Yargı: Gidelim buralardan*
"Karanlıklar sarmış dünyamızın yüzünü
Diri aydınlıklar öpecekken"

W. Shakespeare

“Tatlı hırsız, nerden çaldın o güzel kokuyu öyle? Aşkımın soluğundan mı? Çekip almış olsan gerek. Yumuşak yanağındaki o allığı, görkemiyle… Beyaz zambak benden zılgıt yedi eli senden diye. Fesleğen de koncasını senden çalmış ya, ondan. Güller, dikenler üstünde kapılmıştı ürpertiye: Biri, alı al utançtan, öteki apak, kahrından; üçüncüsü ne al ne ak, her birinden nemalanmış. Aşırdıklarına bir de senden soluk eklemişti; büyümüş böbürlenmişti de bu soyundan cezalanmış. Bir solucan öç alarak onu öldürüp yemişti. Bildiğim bunca çiçek var. Her birinde gördüm şunu: Ya rengini senden çalmış ya da cânım kokusunu.”

Yazıya William Shakespeare’in sone 99’undan bir alıntı ile başlamak istedim. Bölüm boyunca Ceylin’in sahnelerini izlerken aklıma hep bu satırlar düştü. Dilimden ise “Üzmesinler bebeğimi…” sözleri dökülüyordu. Bölüm içinde coşkuyla Ceylin’in içindeki sıkışmışlığa kahroldum. Ceylin bugüne kadar sürekli yakınları tarafından sınandı. Her defasında daha sınanamaz, derken sürekli beklemediği yerden darbe aldı. Kızın, fıtratında mutluluk yazmıyor. Ne zaman mutluluktan nefesi kesilse, kesin bir şeyler ters gidecek ve mutluluğu kursağımızda kalacak gibi hissediyorum.



38. bölümde yayımlanan Ilgaz ile Ceylin’in balayındaki sekansları çokça eleştirilmişti. Haksız da değildik. Twitter’da olsun, Ezgi ve Ece’nin canlı yayınlarında olsun; hem de benim yazdığım bölüm yorumunda balayı sahnesinin geçiştirildiğine dair çokça söz söylemiştik. Sahnenin ana temeli ankete kondurulup ucundan balayı yaptıklarını da yedirilmeye çalışılmıştı. Yargı Melekleri tarafından bu haklı eleştiri dikkate alınmış olacak ki bu bölüm izleyiciye Kapadokya tatili hediye geldi. Aslında hediye demek de doğru olmayacak. Sema Ergenekon mutlulukla dolu sahneler yazdıysa bilin ki arkasından çığ gibi büyüyen felâketler çok yakınımıza gelmiştir. Kabul edelim, bu kural yazılı olmayan “Sema Ergenekon Kanunları” niteliğinde ilk beşe girer. Bir gram mutluluk kursakta takılmasaydı ne olurdu? Kabak yemeğini severim, ama üçüncü gün artık beni usandırır. Sema Ergenekon’un yaptığı da o hesap. Olur da bu yazıyı okuyorsa “Yine mi beğendiremedim?” diye söylenecektir. Vallahi artık gözüm kapalı tahmin eder oluyorum. Biraz şaşırmaya ihtiyacımız var. Fakat ters köşe yapsın diyeceğim bir şaşırma değil. Aman ha! Sakın ola ikisi karışmasın. Yine de Altın Kelebek Ödülleri’nin üzerine Kapadokya tatilini izlemek bana çok iyi geldi. Zaman zaman Ali Bilgin’e bıdı bıdı etsem de bu bölüm, Allah’ı var. Hakkını yiyemem. Kapadokya sahnelerini en iyi şekilde izleyiciye aktarmaya çalışmış. Yılkı atlarının geçtiği o sahneye kalbimi bıraktım. Zaafımdır. Balona binmelerindense Yılkı atlarını izlemek benim için daha doyurucu oldu.



Baştan bu yana Merdan’ın karakter kurulumunun hatalı yapıldığını savunuyorum. Merdan hayal edildiği gibi ekrana yansımadı. En azından bana öyle geçiyor. Buna rağmen, Cezmi Baskın yılların tecrübesiyle Merdan Kaya’ya çok iyi hayat verdi. Merdan’ı üzerine öyle bir giydi ki birçok televizyon izleyicinin zihnindeki Osman Ağa karakterini silip süpürdü. Fakat Cezmi Baskın ne kadar canla başla canlandırsa da karakterdeki eksikleri kapatamadı. Yeraltı dünyasının eli kolu en uzun, sazı sözü geçen babası yerine karşımızda basit bir kahvehane işleten yaşlı amca vardı. Sabahları okula bırakma ve çıkışlarda Defne’yi okuldan alma dışında hiçbir misyonunu göremedim. Hikâye bazında Merdan’ın, Savcı Torunu’na söylediği “İki yakası bir arayan gelmeyen ceket gibiyiz,” sözü hayatlarının özeti olabilirdi. Ancak, sahne her ne kadar duygulu aksa da – oyunculularla – havada kaldı.

 
Merdan ile Ilgaz cephesinde bu konuşma geçerken, paralel zaman diliminde Parla’nın Ceylin’e itirafı ile ortam buz kesti. Ceylin bir kez daha ailesiyle sınandı. Ceylin’in beklemediği kalesi Parla, hayatını darmaduman etti. Ceylin bu zamana kadar kırılmadığı kadar kırıldı. O terasta hepsinin ne yaşadığını izledik. Parla’nın bir anlık öfke ile Serdar’a vurduğunu da. Ancak, ortada istenmeden işlenen bir suç bile olsa üstlenmek zorunda. Aylin, Deniz’in ölümü ve o ölüm acısını yaşayan bir anne olarak yangınının ne kadar büyük olduğunu hesaplayabiliyorum. Ancak, bu acıyı kullanarak Ceylin’e böyle bir baskı yapmamalıydı. Kızını düşünürken, kardeşini yaktı. Onun hayatının seyrini bu derece etkilememeliydi. Ceylin daha ne kadar sınanacak? İnci’nin ölümüyle başlayan sınavı her geçen gün katlanarak artıyor. Aylin, Ceylin’in omuzlarına taşıyamayacağı bir yük verdi. “Helâlleşmeden gözümü kaparım,” ne demek? İş birliği ile suç işlesinler vebalini Ceylin’in üzerine atsın. Ne güzel dünya!

*Nazan Öncel 




BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER