İçeriden bildiriyorum: Zülfikar, Sefer, Taş Kafa.. Zarif abiler!

Ah Zülfikâr.. Ah benim yara ortağım.. Ben annemden, o da babasından yediği dayakların acısını örtmek için işi "eğlenceye" vurarak anlatangillerdeniz. Ancak o ve ben biliyoruz acının küllenmediğini, yaraların kabuk tutmayacağını ve ne kadar kaçsak da dönüp dolaşıp bir gün yakamıza yapışacağını.. Ben annemi atabiliyor muyum ki Zülfikar babasından kurtulsun? Gözleri kan yaşları içinde ensesine yapışıp, "Bana gel, anneme ilişme!" dediğinde aynı acının ortağı değil miyiz? Bıraksan, sabaha kadar bi Zülfikâr anlatır, bi ben yediğimiz dayakları, dinleyenlerin de gülmekten karnına ağrılar saplanır. Böyle başa çıkıyoruz ruh ağrılarımızla. Ağrılarımıza gülünce siz, hafifliyor gerçekliği.. Azalıyor acısı ve sanki o çocuk biz değilmiş gibi uzaklaşıyoruz gerçeğimizden..

Zülfikâr fazladan bir de işkence görmüş. Polis dayağı yemiş. Öyle ki okuyamamış bile.. Çocuk yaşta ekmeğinin izini sürmüş. Hangi karanlık gecede Bahri Umman'ın yamacına ilişmiş, bilmiyorum. Yoksa iyi fikir değil miydi bu adamlarla konuşmak, rakıya oturmak? Acaba doğrudan bunları doğuranla mı konuşmalıyım? Ağızlarından lafı cımbızla dahi alamıyorum! Aldığımı anlatamıyorum. Dur bakalım... Zülfikâr ve Sefer masadan kalktıkları bir anda (hacet için olsa gerek) Taş Kafa fısıldıyor kulağıma; "Galiba bir gece nezarette polisler bunu hallaç pamuğu gibi silkelediklerinde Bahri Baba'nın bir adamıyla tanışmış. O getirmiş Baba'ya.. Tam da bilmiyorum çünkü kendiliğinden anlatmayana sormak racona uymaz" diyor. Ayarı alıyorum Taş Kafa'dan.. Zorlama diyor, anlayacağınız. Zorlamıyorum.

Çocuk gibi bir şey bu Zülfikâr... Çok masum. Çok kırılgan. Çok Celil... Gözleri kendiliğinden sisli.. Dedem diyor, ağzından bir tane daha dökülüyor. Soğuk tetiğe parmağını kilitleyip can aldığına inanmazsınız, bir masada karşılıklı kadeh tokuştursanız. "O beyini sade yedin ya, al bir de bunu dene" diyor, bol karabiber, limon ve zeytin yağına bulanmış parçayı tabağıma bırakırken. Üç adamla oturuyorum, masada erkek egosundan eser yok. Evet egemenler, evet baskınlar, evet kollayıcılar ama ezmeden, fark ettirmeden... Sanki dokuz-beş karanlık dünya mesaisi yapıyorlar da o ceketi çıkarıp gelmiş gibiler..

Ne kadar zorlarsan zorla öfkesini dizginliyor, darbeyi göğüslüyor Zülfikâr. Sanki hiç kızmıyor. Taammüden üstüne gidiyorum mesela kızdırmak için hatta zorluyorum, hatta damarına da basıyorum ama sadece gözlerini kaçırmakla yetiniyor. İnsanın böyle zamanlarda "Lan şunları keşke ben doğursaydım!" diyesi geliyor. Kıskanıyorsun. Sen olsan kıskanmaz mısın?
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER