BİR TUTAM HAYAT DERSİ
Cuma günü bölüme başlamadan
önce bizim RaniniTV Kiralık Aşk yazarlar çetesinden Ilgaz bu diziden çıkarılacak
hayat
derslerinin bir listesini yapmıştı. Daha fragmandan anlamıştım 49.bölümde bu
derslere yenilerinin ekleneceğini. Tam da beklediğimiz gibi. Birçok acının
yaşandığı bölümde neredeyse gerçekleşen her diyalog bir kenara not edilip
ezberlenecek kadar önemli mesajlar içeriyordu. Örneğin; Necmi ile
Neriman’ınkiler...
NERİMAN: “Sen daha çok
küçüksün. Bak bunlar hep hayat. Sana demiştim, hayat böyle. C’est la vie. Bazen
böyle durumlar çıkar, çıkacak da karşına. Bunlarla baş edeceksin. Maalesef
bunlarla baş edeceksin. Maalesef hayat her zaman yüzde yüz adil değil.
Kötülüğün içindeki iyiyi bulmak senin görevin. Eğer Ömer ile evleneceksen kadın
olmayı öğrenmen lazım. Kadın olmak böyle bir şey. Bizim görevimiz siyah ile
beyazın arasına grileri yerleştirmek. Hayatı daha yaşanılır kılmak. Bak eğer bu
dünya erkeklere kalsaydı şu anda dinozorlar gibi çoktan yok olmuşlardı.”
NECMİ: “Defne hiç kimse
yüzde yüz iyi, ya da kötü değildir. İnsan oğlu çok karmaşıktır. Kesin bir
yargıya varmadan önce hikayeyi birkaç farklı taraftan dinlemek lazım.”
Ama en çok Sude, Sinan ve
Ömer’in orman sahnesindeki konuşmalarını sevdim. Çünkü bir kere daha anladım
insanın ne olursa olsun kardeşim dediği insana kızamadığını, onu olduğu gibi
kabul edebildiğini... Ben mesela Sinan’ın birçok özelliğine çok kızıyor ve onu
Ömer’e yakıştırmıyorum. Ama işte onlar kardeşler. Tüm falsolarıyla
birbirilerini kardeş bellemişler. Öyle yakınlar ki; Ömer kaybolduğunda Sinan
nerede olabileceğini hemen tahmin edebiliyor aynen ne zaman gitmesi gerektiğini
bildiği gibi... Aynen tüm kırgınlıklarına ve kıskançlıklarına rağmen Sude’nin
onun nerede olduğunu ve çok acı çektiğini bilip destek olmaya gitmesi gibi...
Dizide en çok kızdığım iki karakter ancak tüm kızgınlıklarıma rağmen onlar
Ömer’in kardeşleri. O onları o şekilde kabul etmişken, benim de yargılamadan
kabul etmem en doğrusudur diye düşünmeye başladım. O çocukluk anıları ve
birbirlerini kollama şekilleri o kadar hoşuma gitti ki; gözümden o sahnede de
yaşlar aktığını itiraf etmeliyim. Yıllar geçse bile aynı ormanda acılarıyla bir
araya gelen üç insan. Hepsi kendi yetişkin olma hikayelerini yaşıyor, kendi
hataları ve acılarıyla olgunlaşıyorlar. Kök salmaya çalışıyorlar. Sizin gibi,
benim gibi, hepimiz gibi...

Yalnız en şaşırtıcı yanı
Ömer’in o ortaya çıkmasını arzu ettiğim “affedilme” özelliğini konu Necmi,
Neriman ve Sude olunca çok iyi bir şekilde uygulayabildiği. İşte yine dönüp
dolaşıp aynı noktaya geliyoruz: Aileni olduğun gibi kabul edersin çünkü onları
seçemezsin. Onlar hayatın sana biçtiği akrabalardır. Ömer de Neriman ile
Necmi’yi tüm bu oyunlarıyla kabul etmiş, Sude’yi kıskançlıklarıyla ettiği
gibi... Ne güzel dedi yanıan gelen Sude’ye “Biz küs değil miydik, niye geldin?”
diye. Ama sonra hemen de Sude’nin kaç zamandır insanlardan duymaya ihtiyacı
olduğu sözleri söyledi: “Tebrik ederim derginin satışları için.” Üstelik bu
bölüm bunu sadece Ömer değil, küçükken onu koruması altına alan diğer kişi
Sinan da söyledi. Neymiş Sude’ciğim sabret, iyi düşün, iyi ol! O zaman
istediklerin zaten oluyor. Bak şimdi Passionis’in o güzel çekimini de çabaları
ziyan olmasın diye derginde yer veriyorsun, bu yolda yürümeye devam et canım.
Bu halini pek bir sevdim, belki bu iyileşme sürecini başarıyla tamamlarsan en
büyük hayalin yani Sinan ile mutlu bir gelecekte pek yakın bir noktada seni
bekliyordur ne dersin? Şaka bir yana Sude’nin en sevdiğim özelliği tüm kötü
düşüncelerine rağmen dürüstlüğüdür. Bu bölüm de Ömer’e yine en dürüstçe sözleri
yaşanan olaylara dair o söylemişti:
“Sen de yani Allah’ın odunu gibi dümdüzsün ondan,
birazcık esnek olsan? Biraz daha insanlara karşı toleranslı olsan. O zaman da
insanlar sana karşı daha rahat olur ve bazı sorunlar büyümeden çözülür.”
Bugüne kadar bence Ömer’e
söylenen en iyi öğüttü diyebilirim. Bu kadar insan Ömer’in arkasından iş
çeviriyorsa, ondan korkularından bunu yapıyorlar. İşler de büyüdükçe büyüyor.
Onun bu kadar kusursuz olması ve kendine göre dosdoğru hilesiz, hurdasız bir
hayat kurması isteği başımıza ne açıyorsa açıyor. O terasta Defne’nin “O dimdik duruşunla duvarları aramıza sen
dikiyor olabilir misin acaba? Hiç bunu düşündün mü? Sen hep doğrusun, hep
doğrusun. Her zaman ama her zaman doğru yerdesin. Senin yanında hata yapma
şansım bile yok. Ama ben insanım. Hatalarım var, korkularım var. Kusursuz
değilim. Olamam da.. Ama sen bunun için beni yargılayacaksan, peki tamam.” Diyerek
tüm kızmaları da bundan değil miydi? Şimdi Ömer, Defne’nin korkularını doğru
çıkardı. Bir rüzgar esip ya da Defne bir hata yaptığı an gidebileceğini
gösterdi. Ama ben daha gitmediğine inanmak istiyorum. Necmi’nin de daha eve
gitmeden onu “Tek temennim öfkeyle
birbirinizden ayrılmamanız.” Uyarısında bulunduğu gibi olan her şey anlık
öfkedir biliyorum, inanıyorum. Söz konusu ailesinin hataları olduğu zaman
affedebilen Ömer yaşadığı bu iki Defne arasındaki kafa karışıklığını çözerek doğru
adımı atacaktır. Bakalım kendisi güvenimi boşa çıkaracak mı? Haftaya ben
yurtdışında olacağımdan bölümü izleyemeyebilirim, artık sosyal medyada yapılan
eleştirilerden anlayacağız. Ve sonra bu hafta yapmak için beklediğim
yargılamayı yapıp yapmayacağıma karar vereceğim. Sevgiyle kalın...