Sefer ile Sema Meselesi: Olmaz böyle şey, yoksa rüya mı?

Sefer ile Sema Meselesi: Olmaz böyle şey, yoksa rüya mı?

"- İçimde kötü bir his var Sefer.  - Ben burdayım merak etme."

26. Bölümdeki en güzel Sefer-Sema sahnesi hangisi derseniz bu yukarıdaki derim. 

Hani kız isteme, nişan, ilk öpüşme (köprüdeki oyunlu öpücüğü saymazsak) gibi sahnelerin olduğu bölümden bahsediyorum. Belki hatırlamıyorsunuzdur bile bu kısmı, ama Sefer’i özellikle sevgisi konusunda sözünün eri olduğu için sevdiğimden sonradan yaşananları düşününce diğerlerinden daha mânâlı geliyor bana böyle kısacık konuşmalar.


"Seveceksiniz birbirinizi, sonuna kadar, koşulsuz. Bırakmayacaksınız."





Evet, ilk sezonda karınca hızında ilerleyen ilişki, ikinci sezonda dış kulvardan depara kalkan Arap atı gibi bir hâl almıştı nedense. Zaten gereksiz bulduğum kız isteme merasimi esnasında ve sonrasında özellikle Sema’nın halinden ve tavrından ve de yapılan komiklik ve şakalardan çok da hoşlanmadığımı söylemiştim daha evvel. Sadece Şenol Hoca’nın, Quaresma’dan bile bir cacık yapmayı başardığını eklemek isterim geldiğimiz noktada. ^.^


Bir türlü inanamamak

Dediğim gibi kız tarafından bir açıklama bekliyorduk hâlâ. Nişandan sonra baş başa kaldıklarında  Sefer aslında ne kadar umutsuz olduğunu itiraf edip mutluluğunu samimi bir şekilde sevdiğiyle paylaşırken hepimizin merak ettiği soruyu sormuştu sonunda. 


"Ben ne zaman düştüm gönlüne?"

Ancak Sema’dan genel cevap pek de gönülden gelenlerin söze dökülmüşü gibi değildi. Böyle mantığın konuştuğu kuru laflar yerine bizi sevgisine gerçekten inandıracak samimi bir şeyler söylemesini isterdim. Mesela instagram’de kahve fincanlı fotoğraflara konu olmasına içerlediğim Kürk Mantolu Madonna’daki altı çizilesi onlarca bölümden birisi olan Maria Puder’in aşk itirafı gibi:

" 'Şimdi aramızda noksan olan şeyin ne olduğunu biliyorum!' dedi. 'Bu eksik sana değil, bana ait... Bende inanmak noksanmış... Beni bu kadar çok sevdiğine bir türlü inanamadığım için, sana âşık olmadığımı zannediyormuşum... Bunu şimdi anlıyorum. Demek ki, insanlar benden inanmak kabiliyetini almışlar... Ama şimdi inanıyorum... Sen beni inandırdın... Seni seviyorum... Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum... Seni istiyorum... İçimde müthiş bir arzu var... Bir iyi olsam!.. Ne zaman iyi olacağım acaba?..' " (s. 135)

Yahut Gülten Akın’ın dizelerindeki gibi:

Seni sevdim,
Seni birdenbire değil usul usul sevdim.
'Uyandım bir sabah' gibi değil,
Öyle değil nasıl yürür özsu dal uçlarına
Ve gün ışığı sislerden düşsel ovalara...
Seni sevdim...
Artık tek mümkünüm sensin.



Evet birdenbire değil yavaş yavaş, tanıya tanıya sevmişti Sema. Zaten çoğunlukla öyle olmaz mıydı? Ama sevgililik ilişkisini herhangi bir kadın-erkek ilişkisinden ayıran da karşı tarafı sadece ruhen değil, bedenen de sevmek değil miydi? Kimyasal başlangıcını inkâr edemeyeceğimiz aşk olayı, fiziksel bir beğeni ve uyum yoksa gerçekten aşk olabilir miydi? Sema buraları sözcüklere dökemedi. Sefer’in aşkına, sadakatine, sabrına olan hayranlığını söyleyebildi sadece. “Sefer’i” neden sevdiğini pek açıklayamadı. O sebeple sevgisini anlatışı eksik kaldı. Söyleyemediği yerleri dokunarak, öperek anlatmaya çalıştı belki. Sema için bu kadarı bile büyük gelişmeydi sanki. Sefer ise daha evvel kendisinden çokça duyduğumuz ölümle ilgili cümlelerin yanına buradan itibaren aşkı da koymaya başlayacaktı. Ölümü daha sonra da yapacağı gibi aşkla kıyaslayacaktı. 


"Ölüm aşktan daha kolay biliyon mu?"
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER