Yargı: Sadece kaybetmekten korkmayanlar koşullarla sever

Yargı: Sadece kaybetmekten korkmayanlar koşullarla sever
Başlıktan da anlaşılacağı üzerine bu hafta biraz önce koşullu sevgi ve koşulsuz sevgi kavramlarından bahsetmek istiyorum.
 
Kapadokya ve haftalardır hasretiyle yanıp tutuştuğumuz IlCey'i seyredebilme zevkinden de bahsedeceğim. Kapadokya kısımları pembe bulutlar ve teşekkürler içerecek emin olun. Ama önce kalbi daraltan konular... Zira bölümde de Kapadokya'ya gidene kadar kalbim sıkıştı adeta.
 
Öncelikle şunu belirteyim. Tabii ki koşulsuz sevgi sonsuz bir tolerans değildir. Yani sevginin varlığı bir sömürü ve istediğimi yapabilirim rahatlığı olarak görülmemeli. Fakat bundan bahsedebilmek için önce o koşulsuz sevgiyi hissettirmek gerek. O sevgiyi hissettirmeden az önce bahsettiğim şeyden de bahsedilemez. Ayrıca mesela sadakat sevgi varsa olması gereken bir şey olduğu için bu da bir koşul değil, doğal bir gerekliliktir. 
 
Rahmetli Doğan Cüceloğlu eski paylaşımlarından birinde şöyle demiş. "Koşulsuz sevgi kişinin özünü sevmeye yönelir. Koşullu sevgi ise başkalarının beklentilerine göre, diğerini kalıplamayı amaçlar. "Başkaları" kişinin ana babası olabileceği gibi, yakınları da olabilir, genel olarak toplum da olabilir."
 
Yani sürekli "Şunu yaptığın veya şunu yapmadığın sürece seni severim, yanında olurum. Kurallarıma uyarsan seni kalbimden ya da hayatımdan silmem." şeklinde sözlü veya davranışsal uyarılarla birini seven kişi, karşısındaki kişinin özünü değil, sadece davranış türünü algılayan bir yaklaşım içindedir. Böyle bir ortama maruz kalan kişi, kendi istediği gibi davranmaktan, kendi olmaktan korkar. Kendi seçimleri yerine başkasını memnun etmeye yönelik davranır. Bu da o kişinin özgüveninden çalar.
 
İzlediğimiz tüm bu Serdar olayında en suçlu olarak Çınar'ı görüyorum. Yanlış kararlar verdi art arda. Fakat bu yanlış kararların temelinde kendini kanıtlama arzusu olduğunu görmemek için de kör olmak lazım. Çınar, Metin ve maalesef onu rol model alarak büyümüş Ilgaz'ın kurallı koşullu sevgisini hissederek büyümüş. Kendisinin de belirttiği gibi elinde onların takdirini kazandığına dair bir belge olmadan, hep yanlış yaptığını düşünerek büyümüş. Çınar'a güvenip içini açabileceği bir ortam vermemişler. Evet, Çınar hatalarla dolu bir karakter. Hatalarını yok saymıyorum. Ama söylediklerindeki doğruluk payını da görmezden gelemiyorum.
 
Ilgaz'ın da maalesef Metin'in kurbanı olduğu belli.
 
Erich Fromm, Sevme Sanatı kitabında şöyle der:
 
"Baba sevgisi koşullu sevgidir.
 
Kural: "Seni seviyorum çünkü umutlarımı gerçekleştiriyorsun, çünkü görevini yapıyorsun, çünkü beni seviyorsun." Koşullu baba sevgisinde de koşulsuz anne sevgisinde olduğu gibi, olumlu ve olumsuz yanlar vardır. Olumsuz yanlardan biri, baba sevgisinin kazanılan bir sevgi olması, beklentiler gerçekleşmezse yitebileceğidir. Baba sevgisinin doğasında, yatan itaat etme en temel erdemdir, itaatsizlik ise en korkunç günah -bunun cezası ise, baba sevgisinden yoksun kılınmaktır-. Olumlu yanı da aynı şekilde önemlidir. Onun sevgisi koşullu olduğuna göre, onu kazanmak için bir şeyler yapabilir, onun için çalışabilirim. Annenin sevgisi gibi benim denetimimin dışında değildir."
 
Elbet bunun her anne ve baba için geçerli olduğunu düşünmüyorum. Koşulsuz seven babalar ve koşullu seven anneler de vardır. Fakat Metin ve oğulları Ilgaz ve Çınar arasında bu ilişki söz konusu. Onun istediği gibi davranıp sevgi ve takdirini kazanan Ilgaz ve bunu hiç alamayan Çınar.
 
Ve maalesef babasından aldığını devam ettiren bir Ilgaz'ı hala görüyoruz. Dedesine dair anlattığı anısında en çok Merdan Dede'ye üzüldüm. Çocuk Ilgaz belki ona dedesi olduğunu söylemediği için kırılmış olabilir. Fakat yetişkin Ilgaz, Metin'in onları görmesini yasakladığı dedesinin, onunla iletişim kurma çabasını görememişse, burada sıkıntı var demektir. Defne'nin babası ve dedesi arasındaki sorunu kavrayıp, ikisini de sevdiğini belirten analizini, Ilgaz yetişkinken bile yapamamış. Bunda da yine hala baba güdümlü olmasının büyük payı var.
 
Ilgaz'ın Merdan'a dair hislerini anlatırken kullandığı tüm cümlelerde de çok fazla "ben" var. Yetişkin bir adamın herkesin sadece onun neye karşı ne hissedeceğini düşünerek hareket edemeyeceğini, onların da kendi korkuları ve karmaşaları olduğunu da hesaba katması gerekir. Bunu hesaba katmazsa, empati yapmazsa, her konuda her davranışın sadece ona ne hissettirdiği ile ilgilenirse ve "Sadece kaybetmekten korkmayanlar yalan söyler." gibi kendinin bile uygulayamadığı ("Kaybetmekten korktum, söyleyemedim." diyen kimdi Ilgaz?) beylik laflar ederse, kimse ona gelip bir şey anlatmaz. Çünkü gelip her şeyin anlatıldığı insan olmak için, karşındakinin seni anlayacağından emin olman gerekir. Ilgaz ise fazla kendi kural ve koşullarının içine hapsolmuş durumda hala. Ayrıca Merdan'ın dediği gibi öfkesi, kini, nefreti sevgisinden büyükse, bu büyük sorun demektir. Ama buna inanmak istemiyorum. Ilgaz'ın içinde öyle büyük nefretler ve kinler taşıdığına inanmamayı tercih ediyorum. Sonuçta kesin laflar söyleyerek mezarsız gömdüğünü söylediği babası ve kardeşini affetti.
 
Amma velakin korkum şu ki, Ilgaz bu bölümdeki kurallarının ve koşullarının tehdidini her an sevdiklerine hissettirirse, sadece her şeyin ona hissettirdiği ile ilgilenirse, sonunda sevdiklerini kaybeden o olur. Çizdiği dünyada onunla yaşayabilecek tek kişi Metin çünkü. Başkalarının duygularını görüp anlayabilen o güzel kalbiyle Defne bile orada yaşayamaz.
 
Gelelim bu bölümde her gördüğümde kafamın içinde "Yaralı kuşum, hazan güneşim... Güz ayazında kor ateşim... " şarkısını söyleten Ceylin'e...
 
Çok düşündüm. Ben ne yapardım dedim. Bir kere avukatlarıysam bana anlatılanı anlatmama hakkım olduğumu idrak ederdim. Ceylin önceki bölümde avukatlığını koyduğu an savcılara bir şey anlatmayı bıraktı zaten. Hepsi müvekkili olduğu için Merdan konusunda bir çıkar çatışması oluşabilirdi eğer Merdan itiraz etse idi. Fakat Merdan itiraz etmedi. Aksine kendisi bu yeni planı kurdu ve uyguladı. Ceylin son ana kadar Merdan'a ifadesini değiştirme olanağı tanıdı. Çınar'a özellikle itiraz hakkı olduğunu belirtti. Yani konu burada Ceylin açısından mesleki değil. Vicdani olarak içi elvermiyor ve Ilgaz açısından korkuyordu.
 
Bir yeğenim olduğunu düşündüm. Onu canımdan çok severdim biliyorum. Yolu hep aydınlık olsun isterdim. Hatalarını affedip şımartan bir teyze olmazdım ama onu korurdum tüm kötülüklere karşı. Empati ile izledim bölümü yani. Kesin doğrularım var benim de. Gidip başkasına iftira atamazdım. Merdan Dede suçlu diyerek ona komplo kuramazdım. Merdan Dede kendi itiraf etse bile hem ona hem diğerlerine ve özellikle Çınar'a "Buna razı mısınız hepiniz? Özellikle senin Çınar, itirazın var mı?" diye sorardım. Fakat yeğenimi ortada kollektif bir suç varken ve onun nefsi müdafaa yaptığına dair tüm deliller yok edilmişken, bile bile prosedürü uygulayacak olan Ilgaz'a verir miydim? Sanmıyorum. 
 
İçimdeki adalet duygusu şunları sorgulardı çünkü:
 
Çınar polisi aramak yerine reşit bile olmayan çocukları işin içine kattığı için suçlu.
 
Merdan delilleri yok ettiği ve ettirdiği, Serdar'ı hastaneye götürmek yerine beklediği, diğerlerine yalan söylediği ve söylettirdiği için suçlu.
 
Tuğçe'nin ateşlediği bir silah var ve onu Serdar'a kaptıran o.
 
Yetişkinlerden biri bile doğruyu yapmayı düşünmediği için suçlu.
 
