En Sevdiğinden Başla: Kendini seçemiyorsun, bırakıp kaçamıyorsun*

En Sevdiğinden Başla: Kendini seçemiyorsun, bırakıp kaçamıyorsun*
Herkese merhaba,

Sıcak günlerin yerini daha da sıcak günlere bıraktığı İstanbul’da tiyatro sezonu devam ediyor. Moda Sahnesi, kapılarını yaz günlerinde de açık tutmaya özen gösteren tiyatro topluluklarından bir tanesi. Ben de tatil sezonunda şehirde kalan pek çok tiyatrosever gibi ilgimi çeken oyunları izlemeye çalışıyorum.

Tiyatro Hemhal’in nisan ayında prömiyer yapan yeni oyunu En Sevdiğinden Başla, tiyatro takipçilerinin yakından tanıdığı iki ismi -Nezaket Erden’i ve Hakan Emre Ünal’ı- ilk kez aynı sahnede buluşturmasıyla adından söz ettirmişti. Nezaket Erden’i pandemi döneminde, Moda Sahnesi’nin çevrimiçi gösteriminde Dirmit’i oynarken izlediğim akşamdan beri kendisinin sıkı bir takipçisiyim. Bu süreçte, birlikte çeşitli projeler ürettikleri oyuncu ve yönetmen Hakan Emre Ünal’ı da tanımaya başladım. Zamanla Tiyatro Hemhal, her işini merakla beklediğim bir topluluk haline geldi.

Moda Sahnesi’nde 28 Temmuz akşamı izlediğim En Sevdiğinden Başla, birbirlerine üniversite yıllarında aşık olan iki genç sanatçının hikâyesini, oyun içinde oyunlarla, dinamik bir reji eşliğinde sahneye taşıyor. Leyla ve Ömer’in dokuz yıllık evlilikleri boyunca yaşadıkları, bazen izlediğimiz oyun, bazen de Ömer’in türlü sektör engelleri nedeniyle yıllardır tamamlayamadığı dizisi aracılığıyla izleyiciye aktarılıyor. Oyun, kadrosunda Nezaket Erden ve Hakan Emre Ünal’ın yanı sıra Elif Aydın, Barkın Sarp ve Mert Yılmaz Yıldırım’ı barındırıyor. Devised tekniğiyle kolektif olarak geliştirilen oyun metninin arkasında beş kişilik bir üretim ekibi yer alıyor. Oyunun yönetmenliğini Hakan Emre Ünal, yardımcı yönetmenliğini ise Büke Erkoç üstleniyor.

Metnin sahne üzerindeki karşılığı düşünüldüğünde, hem oyunculukların hem de sahne geçişlerinin başarılı olduğunun altını çizmek gerek. Zira görece uzun sayılabilecek bir oyunu koca bir salona soluksuz izletebilmenin, sadece metnin başarısı olmadığını söylemek mümkün. Reji, anlatının çok katmanlı yapısını anlaşılır ve tempolu bir biçimde aktarmayı başarıyor; oyunculuklarsa bu yapıyı taşıyan en önemli unsurlardan biri haline geliyor.

Oyun boyunca, düzenli tiyatro takipçilerinin, oyunun ana karakterleri Leyla ve Ömer’i tanıdığını düşündüm. Çünkü Nezaket Erden ve Hakan Emre Ünal’dan haberdar olan tiyatroseverlerin, onların Kadir Has’taki serüvenlerine, Dirmit’in ortaya çıkışına, hatta birbirlerinden önceki hayatlarına bir şekilde aşina olduğunu biliyorum. Oyunun hikâyesi ise bu ikilinin gerçek hikâyesini o kadar andırıyor ki reel bir çift olarak böyle bir senaryonun içinde olmaları -en azından- beni, kurgu ile gerçek arasındaki sınırı sorgulamaya itti. Bu pek tabii bilinçli bir tercih, ama oyun boyunca, bu ayrımın yeterince net olmaması etik açıdan nasıl bir problem yaratıyor olabilir diye uzun uzun düşündüm. Hatta sanırım En Sevdiğinden Başla oyununun, bu sezon üzerine en çok düşündüğüm oyun olduğunu da rahatlıkla söyleyebilirim. Oyunun ortaya çıkışının ikiliden izler barındırdığı muhakkak, ama bu metin farklı oyuncular tarafından canlandırılmış olsaydı üzerine bu kadar düşünür müydüm, bundan hâlâ emin olamıyorum.



Ben “Leyla ve Ömer’i gerçekten tanıyor muyuz?” sorularıyla kafamı meşgul ederken seyirciler -ki çok interaktif bir grup da değildik doğrusu- kendilerini oyunun ritmine kaptırmış, çeşitli duygu durumlarını art arda yaşamaya başlamıştı. Oyunun zamansal kurgusu, dinamik sahne geçişleri ve pek tabii birçok kadının kendinden kolayca bir şeyler bulabileceği olay örgüsü, çevremdeki kahkaha seslerini zaman zaman iç çekişlere, hatta göz yaşlarına bıraktı. Bu esnada ben de “Acaba oyun içerisinde biraz da olsa yabancılaşmamız gerekmiyor muydu?” diye düşünmeye başladım. Daha ilk sahneden bütün dertlerini bir şekilde kucağımıza bırakmayı başaran Leyla’ya, kendisini hiç tanımayan bir salon dolusu insan günün sonunda sarılmak istiyordu. Bu özdeşleşmenin ortaya çıkmasında ise elbette duygusal manipülasyonunu oyun boyunca layığıyla yerine getiren Ömer karakteri kadar Nezaket Erden’in oyunculuğunun da payı var. Zira aynı durumu Latife Tekin’in Sevgili Arsız Ölüm’ünden uyarlanan Dirmit’te de görmek mümkün. (Yazının bu noktasında, Ömer’le yakınlaştığımız kısımlar olduğunu da üzülerek itiraf etmek zorundayım. Sosyal fobisinden dolayı yolculardan kendisi için akbil basmasını isteyememesi, tek zevki olan Socrates ve kendi neslinin nostaljisini yaşatmaya ant içmiş şekilde izlediği Ayrılsak da Beraberiz, bunlardan sadece birkaçı.)

Oyundaki pek çok kavga sahnesinin her temsilde doğaçlandığını aslında oyundan önce öğrenmiştim. Ama sanırım finaldeki bitmeyen kavga sahnesinde Leyla’nın Ömer’e “Sen, ben olmak istiyorsun!” diye haykırması, bu doğaçlama bilgisine sahip olmasam da gerçeği fark etmemi sağlardı. Bence oyunun en vurucu anı da bu replikti. Bir hikâyenin etkileyiciliğinin, onun kurgu ya da gerçek olmasıyla ilgili olduğunu düşünmesem de bu oyun özelinde kurgu-gerçek ayrımına kafayı takmak beni istemediğim şekilde yordu. Hatta projeksiyonda Leyla’nın arabayla çıktığı yola yine çiftimizin evlerinin penceresinden (gerçekten Göztepe’de mi?) bakarken, evin sahiden Nezaket Erden ve Hakan Emre Ünal’a ait olup olmadığını düşünmekten bir süre şarkıya odaklanamadım. (Leyla nereye gidiyor Firdevs Hanım? Sezen Aksu’yla ne ilgisi var?) Yine benzer şekilde, Ömer’in krizlerinin ikili arasındaki kaosu beslemeye yönelik olması ve Leyla’nın (hepimiz beşinci dakikadan itibaren Ömer’i tokatlamak isterken) yer yer rahatsız eden pasifliği, sadece karakterlerin değil, oyuncuların da gerçek bir kavga içerisinde olduğunu düşündürdü.

Oyunun beni içine çok fazla alıp yabancılaşmama hiç müsaade etmediği serzenişiyle başladığım yazıyı aslında oyun boyunca (hatta sonrasında) bazı detaylara ne kadar takılıp kurgudan uzaklaştığımı fark ederek bitiriyorum. Ben galiba kağıt üzerinde bir metin gibi hissettirmenin çok ötesinde, yaşayan ve tiyatronun biricikliğine hizmet etmeyi başaran oyunları izlerken şeylerin gerçekliğini daha fazla sorguluyorum. En Sevdiğinden Başla, beni bu anlamda çok düşündüren, bu sezon izlediğim en dokunaklı oyunlardan oldu.

Biliyorum ki bu, Ömer’in değil; gelecekten ne istediğini bildiğini zanneden, fakat büyümeye devam ederken kendisiyle, partneriyle, günlük yaşamın içinde temas etmemiş nokta bırakmayan ataerkiyle, sektörle ve bir kadın olarak bugününü yaşamasına izin vermeyen her türlü güçle mücadele eden Leyla’nın hikâyesi. Ve Leyla, bu kızı yeniden büyüteceği yolculuğuna ilk adımını attığında biz oradaydık. Umarım Erzurum’daki filmle Cannes’daki bütün ödülleri toplarsın Leylacım, biz hep arkandayız.

PS: Oyuna girerken beynimin arka kıvrımlarında yer alan Ruhospu kelimesini duyacağımı hiç ama hiç tahmin etmezdim. Eve gelip Ruhsar izlemek de doğrusu büyük sürpriz oldu.

Üretim Ekibi: Selen Örcan, Hakan Emre Ünal, Nezaket Erden, Büke Erkoç, Elif Aydın
Yönetmen: Hakan Emre Ünal
Yardımcı Yönetmen: Büke Erkoç
Oyuncular: Nezaket Erden, Hakan Emre Ünal, Elif Aydın, Barkın Sarp, Mert Yılmaz Yıldırım
Yazar: Selen Örcan
Metin Tasarımı: Nezaket Erden
Sahne ve Işık Tasarımı: Yasin Gültepe
Ses ve Efekt Tasarımı: Arkadaş Deniz Koşar
Kostüm Tasarımı: Yaren İbil
Fotoğraf: Rıdvan Öngördü

*Kendini seçemiyorsun, bırakıp kaçamıyorsun
Yazmadığın bi’ hikâyede, uzun ya da kısa vadede
Az biraz keşfediyorsun

Sezen Aksu’nun oyunda da kullanılan şarkısı, Farkındayım.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER