Hülya, hırçın çocukluğunu, öfkeli gençliğini alıp gelmişti
Kerim’in yanına. Hani herkesin hayatının dönüm noktaları vardır ya, Hülya’nın
ilk dönüm noktası da dünyanın en güzel gözlü çocuğuyla karşılaştığı o andı.
8 yaşına kadar, yoksulluğu, yoksunluğu iliklerine kadar
hisseden Hülya, aklınca sevilmeyi hayal etmişti. Öyle görmüştü, büyüyünce
evlenecek, bebek doğuracaktı. Karşısına çıkan o güzel gözlü çocukla
evlendiğinde sevileceğini düşündü. Sevgisizliğin kalbini karartmasına, içindeki
neşeyi yok etmesine izin vermeyecekti Hülya. Coşkuyla sokaklarda koşacaktı, eh
biraz da haylazlık yapacaktı. Ne de olsa onu sevenler haylazlıklarına da
katlanırdı.
Büyüdü Hülya, genç bir kadın oldu. Hayatını kurtarmak için
yollara koyuldu. Yoksulluğunu ise nereye giderse gitsin yanında götürdü. Bir
gün bir adam çıktı karşısına, sevildiğini düşündü Hülya. Öyle mutlu oldu ki,
ruhunda kelebekler uçuştu. Yükseldi, yükseldi, yükseldi; nereden bilecekti bir
anda yere çakılacağını…
Hülya’nın hayatındaki ikinci dönüm noktası Cem’in gerçek
yüzünü gördüğü o andır. Hülya’nın neşesi, coşkusu, heyecanı yerle bir olurken
derinlerde sakladığı öfkesiyle tanıştıran da.
Hülya, o geceyi yaşamamış olsa hayata bambaşka biri olarak
devam edecekti belki de. O geceden sonra coşkulu ve heyecanlı bir genç kadın
değil de sadece kendini düşünen bir genç kadın izledik. Kerim istemese de
Kerim’le evlenmeyi kafasına koyan, bu yolda önüne çıkan her engele karşı çıkan,
Kerim onu düğün gecesinde terk ettiğinde öfkeden titreyen bir genç kadın.
Yazı devam ediyor...