Ve tüm bu suçluların içinde, hep birlikte etrafını sardıkları Serdar'a, hastaneye götürseler belki yaşayacağı o darbeyi, Çınar'ın hayatını kurtarmak için Parla vurduğu için bir tek o ceza alacak. Nefsi müdafaayı kanıtlayacak tüm deliller yok edildiği için, belki Merdan Dede'nin dediği gibi 15 yıl hapis yatacak. Peki bu adaletli mi diye sorardım kendime. Bakın psikolojisi bozuk Aylin'in intihar tehdidini katmıyorum bile.
 
Öncelikle âşık olduğum adam öğrenir de onun doğruluk koduna uymadığım için beni bırakır korkusu ile yeğenimin hayatıyla ilgili böyle bir risk alırsam, kendime teyzesi diyemezdim bir daha. Sorgulayacağım ve beni söylemeye itebilecek en önemli şey, Merdan Dede'ye bunu yaşatmanın haksızlığı olurdu. Fakat Merdan Dede'nin de bu olaydaki suçlarını da düşünürdüm. Öldü diye hastaneye götürmediği Serdar'ın belki de yaşıyor olabileceği ihtimali de var çünkü. 
 
Kısacası zor bir karar olurdu. Merdan Dede'yi hapse yollamak doğru değil. Fakat Parla'yı tek suçlu olarak kurban etmek de doğru değil.
 
Ceylin hiçbir zaman kendi doğrusunu başkasına dikte eden bir karakter olmadı. Her olayın kurallar ve kalıplardan öte bir insan yanı olduğunu gördü. Kardeşinin katiline bile "Sen de hayatını kaybettin. Değdi mi? " diye sorabilecek kadar insanın farkında bir karakter oldu hep. Ceylin'in kendi doğrusu Ilgaz'a anlatmaktı ama müvekkili de olan ailesi olan bu insanlar, toplu olarak bir karar vermişken onlara kendi doğrusunu dayatmadı. Biri itiraz etse o gruptan o kişiyi alıp ifadeye götürecekti. Ortak suçlarında ortak bir karar verdiler. Tuğçe bile doğruyu anlatmaya yanaşmadı mesela. O bile arkadaşını seçti. Silahı ateşleyen kişi olması da cabası. 
 
Tamam, Parla konusuna da değindim. Kendi kendime bölümü izlerken "Hadi Kapadokya'ya gidelim." dediğim gibi, yorum yaparken de Kapadokya'ya atmaya çalışıyorum kendimi.
 
Ama önce Derya konusuna da değinmem lazım. Derya’cığım bu bölümde Arda'nın yakarışını duyup "acaba mı?" deyip, en baştan yapman gereken sorgulama görevini biraz yapabildiğin için gösterdiğin "çete reisi" performansından beraat etmedin. Ayrıca erkek Arda'nın isyanını, yanında erkek Avukat Tolga varken duymuş olman da pek manidar. Yanında Ceylin olsaydı durup düşünmeyecektin bile. Hani sosyal medyada görüyoruz ya lafta kadın erkek eşitliği diye savunurlar, ama kadınların her şeyini ıncık cıncık eleştirirken erkeklere tek kelime etmezler. Hah işte Derya bence sen de onlardan birisin. Arda'nın yanında Ceylin olsaydı yine çete reisi edasında dolaşacaktı.
 
Bu konuyla ilgili çok büyük bir kızgınlığım var. Biz neden Ceylin'in zaferlerini ağız tadıyla ona vermiyoruz? Ilgaz'a defalarca haklı ve zeki olduğuna dair iltifatlar yağarken, Ceylin kazandığı davada bile, kocasından bile Derya savunması duyuyor. Neden? O davada olup, o zaferi tadan Ceylin olmalıydı. Onun yerine Tolga gitti. 
 
Ceylin'in başarıları, iyilikleri, yardımları bile dillendirilmiyor. Onun yaptıkları ve ona yapılanlar hep önemsiz sanki. Mesela Ceylin bir manyak tarafından bodruma kapatılmışken herkesi sakin tutup olayı anlatmaya çalıştı. Bir adamın hayatını kurtardı. Kendi yemedi içmedi onlara su ve yemek verdi. Orada boğazına sarıldı adamın teki. Peki oradan kurtulan vatandaşlardan hangisi bunları anlattı? Ilgaz hangisini öğrenip karısını takdir etti? Hiçbiri. Orada bile sapık katil de olsa erkek övüldü. Hayatını kurtardığı adam bile, o son anda gelmese ölüyormuşum demedi.
 
Her önüne gelen, Pars'ından Derya'sına kadar, Ceylin'in karanlığından bahsetme cüretini bulup uzun uzun konuşuyor ama. Ceylin davayı kazanıyor, kocası dolu dolu onu övmek yerine, karısını evine çağırıp hakaret eden Derya savcıyı savunuyor. Bu çok can sıkıcı bir durum.
 
Ne istiyorum biliyor musunuz? Ceylin'i izlemek istiyorum. Tüm potansiyeli ve her yönüyle ile... 

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER