1.Hepimizin tanıdığı sevdiği o sevecen Defne. Ailesini koruyup kollayan, yalan söylerken kendini ele veren, sevdikleri için dikenli yollarda yürüyebilen, kimseyi kırmak istemeyen, yaşadığı tüm acılara rağmen ilerlemesini bilen, duygularını hislerini dile getirmekten korkmayan, cesur, serseri ve tatlı Defne. Üstelik o öyle biri ki; yıldızlara bakarken “Ya eşsizsek ya bu koca evren hepimizi eşit derecede seviyor, aslında diğerinden önemli değilse. Ya biz bir yıldız oluyorsak” diyebilen, sevgisini arabanın camını açarak bağırabilen, Ömer ile tamamlanan birçok eksik tarafı olan, sevdiğine şaka yapmaktan çekinmeyen, hoşlanmadığı bir söz duyduğu zaman en doğallığıyla “gülüyor musun sen bana? Bak bir çakarım şimdi” sözlerini sarf edebilen, sevdiğini “yüz kere bin kere şanslıyım. İyi tasarımcısın, hem en iyi şefsin, bence en önemlisi mükemmel bir sevgilisin.” diyerek yüceltebilen biri. Tüm bunlara yaparken de sevdiği için hep ama hep en iyisini düşünen, mümkün olsa onun acısını kendi acısı yapabilecek biri.
 
2. Kiralık Aşk oyunu denilen o saçma sapan oyunun kurbanı olan Defne. Tasmasını Neriman ile Necmi’ye vermiş olan. O tasması ve sırtındaki kambur yüzünden sürekli hatalar yapan, yaptıklarına doğru düzgün açıklamalar yapamayan, başkalarının sözleriyle hareket eden ve Nihan’a isteme gününde “Bile bile Ömer’in canını yakmış gibi oldum.” sözleriyle dile getirdiği gibi sevdiğinin canını acıtacak bir şeyi yapmak zorunda kalan bir Defne. Aslında bu Defne’yi benden çok en iyi kendisi Neriman’a bu hafta söylediği sözlerle anlatsın sizlere: “Mahvettiniz siz ya. Beni de mahvettiniz, hayatımı da! Ben Ömer’e aşık oldum diyorum. Eğer siz olmasaydınız onu bir an bile üzmeyecek, kırmayacaktım. Ama hep sizin oyunlarınız. Hep menfaat, hep kötülük. Sizin yüzünüzden yalancının biri oldum çıktım. Ömer’e oyun oynayıp duruyorum. Ben böyle biri değilim, tamam mı? Ben böyle olmak istemiyorum. Tek bir istediğim bir şey var: o da Ömer ile sakin huzurlu hayat. Ama yok illa bir dalavere, illa bir sahtekarlık. Gerçekten sizin yüzünüzden kendimden nefret ediyorum. Ben böyle bir hayat yaşamak istemiyorum. Ben sevdiği adamı üzen kıran ondan uzak duran bir insan olmak istiyorum. Allah aşkına karışmayın, vallahi delireceğim.”


 
Şimdi bir de güven sorunu olan ve bunu aşmaya çalışan Ömer’i düşünün. Kendisinin hayata karşı belli başlı prensipleri var. Onlara önem verilmesini istiyor. Bunlardan ödün vermek hoşuna gitmiyor. Ve bu adam bir kadına aşık olmuş. O hepimizin tanıdığı sevdiği Defne’ye. Onun için kendini hapsettiği buzlar şatosunun dışına çıkmaya ve koruma kalkanlarını indirmeye çalışıyor. Ona güvenmek istiyor. Ona sırtını dayamak. Ve arkasından iş çevirmeden ömrünün sonuna kadar gülerken ve ağlarken el ele aynı yöne yürümek. Tam bunu başardım sanıyor, bir anda karşısına ikinci tanımadığı Defne çıkıyor. Oyunu bilmediğinden sürekli şaşırıyor, hangisinin doğru ve gerçek Defne olduğunu anlamakta zorlanıyor. İçindeki his asıl aşık olduğu Defne’nin gerçek olduğunu biliyor. Ama işte bazen öyle kritik zamanlarda isteme gününde olduğu gibi diğer Defne ortaya çıkıyor ki, adamın aklı donuyor. Düşünemiyor. Ve bu çok sık meydana geliyor. O da haklı olarak anlayamadığından, konduramadığından ve istediği cevapları alamadığından şüphelenmeye başlıyor. En sonunda da kendini Defne’nin niyetini bile sorgulayacak pozisyonda buluyor. Söyleyin bakalım siz onun yerinde olsanız ne yapardınız? Evet, o da biliyor asıl Defne’nin iyi niyetli olduğunu. Ama işte diğer Defne öyle bir bam teline basıyor ki, şüphelenmekte haklı değil mi? Üstelik en kızdığı konuda bu başına geldiğini düşünürsek. Çok kırıcı oldu, çok beklenmedik.

Sonra olayın karşı tarafına bakıyorum. Defne de kendine göre haklı. Ayrıca kendi içindeki asıl niyeti biliyor. Art niyetsiz bir şekilde kimseyi kırmadan, aile arasındaki küskünlükleri bitirmek istiyor. Suçunun da farkında. “Suçsuzum” demiyor. Ama haklı olduğunu bildiğinden de gururundan ödün vermiyor. Sonuç olarak da bizler böğrümüzde bir öküz ve masadaki iki alyansla baş başa kalıyoruz. Hepimiz biliyoruz ki bu küslük uzun sürmeyecek. Zaten Şükrü abinin de Defne’ye “Çözersiniz merak etme. Kalbinden doğru şeyler geçiyorsa, niyetin iyiyse, sonu da hep iyi olur.” dediği gibi bu olaydaki her şey iyi niyetle yapıldığından çözümü de en hızlı şekilde gerçekleşecektir. Bu arada tüm bunlara ek olarak son sahnedeki diyalogun tamamını bir kenara yazdığımı ve sahneyi birkaç kere izlediğimi de belirtmeliyim. Ve o sahnedeki konuşmalara dikkat ederseniz; Ömer eve geldiğinde Defne ile ayrılmayı düşünmüyordu. “Seni burada beklemek istedim” diyen Defne’ye “iyi ettin” demişti. Daha sonra ise onu bulmak istedim dediğinde “Böyle olması daha iyi oldu. Ben bir kafamı topladım, düşündüm. Biraz sakinleştim.” demişti. İlk vereceği tepki zaten ayrılık olacaktı, düşünmesinin bir faydası olması gerekiyordu, daha olumlu bir şey yapmak adına ve düşündüklerini dile getirmeye başladı. Aslında sorularının cevabını arıyordu, ayrılık yerine.  Hatta Defne “Bana hala güvenmiyorsun” dediğinde “güvenmiyorum” demektense “yapma şimdi” demişti. Güveniyordu çünkü asıl olay bence Defne’nin blöf olarak ortaya attığı “ciddi sorunlar varsa ciddi adımlar atmayalım” sözleriyle koptu. Bir anda gurur denilen o çok anlamsız şey kılıcını kuşanıp aşkın karşısında durdu. Yoksa Ömer’in Defne’yi art niyetli bilmesinden ya da ona güvenmediğinden değildi bence bu ayrılık daha önce yazdığım gibi... Neyse bu konuya dair söyleyeceklerim bu kadar, şimdilik Ömer’e avaz avaz bağırmayacağım. Çok kırıldım ama onun Defne’ye yaptığının aksine ben ona toleranslı davranıp gelecek hafta bölüm finaline kadar yaptıklarına bakıp öyle yargılayacağım kendisini. Tabi bu benim tercihim, herkesin tercihi kendinedir. Kızanları da eleştirmem kesinlikle.
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER