Fazilet Hanım ve Kızları: O zaman bize inanacak yeni bir şey lazım…

O zaman bize inanacak yeni bir şey lazım…
"Öyle bir zamanda gel ki, vazgeçmek mümkün olmasın." Orhan Veli
Yine fragmana ön izlemeye filan yükseldiğimiz, değişik pastoral bir mekan görünce hayaller kurulan ve son tahlilde çakıldığımız bir bölüme doğru seğirtiyoruz. Gökhan’ın desteği baştan sona kadar ortada, ne babasının kardeşleri arasında böyle ayrımcı bir tutum sergilemesine anlam verebiliyor, ne Sinan’ın acımasızlığına (Yağız’ı kendi kurduğu şirketten kovdu, yuh, ne deve kiniymiş arkadaş.). Yağız’a üzülüyor, Hazan’a elinden geldiğince yardım ediyor. Keşke Yağız’la Gökhan’ı, hatta Hazan’la Gökhan’ı daha çok sahnede izleyebilseydik diye hayıflanıyoruz. Sinan Sinanlığını yapmaya devam ediyor. Yağız’ı onun karşısında bu hallerde görmek, Yağız’ı genel olarak bu hallerde görmek acı veriyor. Hazan’ın, o uçaktan savaşmak için indim diyen Hazan’ın Yağız’ın kariyeri, itibarı, onuru, gururu namert bir planla yerle bir edilirken böyle susuşu deli ediyor.


"Özür dilerim, aşık oldum."


"Sen beni boş ver baba, oğlunla ilgilen."

“Hazan’ı kolla, lütfen.” :/ Basına servis edilen videonun devamında yaşananlara rağmen yine Hazan’ı korumak için susan Yağız ve Hazan’a namusunu kurtardım diye en eril lisanda bağıran Sinan.


Gidiyorum bütün aşklar yüreğimde

Yağız daha önce varlığından haberdar olmadığımız evine sığınıyor. Kendisinden Amerika’ya geri dönmesini istemek için zahmet edip ayağına kadar giden Hazım’la konuşmasından anlıyoruz ki, gerçekten hiç sevmemiş bu aile onu. Tek sırdaşı olan annesi bildiği Sevinç bile. Koskoca yalıda bir odayı bile çok görmüşler. İşte bu acıtıyor. Yağız’ın bunca sevgisizliğe ve yalnızlığa karşın bu kadar sevgi dolu ve erdemli bir insan olması ise bana geçenlerde twitter’da rastladığım bir quote’u hatırlatıp üzüyor. Tercüme edip büyüyü bozmak istemediğimden olduğu gibi aktarıyorum:

“I think the saddest people always try their hardest to make other people happy, because they know what it’s like to feel absolutely worthless, and they don’t want anyone else to feel like that.” Robin Williams


"Ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile."


O kadar özlemesine rağmen adamın yanına dalga geçer gibi parmağında o lanet yüzükle giden Hazan


Oyun bitmemiş.

Ve beklediğimiz sahne geliyor. Yağız kitaplığından Hazım’ın güzel bir not yazarak hediye etmiş olduğu Orhan Veli kitabını seçiyor. Böyle durumlarda kitaplara sığınmayı çok anlamlı buluyorum. Sanırım iyi insanlar böyle yapıyor. Cemil Meriç’in dediği gibi: İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Hazan yol boyunca umutlu. Sonunda eve vardığında, bir süre Yağız’ı o yeşilliğin içinde kendi kendine şiir okurken izleyip Yağız’a bir kez daha âşık oluyor. Sanırım biz de. Son mısrayı Yağız’dan önce Hazan söyleyip tamamlıyor şiiri. Hiç beklemediği bir anda Hazan’ın sesini duyan Yağız iradesini devreye sokma fırsatı bulamadan Hazan’a koşuyor. Bu seferki özlem dolu ve sığınacak tek limanını bulmuş bir sarılma. Ama ilk şoku atlatan Yağız niye orada olduğunu çabuk hatırlayıp yine yaptığından utanıyor. Edebiyatla güzel güzel başladığı sahneye gerilim müziği koyulmasını gerektirecek bir devam yazıp piç eden senariste ise artık diyecek bir şey bulamıyorum. Yağız Hazan’a yine “Git.” diyor. Kardeşim diyor da başka bir şey demiyor. Hazan yanına parmağında kardeşinin yüzüğüyle gelip hala kendisini kandırmaya devam ettiği için çok da kızamıyorum.


Birbirinizin ardından bakakalmalarınızdan YILDIK.


CDlerin efendisi Fazilet ve sonunda kıymetini anladığı (mı acaba) müstakbel damadı

“Senin kardeşinin tek gerçeği, kendinden başka kimseye âşık olmaması.” Hazan doğru bir laf etti ama ne fayda. Yani eski Yağız olsa Hazan’ın hal ve hareketlerindeki tuhaflığın üstüne giderdi herhalde. Öylece uzaklaşmazdı. Onu eski haline döndürecek olan kişi ise sonunda yaptığı hatayı düzeltmeye karar verip cd koleksiyonunun en nadide parçasıyla işe koyulan Fazilet oluyor.


"Oyununu öğrendim, her şeyi biliyorum artık." (You know nothing Yağız Egemen.)


Bırakın açıklasın Tahsin Bey. (Avrupa Yakası'na selam)

Yağız’ın sondaki o “Şimdi ananı laciverde boyadım.” bakışından sonra esaslı bir hesap sorma sahnesi bekliyor, fragmandaki yumruğu görünce oh be sonunda diyoruz. Lakin ki öyle olmuyor.  Çocukluğu annelerin izlediği Güney Amerika pembe dizileriyle geçmiş bir insanım ama orda bile kötülerin kazanmasının bir sınırı vardı arkadaş. Bakın biz mutsuz insanlarız, gerçek hayatta zaten kötüler kazanıyor ve hayat adaletsiz, kurguda bari iyilerin yüzü gülsün istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?


Katharsis neydi? Katharsis emekti. 

Bu sebeple Yağız’ın Sinan’a yumruğuyla bile içimiz soğumadı, karşılık vermesi yetmezmiş gibi bir de üste çıktı şerefsiz. 100 dolar filan diyor hala ya, fucking unbelievable. Hele Hazan’ın Yağız’ın kalbinden kaçmak için verdiği mücadeleyi Sinan’a kendini açıklamak zorunda hissederken duyması? Belki sonrasında birbirlerine âşık olma hikâyelerini anlatmalarını izleyebilseydik o kadar koymazdı ama, ikinci bir “Aşık oldum, özür dilerim.” vakası daha yaşanıp yine Sinan’a edildi sözlü itiraflar ve eksik kaldık.



Kiymetlimiss


Saçları kendi kendine jölelenebilen Yağız Egemen Bey geç kaldın diyorsa geç kalmışsındır Hazan.

“Esas kız neden kötü çocukla esas çocuğu kandırdı acaba?” Hah işte biz de onu merak ediyoruz. Birkaç dakika sonra madem çıkaracaktın o yüzüğü niye dut yemiş bülbüle dönüyorsun arkadaş? Vallahi bu esas kızlar eğitilebilmezdir. Bunca yıllık Yeşilçam seyircisiyim Hazan kadar bir türlü konuşamayan esas kız görmedim.


Adam ağız tadıyla bir su bile içemiyor.


Bunun Sinan'ın master planındaki yerini kaçırmışım, sebebi neydi ki?



Magazin programlarını parselleyen Egemenler 


"Seni benim yüzüme vurması, işte bu kolay değil."

Yine Yağız’ın arkasından gitti tee Tuzla’ya kadar (Bu süreçte Sarıyer-Tuzla arası verilen taksi paralarını bir tek ben hesaplamadım umarım.), evvet, yine konuşmak için. Hazan’ın kendisinden beklenmeyecek ketumluğu yine devam ediyordu, Yağız gurban olduğum boncuk gözleriylen kendisine dev bir kedi gibi bakarken hem de. Yalvarıyordu resmen artık, daha ne yapsaydı anlatsın diye. Doğru dürüst televizyon izlemeyen Yağız o anda televizyonu (deus ex machina çok güzel siz de gelsenize) açık bırakmış olduğundan Hazan’ın anlatacakları yine yarım kaldı. Ece’yi unutmuştuk ya la biz. Sadece biz unutsak iyi, anası, bacısı, kocası da unutmuştu.

Dizi ve belki de insanlık tarihinin en uzun hamileliğini yaşayan Ece’nin bebeği Özgür bile en acımasız kötülüğün içine doğmuştu. Tabii ki kadına işkence ettikleri o grotesk doğum sahnelerini filan izlemedim. O kadar da kafayı yemedim henüz çok şükür. En sulu zırtlak dramda bile dünyaya yeni bir can geldiğinde bir mutluluk haresi oluşur. Bu çeşit bir saykoluğu yorumlamaya bile tenezzül edemeyeceğim.


Yağız'ın kardeş sevgisi bambaşka yahut yine hiçbir şey bilmiyorsun Yağız Egemen.

Neyse ki dizi aslında hiç böyle bir niyeti olmamasına rağmen çokça kahkaha da attırıyordu da dengeliyorduk. Yağız’ın Hazan’a senin yeğenin benim kardeşim muhabbeti (Ulan ne ara o kadar sahiplendin?) mi daha komikti, yoksa çocuğun babası benim diye sahneye dalan Yasin’in mikemmel tripleri mi bilemiyorum. Sonuç olarak yine bizi en iyi Gökhan temsil ediyordu: Gerçekten yorulduk.

"Sen ona gerçekten âşık oldun mu, gerçekten, hiç âşık oldun mu?"
 

SinYağ var.

Biz yoruldukça senarist hanım üzerimize Sinan atıyordu. Yağız onca olaydan sonra Sinan’ı neden dinliyordu? Septisizmin kitabını yazmış, DNA testi için babasının mezarını açtırmış olan (ki haklıydı görüldüğü üzre) Yağız neden Sinan’dan hâlâ zerre-i miskal şüphelenmiyordu? Böylesi bir saftirikleşme sadece kardeş sevgisiyle açıklanabilir miydi? Dizinin gerçek çifti SinYağ mıydı? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrenmişti?


Dostum final yapıyoz, bi çık aradan artık Adana, aloo!

  
Sevdiği kadın öperken yorulmasın diye kafasını eğen adamları üzmeyin.

Ve evet Hazan yine Yağız’ın tahmin ettiği gibi o kadar yolu hiçbir şey söylememeye gelmişti. Üstelik o cibiliyetsiz pantolonla. Taksi paralarına yazık gerçekten. Hadi telefonda konuşacak da durumunuz yok, bi whatsapp’leşin bi DM’leşin arkadaş. Bu kadar iletişemeyen bir çift yok dizi/film tarihinde. Şahsen her daim konuşmaktan ziyade yazarak daha iyi ifade edebilmişimdir kendimi. Hazan’ın Almanya’ya gitmeden Yağız’a yazdığı upuzun (!) notun (Evet saf gibi Yağız’ın sakladığı parçasının da tıpkı topuklu ayakkabılar gibi bir gün karşımıza çıkabileceğine de inandık, vallahi yazık bize.) bir benzerini bu bir türlü anlatamadığı olay için yazsa olmaz mıydı? Hani Yağız’ı Sinan’ın insafına bırakmayacaktı?

Allah belanızı verebilir mi lütfen? 

Yağız’ın yanağına da lalettayin bir öpücük konduruverdi. Yağız bu öpücük karşısında çok gülmedi bile minicik gülümsedi ama çok ağlayacaktı maalesef. Gözyaşı beni kasıyor diyen adamın gözünden yaş eksik olmadı zaten aşka düştüğünden beri.  Hazan neden o anda anlatmıyor da fırtınanın kopacağı besbelli olan akşamdan sonrasını bekliyor, neden bizim aklımızla bu kadar dalga geçilmesine müsaade ediyoruz, mantıklı bir açıklaması yok. Neyse, olur öyle şeyler, Sinan da babasına toprak atmıştı. 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER