Hani bazı dönemler olur
ya dokunsalar ağlayacak durumda olursanız, işte öyle bir zamanda herkesten bir
gün gecikmeli izledim Kiralık Aşk’ın
50.bölümü. Sosyal medyadaki birkaç yorum dışında pek bir fikrim olmadan geçtim
ekran karşısına, o karmaşık duygu yoğunluğum sağ olsun iki saat boyunca elimden
kağıt mendil eksik olmadı. Üstüne bir de son sahnede içime öküzün oturmasıyla
uzun bir süre öyle oturduğum koltukta düşünüp durdum.
Bilirsiniz Kiralık Aşk çetesinin en Polyanna
üyesiyimdir. Ne Defne’ciyimdir, ne Ömer’ci. Öyle ikisinin de sürekli beraber
olmasına dair özel bir isteğim de yoktur. Beraber olduklarında şahane
olduklarına dair hiçbir sözüm yok. O görsel şöleni ne zaman önüme koysalar
tadını doyasıya çıkarmaya çalışırım, ancak beni bu diziye bağlayan onların şahane
uyumunun yanı sıra iki karakterin ayrı ayrı kendi hikayeleridir. Hayatımda
onlarınki gibi acılar yaşamadım, umarım hiçbir zaman da yaşamak zorunda kalmam. Ancak onlara dair önümüze koyulan hikayeler
bana o kadar gerçek ve samimi geliyor ki onları sürekli sarıp sarmalamak
istiyorum. Günahlarıyla, sevaplarıyla... Aynen birçoğumuzun ailesine ve
dostlarına yaptığı gibi. Onları olduğu gibi kabul edebilmek. Hata
yapabildiğinde tolerans gösterebilmek... Hani derler ya “Kendine yapılmasını
istemediğin hiçbir şeyi başkasına yapma” diye, işte sırf bundan dolayı tolerans
gösterebilmek gerekir.
HATASIZ KUL OLMAZ
Bu hafta bölüm bittiğinde
anladım ki; tolerans yetisini kaybeden sadece Ömer İplikçi değil Kiralık Aşk
izleyicisinin geneliymiş. Ömer’in neden bu şekilde olduğunu hiç yoktan
anlayabiliyorum diyeyim ama peki izleyicilerinkini? 49 bölümdür ne yaparsa yapsın
gözünüzde idolleştirdiğimiz o şahane adam ilk kez ağzından kötü bir söz söyledi
ve düşünmeden kırıcı konuştu diye onu bu kadar yerin dibine sokarsak bizim de
ondan ne farkımız kalır? Kızdığımız şeyin birebir aynısını yapmış olmaz mıyız?
Şimdi hemen bana da laf etmeye başlayacağınız eminim, buyurun serbest kürsü
sonuçta herkesin düşüncesi kendisinedir. Hepimiz izlediğimizi kendi
yaşanmışlıklarımızla yorumluyoruz sonuçta, aynen o yaşanmışlıklarla
karakterlerinden birinden birine kendimizi daha yakın hissettiğimiz gibi.
Doğruya doğru fragmanı
izlediğim andan itibaren kendi içimden sürekli “Umarım Ömer’in ‘Neden sürekli
başka insanların laflarıyla kendini yönlendiriyorsun’ sözlerinin ormana
gitmeden öncedir” deyip durdum. Eğer düşünüp geri gelen Ömer bunları dediyse
halimiz haramdı. Korktuğumuz da başımıza geldi. O çok sevdiğimiz Ömer İplikçi’nin
“Defne asla bana yanlış yapmaz, her zaman
benim iyiliğimi düşünür ben diyemiyorum.” sözlerini duyduğum an kafamdan
aşağı kaynar sular döküldü. Zaten ondan sonrasını da pek hatırlamıyorum. O
yüzüklerin çıkarıldığı anı ise hiç umursamadım. Akmaya hazır bekleyen göz
yaşlarım akarken şaşkınla “nasıl olur?” dedim. Ancak biliyorum ki, Kiralık Aşk’ta her sahne ve diyalogu
doğru anlamak için mutlaka iki hatta üç kere izlemek lazım. Bundan dolayı
Ömer’e hemen küfürleri basmak yerine biraz sakinleşip yeniden ekran başına
geçme kararı aldım. Ve şimdi bütün bölümü ikinci kez, son sahneyi ise dört kez
izlemiş biri olarak bu satırları size yazmaya başladım.
Evet, haklısınız Ömer
İplikçi sonuna kadar haklıyken tek bir cümlesiyle yerle bir etti ortalığı. Ha
değişti, ha değişecek derken aslında hiç değişmemiş gibi çıktı karşımıza. Yıkıp
döktü ortalığı ama iyi ki de o sözleri söyledi! Ben biliyorum ki – belki siz
basiretsizlik diyeceksiniz ama - Defne izleyiciler kadar kızmadı o sözlere...
Belki Ömer orada Defne’ye tolerans gösteremedi ancak Defne o sözlerin ağızdan
neden çıktığını bildiğinden bizler kadar çok gönül koymadı ya da koymayacaktır
Ömer’e. Sırf o yüzden iyiki Meriç Acemi o ağır cümleleri Ömer’in ağzından hiç
beklenmedik bir anda belki Ömer’in kendisinin bile daha sonra ‘ben nasıl
bunları söyledim’ diyerek şaşıracağı bir şekilde çıkardı. Sağ olsun, var olsun?
Neden mi? Biraz arabeske bağlayacağım ancak şu duygusal halimden dolayı beni
mazur görün, nedeni Orhan ağabeyimizin de dediği gibi; “Hatasız kul olmaz!”

Sürekli hatalar yapan ve
bugün annemin söylediğine göre Ömer gibi bir şey istediği gibi olmayınca kendi
doğrusunu kabul ettirmeye çalışan biri olarak hatasız insanlardan hiç mi hiç
hoşlanmam. Daha doğrusu etrafımda öyle insanlar olmasına... Öyle insanlar olduğu
zaman bir telaşlanıyor, hata yapmamaya çalıştıkça kendimi daha çok hata yapar
ya da bir şeyler saklar buluyorum. Bu arada yanlış anlamayın Ömer’in hata
yapmasına Defne ile eşitlendi falan diye de sevinmedim (hiç sevmem birini iyi
göstermek için diğerine kötü bir şey yaptırma dengelerini), tam tersi hata
yapmanın insanın hayatında önemli bir şey olduğunu düşündüğümden sevindim.
ÖMER’İN ÖĞRENMESİ GEREKENLER...
Çünkü hata yapmayan bir
insan risk almıyor ve korunaklı bir hayat yaşıyor demektir. Hatalar, dolu dolu
yaşadığımız bir hayat için ödediğimiz bir bedeldir. Ayrıca hata yaptıkça
tecrübe kazanırız. Hepimizin kendine göre doğruları ve değer yargıları vardır.
Onların başka türlüsü olduğunu düşünmeyiz. Bildiğimizi okur ve yola devam
ederiz. Ancak siyah ile beyazın arasında grilerin olduğunu görmek için de bazen
hata yapmak ve o hatalarımızın yol açtığı sonuçlara katlanmamız gerekir. O at
gözlüklerimizden kurtulmanın başka bir yolu da yoktur.