Cezmi Baskın gibi bir isimle çalışmanın Serdar Şanal'a katkısını merak ediyorum. Oynarken, kendine odaklı olduğu için farkına varmasa bile, izlerken harikalar yarattığını gördüğünde, bunun faydaya dönüştüğünü vurguluyor. Ve zamanla, istem dışı bile olsa bir şeyler aldığını fark ettiğini söylüyor. "Bir şeye bir tepki veriyorum sonra, 'Aaa Cezmi Abi gibi verdim' oluyor. Hakikaten üstad olmak başka bir şey. Sana özel olarak oturtup öğretmiyor ama karavanda otururken bile anlattığı hikayelerden biz bir şeyler öğreniyoruz zaten. Sadece oyunculuk bağabında bile değil. O yüzden üstadlarla oynamak, büyük şans. Ve Cezmi Abi öyle harika bir insan ki, öyle bir enerjisi var ki, sanırsınız benden iki üç yaş büyük. Aynı muhabbeti ediyoruz. Her yere bizimle beraber geliyor. Çok eğlenceli bir insan. O yüzden özellikle genç kadroda büyük bir şans. Üstadlar iyidir." diyor gülümseyerek. Böylece Cezmi Baskın'ın da kulaklarını çınlatmış oluyoruz.
Biraz da Filiz Hoca'dan bahsedelim öyleyse, zaten yemeğe epey bir geç kaldık, bizi anmaya başlamıştır bile belki. Filiz Pakman'ın harika bir yönetmen olduğunu düşünüyor. Sette "yönetmen" gibi değil de anaç bir kadın gibi davrandığını ve bunun işe de gerçekten yansıdığından bahsediyor. Birlikte çalıştığı için mutlu. "Filiz Hoca'm bir tanedir." diye, yüzüne yerleştirdiği gülümsemesiyle noktalıyor konuyu.
Yemeğe geçiyoruz, menüde mantı var. Sevip sevmediğimi soruyorlar ve ben tabii ki de mantıya bayıldığım için, hâlimden oldukça memnunum. Yemeklerimizi yedikten sonra, Rüzgar'ın kulübesini gezmek istediğimi söylüyorum. Aslında, bu konuda biraz çekingenim çünkü asma kat olduğunu vurguladıkları için, oraya giriş çıkışları biraz tedbirli tutuyorlar. Ama beni yine kırmıyorlar ve tek başıma, o küçücük odaya çıkıyorum. Masa, aksesuarlar ve duvardaki tablo kesinlikle bu dökük evi, çok şirin bir yer hâline getirmiş. Zeynep ve arkadaşlarının eline sağlık, kadın eli değdiği çok belli. ^^
Gerçeklik dışı bir yer gibi burası. İlk geldiğimde, karşılaştığım telaştan ve bu yoğunlukta neyi nereye sığdıracağız düşüncelerinden farkedemesem de, şimdi görüyorum. Medeniyetten uzak bir yer, aynı Yaban Rüzgar gibi. Ama bir o kadar da insana huzur veren bir yanı var aynı, zamanla görmeye başladığımız Rüzgar gibi. Dört tarafı ormanın içindeyiz neredeyse, tepede bir yerlerdeyiz. Ama gözlerimi kapattığımda, ılık ılık esen rüzgarı hissediyorum tenimde ve cır cır böceklerinin sesini duyuyorum. Yüzümde, istemsiz bir gülümseme oluşuyor. Ve kafamı gökyüzüne kaldırdığımda, şehirde göremediğim yıldızları görüyorum. Gökyüzünde birer süs gibi duruyorlar ve bana çok yakınlar. Elimi uzatsam, tutacakmışım gibi. Yazlık bir beldedeyiz ve burada bu çok normal bir şey. Ama öyle değil sanki bu. Burası başka. Aynı, masal prenslerinin gizli sığınağı gibi bir yer. Dağ başında, kalabalık olmasak ıssızlaşacak ve korkutacak bir yer belki ama öyle değil. Buranın güven veren bir yanı var. Muammer'in evi, sıcacık aile yuvası gibiyken, buradaki güven hissi daha tatmin ediyor beni. Seviyorum ben de burayı, aynı Rüzgar gibi...