Bir
arkadaşın (^.^) deyimiyle dünyanın en güzel 41. bölümüydü. Sefer ve Sema sahneleri de
içimizi sımsıcak duygularla ısıtmıştı kış günü.
Sabah
uyandığında yanında Sefer’i görmek isteyen Sema, bir romantizm sembolüne
dönüştürdüğü portakalı mutfaktan eksik etmeyen Sefer. Aile nedir bilememiş,
Sema’yla bir yavru kartalı olsun isteyen Sefer, anne olmak isteyen ama kaderini
kabullenmek zorunda kalan, babasız büyümüş kız çocuğu Sema.
Man of faith vs. Man of science
Her şartta inanmaktan vazgeçmeyen Sefer, mantığın sesi Sema. Konu da hayat memat meselesi olunca tartışmaları kaçınılmazdı. Fakat elbette yumuşacık bir barışma olacaktı. İkisi de yaralıydı, ikisi de haklıydı. Tabii ki birbirlerine sığınıp buna da bir çözüm bulacaklardı.
"Vücutlarımız, birbirimize en kolay verebileceğimiz şeydir; asıl mesele, hayatımızı verebilmektir. Baştan aşağı bir aşkın olabilmek, bir aynanın içine iki kişi girip, oradan tek ruh olarak çıkmaktır!" Huzur, Ahmet Hamdi Tanpınar



"Gözlerin, gözlerin, gözlerin, kaç defa karşımda ağladılar.
Çırılçıplak kaldı gözlerin, altı aylık çocuk gözleri gibi kocaman ve çırılçıplak,
Fakat bir gün bile güneşsiz kalmadılar." Nazım Hikmet
Sefer: Ben baba olmak istiyorum sadece, hepsi bu. Ben hep
hayal ettim Sema. Seninle bir aile kurabilmeyi hayal ettim.
Sema: Ben anne olmak istemiyorum mu
sanıyorsun?
Sefer: Ben babasız büyüdüm. Babasız
büyümenin ne demek olduğunu sen de bilirsin. Ama hep hayal ettim. On numara bir
baba olacaktım. Bir sürü çocuğum olacaktı. Hepsini birbirinden çok
sevecektim. Ama kızları daha çok sevecektim. Ya erkek zaten düşe kalka
büyür, ama kızlar öyle değil. Kızları başımın üstünde taşıyacaktım.
Sema: Bahri Baba gibi.
Sefer: Bahri Baba gibi. Ben çocuk
sevgisinin ne demek olduğunu ondan öğrendim.
Sema: Sefer, artık konuşmasak?
Kapatsak ya bu konuyu.
Sema daha bu bebek meselesinin üzüntüsünü atlatamamışken, kader yine ağlarını örmüş ve dertleşmek için gittiği Ayşegül'e hamile olduğunu haber veren kişi olmuştu.

Umman ailesinin gebelik testlerinden sorumlu devlet bakanı
Neyse ki bu yeni üzüntüyü şefkatli sevgisiyle unutturacak olan Sefer evde onu bekliyordu.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin
Ayağını bastın odama
Kırk yıllık beton, çayır çimen şimdi
Güldün,
Güller açıldı penceremin demirlerinde
Ağladın,
Avuçlarıma döküldü inciler
Gönlüm gibi zengin
Hürriyet gibi aydınlık oldu odam.
Hoş geldin kadınım benim, hoş geldin.
Nazım Hikmet

SefSe'nin sarılmanın ne kadar kıymeti bilinmeyen (underrated desem ne demek istediğimi daha iyi anlayacak olmanız da ne kadar acı) bir eylem olduğunun ispatı olan
ekran çiftlerinden oldukları da kesin. İki kalp atışının bir oluşunu hissetmenin huzurlu halini çok içten yansıtıyorlardı her sarılışlarında. Lakin bu sahnedeki
güzellikler yazıya dökmekle anlatılabilecek gibi değildi. Yorgun argın eve
geldiğinizde bira ikram eden birinin varlığı bile mutluluk verici bir şeyken, o
birinin üzüntünüzü hemen fark edip ilgili konuyu kapatma çabasına girecek kadar
düşünceli olması, hayatın sizi yorduğu anlarda en çok ihtiyacınız olan şey
değil midir? Hayat arkadaşlığı da zaten böyle anlarda kıymetli ve gerekli değil
midir?
Yaslan göğsüme sevdiğim
Benim gönlüm gök gibidir açık deniz gibidir
Pas tutmaz benim içim yeryüzü gibidir
Toprak gibidir
Sen ki bulut gibisin
Ay gibisin güneş gibi bazen
Adil Erdem Bayazıt

Dünyanın
en güzel 41. bölümünde bundan sonraki
sahneler ise tam anlamıyla portakal tadındaydı. Üzerine söylenebilecek çok bir şey
yok sanırım.
Portakal tadında öpücük
“Jenny: Keşke yanında olsaydım!
Forrest: Yanımdaydın!” Forrest Gump
Mekan olarak futbol sahası büyüklüğünde kapalı spor salonunu bulan yönetmen "çok uzaktan yakın plan çekim" tekniğini denemeseydi daha iyi olabilirdi tabii.
"Kahramanım benim!"
Ve eksik parçalar yavaş yavaş tamamlanıyordu.
Yalnızlık her koşulda bir sığınak bulur, diyorum
Uzanıp dudağımdaki titremeyi öpüyorsun.
Örseler acıyla düştüğü yeri
Susarak büyüyen adamların sevgisi.
Ağzında pas tadıyla bir inceliği söylemek
Bir gülünç içtenliktir, gecikmiş ve ezik
Sen bende yanlış bir ömrün tortusunu öpüyorsun.
İnsanın zamana karşı biricik şansıdır aşk
Onca kapı onca duvar içinde bulur aynasını.
Sen bende neleri öpüyorsun biliyor musun
Herkesin simsiyah kesildiği bir akşam
Yıldızlarla yedirenk gökyüzünü öpüyorsun.
Sen bende, gözlerinin anne ışığıyla
Bir solgunluktan doğan kocaman bir çocuğu öpüyorsun.
Şükrü Erbaş