Cansel Elçin: Bizi ayakta tutan tek şey aşktır

Cansel Elçin: Bizi ayakta tutan tek şey aşktır
Hatırla Sevgili dosyasına ucu ucuna yetişen röportajlardan biri oldu Cansel Elçin ile sohbetimiz. Dün öğlen buluştuk. Uzun metraj çekimi ve yurt dışı seyahatinin arasında zaman ayırdığı için minnettarım. Ayrıca geçmiş zamanlarda hakkında kurduğum destursuz cümlelere rağmen beni utandıracak kadar nezaketli davranan bu iyi kalpli adamı tanımaktan onur duyduğumu da belirtmek isterim.

Nasıl başlayalım?
Hatırla Sevgili ile çok iddialı bir şey söyleyeceğim ama bunun arkasında sonuna kadar duruyorum; Türkiye’de televizyon tarihinde bir Hatırla Sevgili öncesi vardır, bir de Hatırla Sevgili sonrası vardır. Her anlamıyla televizyona damga vurmuş bir dizidir. Çünkü okullarda okutulan tarih kitapları 1938 itibariyle kapanıyor ve bu yakın tarihimiz okullarda anlatılmıyor. Bu da tabii Tomris Giritlioğlu’nun Hatırla Sevgili’de, Romeo ve Juliet tarzı yani CHP’li bir genç adamla, Demokrat Partili bir ailenin kızına aşık olmasıyla kurulmuş bir çatışma üzerinden Türkiye’nin tarihini televizyon dünyasında anlatması çok büyük bir başarıdır. Orada bir tabu yıkıldı. Çünkü ülkemiz üç büyük darbe yaşadı ve o darbeler konuşulmuyordu. Her ailede bir solcu, bir sağcı, bir muhafazakar vardı. Bence diziden sonra insanlar kendilerini daha rahat ifade etmeye başladılar. Darağacında Üç Fidan kitabı tekrar basıldı, Adnan Menderes'in, Deniz Gezmiş’in kim olduğu televizyon dünyasında tanıtıldı. Bir de tabi Çemberimde Gül Oya’dan sonra 50 ve 60’ları anlatan ilk diziydi. Hatırla Sevgili’de herkes oynadı, tanıdığım bütün yardımcı oyuncular Hatırla Sevgili’den geçti. Öyle bir hikaye anlatmanın bugün bile zor olduğunu düşünüyorum.
 
Daha önce Tomris Hanım’la çalışıyormuşsunuz, bu rol size nasıl geldi?
Evet, Kırık Kanatlar’da Tomris Giritlioğlu dokuzuncu bölümde işi bıraktı ve başka bir şey yapmak istedi. Kırık Kanatlar da Cumhuriyeti anlatmak istemişti aslında ama hikaye bir süre sonra istediğim gibi gitmedi, eşkıyalar geldi mesela, yani derinliği ve içeriğinden uzaklaşmaya başlamıştı. Elbette sevdiğim bir iştir onu da söyleyeyim. Ben de tamam dedim, ülkeme geldim, binicilik öğrendim. Tam Fransa’ya dönmeye karar vermiştim ki Tomris Giritoğlu beni durdurdu ve Adnan Menderes dönemini anlatacağı bir projesi olduğunu söyledi. Adnan Menderes ve Deniz Gezmiş dönemini, insanların sadece ideolojik düşünceleri için hapse atılıp idam edilmesini anlatacak olmak bir oyuncu olarak beni çok heyecanlandırdı. 
 
Kaç yaşındaydınız o zaman?
32 yaşındaydım.
 
Nasıl geçti ilk günler?
Kırık Kanatlar’da da beraber çalıştığımız bir yönetmen vardı. Tomris Hanım, "Faruk Teber’le çalışmak ister misin?" diye sormuştu. Buna cevap vermek benim haddim değil ama Faruk Teber’in bu işe çok uygun olduğunu düşündüğümü söyledim. O dönemde hiç kullanılmayan objektifler, lensler kullanıyordu Faruk Teber, kendi gibi deli tutkulu bir teknoloji hastalığı olan Oktay diye bir asistanı vardır. Fransa’dan son teknoloji monitörler, lensler getirmemi isterdi mesela... 
 
Faruk Teber ile çalışmak nasıldı?
Ben Faruk Teber’in hastasıyım, onunla sonsuza kadar çalışırım. Faruk Teber hep işi düşünür. Gece yarısı uyanır ve bir sahne çekmek ister, bu yüzden seti biraz zordur. Ama onunla çalışmayı çok severim. Günler gece olur, geceler gün olur. Muhabbeti çok tatlıdır. Çok karizmatik bir adamdır. Herkese ve her şeye hakim görünse de çok mütevazı bir adamdır, egosu, kompleksi yoktur ve işini çok sever. Oyuncuyu dinler.

Herkes, 'çok yoruluyorduk ama çok keyifliydi' diyor.
Galiba oyuncular içinde rekoru Beren kırdı ve hiç uyumadan 72 saat çalıştı. Daha önceki rekor 38 saatle bendeydi. Bir de bana dublaj yapıldığı için avantajlıydım, o sürelerde uyuyordum. Hatta diğer oyuncularla kendi aramızda "Bana da dublaj yapsalar keşke uyusam" diye şakalaşırdık. Faruk Teber’le çalışmak zordu ama cuma akşamları diziyi izleyince oyuncularla birbirimize “Ne kadar iyi oynamışsın” diye mesaj atıyorduk. Sahnelere inanılmaz asılıyorduk. Cumartesi sete çok büyük bir hevesle çıkıyorduk.

Faruk Teber'in çok iyi dünya kurduğu aşikar.
İlk bölümden Faruk Teber’le ilgili bir anekdot daha anlatmak isterim. Uçak kazası sahnesi çekiyorduk. Faruk Teber crain’in üstünde oturuyor. Sahnede ağaçların arasından crain geliyor ve şaryo ağaçların arasından enkazı görerek kayıyor, ben de enkazın içinden çıkıyorum. Bir yerden duman geliyor, bir yerden ateş yanıyor, bir yerden şaryo kayıyor, bir yerden crain iniyor. Yani o sahne çok basit gibi görünse de, 8-10 kişinin muhteşem bir zamanlamaya uyması gerekiyor. Fakat bir türlü olmuyor. Ya ben geç kalıyorum ya diğeri sisi doğru zamanda vermiyor. Sonunda Faruk Teber indi crain'den ve "Love Story şarkısını biliyor musunuz?" dedi ve şarkının melodisini söylemeye başladı. “Melodinin burasında sen şaryoyu iteceksin, şurasında ateş gelecek, şurada Cansel sen kalkacaksın” dedi. Islıkla Love Story’nin melodisini çalmaya başladı ve herkes zamanlamayı tutturdu ve bir kerede çekmeyi başardık. Sonra da, “gömün sahneyi” dedi. Onun çok kullandığı bir laftır. Faruk Teber dünya tatlısı bir adamdır. Bu mesleği gerçekten seviyorsan Faruk Teber’le çalışmak keyiflidir. Onunla bir daha çalışmayı çok istiyorum.

Sonra..
Sonra Ümmü Burhan’la Refik Çakar geldi. Hatta benim Ayda Aksel’le beraber bir ağlama sahnem vardı, galiba ilk o sahnedir. Onlarla da çok güzel çalıştık. Tabii bazı şeyler değişti. Seyircinin daha çok tercih ettiği yakın planlara geçtik, tempo hızlandı.

Senaryo da sağlammış.
Hatırla Sevgili’de bir sahne gelirdi, hepimiz çok heyecanlanırdık, nasıl oynayacağız diye... Mesela çok sevdiğim bir bölüm vardır. Ahmet’in babası kalp krizi geçirir. Ameliyat gerekir. Ahmet, Beyoğlu’ndaki dükkanları satmaya gelir. Yasemin’e uğramadan gidemez. Hapishanedeki babasını ziyarete gittiğini öğrenir ve o da dayanamayıp onun peşinden gider. Hapishaneye gelir ve tam Yasemin ve babasıyla buluşacağı anda Yasemin’in çocukluk arkadaşı Necdet’le evlendiğini görür. Sonra hapishaneden çıkar. Orası için senaryoda, 'yumruklarını sıkar' yazmışlardı mesela. Nasıl bir duygu olduğu bilinmediği için nasıl ifade edileceği de bilinmiyor. Ben de o duyguyu düşünüyorum, arıyorum. Muhtemelen  adamın tansiyonu düşer, iğrenir ve adama kusma gelir dedim. O sahnenin biraz uzatılmasını rica ettim. Kapıdan çıkıp arabaya doğru gitsin istedim. Kabul ettiler. Yani insanlar birbirini dinliyor, fikirler veriyordu, bir alışveriş içindeydik Hatırla Sevgili’de. Çekelim, gidelim değildi. 
 
Senaryo yazarının yorumlara açık olması da önemli elbette
Nilgün Öneş'i çok severim. Onunla sürekli iletişim halindeydik. Nasıl yapağız, nasıl edeceğiz diye sık sık Nilgün’ü arardım. Aslında sorduğum soruların cevaplarını biliyordum ama onay istiyordum. Bir sürü çok ağır sahneler vardı.

Bir de Hatırla Sevgili’nin müzikleri de çok güzeldi. Burada müzisyenleri de unutmamak lazım. Dalgakıran gibi o kadar güzel parçalar çıktı ki… Mesela her karakterin kendi şarkısı vardı.

Her anlamda ilkleri de içinde barındırmış...
Biliyorsunuz Paşabahçe Stüdyo’larında ilk kez bir set kurulmuştu. Dizi sektöründe sete ilk kez karavan Hatırla Sevgili’de getirilmişti. Aslında normali buydu ama ilk olduğu için lüks gibi olmuştu. Sonuçta sen kutsal bir meslek yapıyorsun, bütün ülke seni seviyor ve senin orada iyi bir performans çıkarabilmen için prodüksiyonun bunu yapması lazım. Karavanı hiç unutmayacağım. Önce kadınlar girerdi, işleri 2-3 saat sürerdi. Erkekler de sonradan girerdi. Kadınların seti daha erken başlıyordu bu yüzden.

Çok sağlam dostluklar da kurulmuş..
Çok güler, çok eğlenirdik, gülme krizlerine girerdik. Bir kısmımızda kamera arkası özel arşivlerimiz vardır. Biz set aralarında görüntü yönetmeni Refik’le kısa metraj çeker, eğlenirdik. Okan Yalabık fotoğraf çekerdi. Evde laboratuvarı vardı, tab eder getirirdi.

Ahmet nerededir şimdi?
Çok güzel bir soru sordunuz. Siz bir oyuncu olarak bir karakterle iki sene boyunca yaşıyorsunuz, sonra o karakter ölüyor ve onu bırakmak bir oyuncu için çok zor bir şey.. Size çok özel bir şey anlatacağım... Burhan Apaydın’ın kim olduğunu biliyor musunuz?
 
Evet.
Burhan Apaydın, aynı zamanda da Hatırla Sevgili’de danışmandı. Bundan 3-4 sene önce biriyle tanıştım, o da diziyi izlememiş ama duymuş. Bayağı konuştuk ve bana amcasının Burhan Apaydın, dedesinin de Orhan Apaydın olduğunu söyledi. Orhan Apaydın da Adnan Menderes’in avukatı. Ben de ona o zaman “Ben senin dedenim” dedim ve sonra o kızla evlendim. Burhan Amca’yı da geçen yıl kaybettik. Hani Ahmet nerededir diye sordunuz ya, bu işte benim için çok özel bir şey. Ahmet benim için bir anlamda hâlâ yaşıyor...
 
Çok teşekkür ederim paylaştığınız için... Tekrar ekibi topluyoruz deseler, gider misiniz?
Elbette giderim.

Hatırla Sevgili’de başka bir karakteri oynamak ister miydiniz?
Hepsi o kadar güzel yazılıyordu ki, isterdim herhade. Mesela bir sahne vardı Ahmet böyle tek başına dolaşıyor. Balıkçıyı canlandıran Engin Abi’nin yanına gidiyor. Sohbet ediyorlar. Orada sanki Cansel gibiydim. Çünkü benim de o dönemde öyle tanımadığım biriyle sohbet etmeye ihtiyacım vardı. Zaten Tomris oyuncularını o kadar iyi tanıyordu ki, onların güncel duygu durumlarına yakın sahneler kurdurabiliyordu.

Galiba bu yüzden de çok başarılı..
Tomris Hanım Türkiye’de çok önemli bir isimdir. Sadece başarılı olduğu için, bakış açısı, duruşu ve dünyasıyla çok önemlidir.
 
Karakterle ilgili hiç çatıştığınız oldu mu Tomris Hanım’la?
Çok çatışırdık. Tartışırdık. Gece yarılarına kadar sohbet ederdik. “Hadi git, senin yarın setin yok mu?" derdi. Tomris Hanım çok gür bir kadın. Her konudan bahsedebileceğiniz kadar kültürlü, çok gür bir insan. İnsanlar ondan korkar mesela, çok karizmatik bir kadındır. Ben kendisini çok eğlenceli bulurum, mizahı çok iyidir. 
 
Bu arada sizin tanıtım videonuzda Tomris Hanım, "Sabaha kadar montaja girdiğim halde yayında da izlediğim iştir" diyor. Size onunla ilgili komik bir anı anlatayım. Tomris Hanım'dayız, oğlu Ilgaz da var. Diziyi izleyeceğiz. Kaset de o gün zar zor yetişmiş yayına. Dizi bir başladı. Baktık sgörüntü iyah-beyaz. “Tomris Hanım ne oluyor” dedik. “Kasette problem var galiba” dedi. Ben hemen anladım çünkü Atv logosu renkli duruyordu. Tomris Hanım hemen panik halinde telefona sarıldı. Sonra o siyah beyaz görüntüye renkli bir çizgi film karakteri girdi. Elinde bir kova var, kovada boya var, kovayı döktü ve Hatırla Sevgili birdenbire renkli oldu. Ama Tomris Hanım o arada 1-2 dakika gitti. Ben gülmekten yıkılıyorum.

Reklam mı girmiş?
Evet. Zaten o kadar çok reklam alıyordu ki artık şakasını yapıyorduk.  Doğru duyguyu yakalamak için o kadar uğraşıyoruz, mesela kimse damla kullanmak istemiyor, herkes ağlamak istiyor. Ama yayında her yerden başka bir reklam giriyor ve sen küçücük kalıyorsun ekranda görünmüyorsun. En dramatik sahnede ekrana biri giriyor camı siliyor mesela.. Öyle çok reklamlar giriyordu.
 
Hatırla Sevgili'nin gençlerin o dönemi öğrenmesine katkısı olduğuna inanıyor musunuz? Yoksa o dönemin figürlerinin pop ikonu olmasına mı katkısı oldu?
Öyle de yorumlanabilir ama bu hiçten daha iyidir. Hiç olmazsa “Kimdi bunlar” deyip, kitabını alır okurlar. Başta da dedim ya bu işin televizyonda 7’den 70’e büyük bir kitleye ulaşması da büyük bir başarıdır. İlk önce bir aşk hikayesi kuruldu, sonra bu hikaye Türkiye tarihinin içine sokuldu. İlk önce aşkı kurmak lazım çünkü bizi ayakta tutan tek şey aşktır.
 
Hiç hatıra aldınız mı?
Ahmet’in çok güzel bej bir dönem ceketi vardı o bende..

Çok teşekkür ederim zaman ayırdığınız için..
Ben de teşekkür ederim. Güzel bir hatırlama oldu benim için de..
 
 
 
 
 
 
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER