bir an var. Ceylin, Ilgaz’ın elini öyle bir sıkmış ki ellerini ayırdıklarında Ilgaz’ın eli bembeyaz kesildi. Fragmanın devamında elleri ayrıldıktan sonra ikisi de yüzlerini birbirine dönüyor. Bu sözsüz akan sahnelere birçok ağıt yakılır. Sahnelerin içindeki anlamlar fazlasıyla derin. İşte bu yüzden bölümün açılış cümlesini de içinde barındıran ve sahnelere ithaf olması için 49. bölümün yorumuna giriş paragrafı olarak Franz Kafka’nın “Milena’ya Mektuplar” adlı kitabından alıntı yapmak istedim. Fragmanda gördüğümüz, ancak bölüm içinde olmayan bu sahne aslında bölümün temasını fısıldıyordu. Aslına bakarsanız o mahkeme salonunda yargılanan ne Parla’ydı ne de diğerleri. O mahkeme salonunda Ilgaz ve Ceylin’in evlilikleri yargılandı. İlişkileri için büyük bir sınavdı. Ne yazık ki bu sınavdan ağır yara aldılar. Pamuk ipliğine bağlı olan güvenleri bir hamle ile koptu. Bölüm sonunda Ceylin, Ilgaz’a boşanma dilekçesi getirdi. Peki, Ilgaz bu dilekçeye Bir daha boşanma gibi bir delilik yapacaklarını sanmıyorum. Ama çok yara aldılar.
Kendim için fazlasıyla ağırım, sizler için fazlasıyla hafif*
İkisinin de odak noktası adalet. Ceylin inandığı doğrular üzerinde adaletini kurmaya çalışırken, Ilgaz olması gereken adaleti koruma çabasında. İkisi de haklı, ikisi de haksız. Bir bütünken şimdi geldikleri noktada iki kişilik eksiklik yaşıyorlar. Ceylin, Ilgaz’ın tutumunu duyduktan sonra fikrinden dönemezdi. Eğer dönmüş olsaydı, bugün hâlâ Ceylin’i konuşuyor olmazdık. Gelinen noktada Ilgaz’ın gözünden baktığımızda ortaya bambaşka tablo çıkıyor. Boyut değiştiriyor. Ceylin arabada giderken Ilgaz’a “Neden kocam olarak gelmedin?” sorusunu sorduğunda kendince haklıydı. Ilgaz, madem ki durdurabilecekti niye savcılık cübbesini bırakarak gelmedi? Ilgaz’ın tarafından baktığımda ise kocalık sıfatıyla durduramadığı karısını ancak savcı olarak durdurabilirdi. Daha bir gece önce Ilgaz’ı ayaküstünde kandırırken ne pahasına olursa olsun Parla’yı teslim etmeyecekti.
Sonu gelmeyen bu beyaz kâğıt gözleri yakıyor*
Eren’in 10. bölümde hem Ceylin’le hem de Ilgaz’la olan konuşmalarını düşünüyorum. Ceylin, o konuşmada Eren’e: “Ben karanlığım, o alabildiğine aydınlık. Ben onu kirletirim. Çünkü siyah her zaman beyazı yutar. Ben durmam, o değişmez. Daha büyük bir felaket gelir kapımıza, işin içinden çıkamayız işte.” demişti. Ceylin’in konuşmasının üzerinden neredeyse kırk bölüm geçti. Değişen hiçbir şey olmadı. Ceylin düşüncelerinde haklı çıktı. Onun karanlığı Ilgaz’ı yuttu. Ilgaz aydınlığına sahip çıkmak için evliliğine gölge düşürdü. Ceylin’in en başından bu yana ilişkilerindeki çekincesi suyu yüzüne çıktı. Ilgaz, Eren’e “Yan yana durmak için iki insan gerek. İki tarafın da istemesi. O kaçmayı seçti. Gidene dur demem, ben.” derken bugünleri görerek demiş. Hoş, bugünleri görmek için müneccim olmaya lüzum yok.
En sonunda yargıyı verecek olan kadındır*
Ceylin, Parla’yı kurtarmak adına küçük de olsa hep bir açık kapı bulmak istedi. Ne pahasına olursa olsun Parla bir saat dahi parmaklıkların ardında kalamazdı. Nitekim ne yaptı ne etti aklından geçeni de yaptı. Ceylin hepsinden bir adım değil birkaç adım ileride olmak zorundaydı. Başta Ceylin’in Metin’e olan davranışını anlamasak da parçalar birleşince tablo ortaya çıkıyor. Sonuçta kimse kimseye durup dururken suçlayıcı davranışla yüksek perdeden konuşmaz. Biraz sonra Ilgaz’la beraber ikisinin sarmaş dolaş olduğunu izledik. Bu işte elbet bit yeniği vardı. Ceylin’in olduğu yerde sükût aramak biraz imkansızlaşıyor. Çınar’ın ifadesinin alındığı sıra küçük bir elektrik kesintisi yaşandı. Ve bingo! Metin Kaya katkılarıyla Parla kuş olup uçtu. Ta ki dava gününe dek ortaya çıkmadı. Ceylin ile Metin’in iş birliği aklıma “Bir şeyi saklamanın en iyi yolu, onu herkesin görebileceği bir yere koymaktır,” sözü geldi. Parla’yı Metin’in evinde aramak kimsenin aklına gelmezdi. Ceylin’in bu hamlesi onları mahkeme gününe kadar getirdi. Bir saat dahi olsa Parla o parmaklıkların ardına girmedi.
*Franz Kafka – Milena’ya Mektuplar