İki
güçlü ve baskın karakter karşı karşıya geldiğinde çatışma çıkmasını
bekleriz. Sefer Sema’ya en fazla iki saat evvel “Tamam, üstüne gelmeyeceğim.”
demişti ama, yine duramadı doktor mevzusunu açtı. Ama bu defa tartışmadılar,
yumuşak bir şekilde sözleştiler. Sema da Sefer’e kıyamıyordu artık.
Doktorun
muayenehanesinde de ikisi de korku ve endişelerini gizlemeye çalışırken elleri
kendilerini ele veriyordu. Zaten dayanamayıp bu durumu sözle de itiraf ettiler
birbirlerine.
Neyse
ki korktukları gibi beyin tümörü benzeri bir şey çıkmamıştı. Sonradan çok daha
güzel sözcüklerle anacağımız muhteşem doktor, her tanısı konulamayan
rahatsızlığın sebebine dedikleri gibi “Strestir yau.” deyip geçmişti. Keşke
dediği gibi olsaydı. :/
Buraya
kadar Dafne’nin adını hiç anmamıştım ama artık kendisi oyuna dahil olmuştu. Sefer’in dizide kaldığı süre boyunca Dafne’nin adını bir kez
bile doğru söyleyemediğini söylersem, hikâyemizdeki yeri daha iyi anlaşılacaktır
diye düşünüyorum.
Ama
yanlış telaffuz edilmiş adını duymak bile Sema’nın kıskançlık radarlarını
açmasına yetmişti. Saf Sefer Sema’nın davranışına hiç anlam veremezken, Sema
hislerinde haklıydı. Gelen telefonun üstüne bir de Sefer’in yüzüğünün parmağında
olmadığını fark edince, hiç görmediğimiz bir yüzüne şahit olacaktık. Kıskanç
Sema’yı izlemek Sefer gibi bizim de hoşumuza gitmişti.
"Çok güzel."
Biraz cilve aşkın biberi tuzu. Barış Manço
Bölüm
içinde yetimhanedeki çocukluk hallerini izlediğimiz Sefer’in iç burkan
garibanlık anılarından anladığımız kadarıyla, belki de ilk kez gerçekten
sevildiğini hissediyordu. Yüzüğü bulduğu halde Sema’dan saklamaya devam edip,
çocuk gibi, kıskanılmanın keyfini sürmek istemişti. Sema da belki de hayatta en
değer verdiği şeyin, beyninin sağlıklı olduğunu bilmenin mutluluğunu yaşıyordu.
Bunlar tatlı atışmalardı.