Yine fragmana ön izlemeye filan yükseldiğimiz, değişik
pastoral bir mekan görünce hayaller kurulan ve son tahlilde çakıldığımız bir
bölüme doğru seğirtiyoruz. Gökhan’ın desteği baştan sona kadar ortada, ne babasının kardeşleri
arasında böyle ayrımcı bir tutum sergilemesine anlam verebiliyor, ne Sinan’ın
acımasızlığına (Yağız’ı kendi kurduğu şirketten kovdu, yuh, ne deve kiniymiş
arkadaş.). Yağız’a üzülüyor, Hazan’a elinden geldiğince yardım ediyor. Keşke
Yağız’la Gökhan’ı, hatta Hazan’la Gökhan’ı daha çok sahnede izleyebilseydik
diye hayıflanıyoruz. Sinan Sinanlığını yapmaya devam ediyor. Yağız’ı onun
karşısında bu hallerde görmek, Yağız’ı genel olarak bu hallerde görmek acı
veriyor. Hazan’ın, o uçaktan savaşmak için indim diyen Hazan’ın Yağız’ın
kariyeri, itibarı, onuru, gururu namert bir planla yerle bir edilirken böyle
susuşu deli ediyor.
"Özür dilerim, aşık oldum."
"Sen beni boş ver baba, oğlunla ilgilen."
“Hazan’ı kolla, lütfen.” :/ Basına servis edilen
videonun devamında yaşananlara rağmen yine Hazan’ı korumak için susan Yağız ve
Hazan’a namusunu kurtardım diye en eril lisanda bağıran Sinan.
Gidiyorum bütün aşklar yüreğimde
Yağız daha önce varlığından haberdar olmadığımız evine
sığınıyor. Kendisinden Amerika’ya geri dönmesini istemek için zahmet edip
ayağına kadar giden Hazım’la konuşmasından anlıyoruz ki, gerçekten hiç sevmemiş
bu aile onu. Tek sırdaşı olan annesi bildiği Sevinç bile. Koskoca yalıda bir
odayı bile çok görmüşler. İşte bu acıtıyor. Yağız’ın bunca sevgisizliğe ve
yalnızlığa karşın bu kadar sevgi dolu ve erdemli bir insan olması ise bana
geçenlerde twitter’da rastladığım bir quote’u hatırlatıp üzüyor. Tercüme edip
büyüyü bozmak istemediğimden olduğu gibi aktarıyorum:
“I think the saddest people always try their hardest
to make other people happy, because they know what it’s like to feel absolutely
worthless, and they don’t want anyone else to feel like that.” Robin Williams
"Ellerim kimsenin üzerinde eriyip gitmemiş olsun, gezinse bile."
O kadar özlemesine rağmen adamın yanına dalga geçer gibi parmağında o lanet yüzükle giden Hazan
Oyun bitmemiş.
Ve beklediğimiz sahne geliyor. Yağız kitaplığından
Hazım’ın güzel bir not yazarak hediye etmiş olduğu Orhan Veli kitabını seçiyor.
Böyle durumlarda kitaplara sığınmayı çok anlamlı buluyorum. Sanırım iyi
insanlar böyle yapıyor. Cemil Meriç’in dediği gibi: İnsanlar kıyıcıydılar,
kitaplara kaçtım. Hazan yol boyunca umutlu. Sonunda eve vardığında, bir süre
Yağız’ı o yeşilliğin içinde kendi kendine şiir okurken izleyip Yağız’a bir kez
daha âşık oluyor. Sanırım biz de. Son mısrayı Yağız’dan önce Hazan söyleyip
tamamlıyor şiiri. Hiç beklemediği bir anda Hazan’ın sesini duyan Yağız
iradesini devreye sokma fırsatı bulamadan Hazan’a koşuyor. Bu seferki özlem
dolu ve sığınacak tek limanını bulmuş bir sarılma. Ama ilk şoku atlatan Yağız
niye orada olduğunu çabuk hatırlayıp yine yaptığından utanıyor. Edebiyatla güzel
güzel başladığı sahneye gerilim müziği koyulmasını gerektirecek bir devam yazıp
piç eden senariste ise artık diyecek bir şey bulamıyorum. Yağız Hazan’a yine
“Git.” diyor. Kardeşim diyor da başka bir şey demiyor. Hazan yanına parmağında
kardeşinin yüzüğüyle gelip hala kendisini kandırmaya devam ettiği için çok da
kızamıyorum.

Birbirinizin ardından bakakalmalarınızdan YILDIK.
CDlerin efendisi Fazilet ve sonunda kıymetini anladığı (mı acaba) müstakbel damadı
“Senin kardeşinin tek gerçeği, kendinden başka kimseye âşık olmaması.” Hazan doğru bir laf etti ama ne fayda. Yani eski Yağız olsa
Hazan’ın hal ve hareketlerindeki tuhaflığın üstüne giderdi herhalde. Öylece
uzaklaşmazdı. Onu eski haline döndürecek olan kişi ise sonunda yaptığı hatayı
düzeltmeye karar verip cd koleksiyonunun en nadide parçasıyla işe koyulan
Fazilet oluyor.
"Oyununu öğrendim, her şeyi biliyorum artık." (You know nothing Yağız Egemen.)
Bırakın açıklasın Tahsin Bey. (Avrupa Yakası'na selam)
Yağız’ın sondaki o “Şimdi ananı laciverde
boyadım.” bakışından sonra esaslı bir hesap sorma sahnesi bekliyor, fragmandaki
yumruğu görünce oh be sonunda diyoruz. Lakin ki öyle olmuyor. Çocukluğu annelerin
izlediği Güney Amerika pembe dizileriyle geçmiş bir insanım ama orda bile
kötülerin kazanmasının bir sınırı vardı arkadaş. Bakın biz mutsuz insanlarız,
gerçek hayatta zaten kötüler kazanıyor ve hayat adaletsiz, kurguda bari
iyilerin yüzü gülsün istiyoruz. Çok şey mi istiyoruz?
Katharsis neydi? Katharsis emekti.
Bu sebeple Yağız’ın Sinan’a
yumruğuyla bile içimiz soğumadı, karşılık vermesi yetmezmiş gibi bir de üste
çıktı şerefsiz. 100 dolar filan diyor hala ya, fucking unbelievable. Hele
Hazan’ın Yağız’ın kalbinden kaçmak için verdiği mücadeleyi Sinan’a kendini
açıklamak zorunda hissederken duyması? Belki sonrasında birbirlerine âşık olma
hikâyelerini anlatmalarını izleyebilseydik o kadar koymazdı ama, ikinci bir
“Aşık oldum, özür dilerim.” vakası daha yaşanıp yine Sinan’a edildi sözlü
itiraflar ve eksik kaldık.
Kiymetlimiss
Saçları kendi kendine jölelenebilen Yağız Egemen Bey geç kaldın diyorsa geç kalmışsındır Hazan.
“Esas kız neden kötü çocukla esas çocuğu kandırdı
acaba?” Hah işte biz de onu merak ediyoruz. Birkaç dakika sonra madem
çıkaracaktın o yüzüğü niye dut yemiş bülbüle dönüyorsun arkadaş? Vallahi bu
esas kızlar eğitilebilmezdir. Bunca yıllık Yeşilçam seyircisiyim Hazan kadar
bir türlü konuşamayan esas kız görmedim.
Adam ağız tadıyla bir su bile içemiyor.
Bunun Sinan'ın master planındaki yerini kaçırmışım, sebebi neydi ki?
Magazin programlarını parselleyen Egemenler
"Seni benim yüzüme vurması, işte bu kolay değil."
Yine Yağız’ın arkasından gitti tee Tuzla’ya kadar (Bu
süreçte Sarıyer-Tuzla arası verilen taksi paralarını bir tek ben hesaplamadım
umarım.), evvet, yine konuşmak için. Hazan’ın kendisinden
beklenmeyecek ketumluğu yine devam ediyordu, Yağız gurban olduğum boncuk
gözleriylen kendisine dev bir kedi gibi bakarken hem de. Yalvarıyordu resmen
artık, daha ne yapsaydı anlatsın diye. Doğru dürüst televizyon izlemeyen Yağız
o anda televizyonu (deus ex machina çok güzel siz de gelsenize) açık bırakmış
olduğundan Hazan’ın anlatacakları yine yarım kaldı. Ece’yi unutmuştuk ya la
biz. Sadece biz unutsak iyi, anası, bacısı, kocası da unutmuştu.
Dizi ve belki de insanlık tarihinin en uzun
hamileliğini yaşayan Ece’nin bebeği Özgür bile en acımasız kötülüğün içine
doğmuştu. Tabii ki kadına işkence ettikleri o grotesk doğum sahnelerini filan
izlemedim. O kadar da kafayı yemedim henüz çok şükür. En sulu zırtlak dramda
bile dünyaya yeni bir can geldiğinde bir mutluluk haresi oluşur. Bu çeşit bir
saykoluğu yorumlamaya bile tenezzül edemeyeceğim.
Yağız'ın kardeş sevgisi bambaşka yahut yine hiçbir şey bilmiyorsun Yağız Egemen.
Neyse ki dizi aslında hiç böyle bir niyeti olmamasına
rağmen çokça kahkaha da attırıyordu da dengeliyorduk. Yağız’ın Hazan’a senin
yeğenin benim kardeşim muhabbeti (Ulan ne ara o kadar sahiplendin?) mi daha
komikti, yoksa çocuğun babası benim diye sahneye dalan Yasin’in mikemmel
tripleri mi bilemiyorum. Sonuç olarak yine bizi en iyi Gökhan temsil ediyordu:
Gerçekten yorulduk.
"Sen ona gerçekten âşık oldun mu, gerçekten, hiç âşık oldun mu?"
SinYağ var.
Biz yoruldukça senarist hanım üzerimize Sinan
atıyordu. Yağız onca olaydan sonra Sinan’ı neden dinliyordu? Septisizmin
kitabını yazmış, DNA testi için babasının mezarını açtırmış olan (ki haklıydı
görüldüğü üzre) Yağız neden Sinan’dan hâlâ zerre-i miskal şüphelenmiyordu?
Böylesi bir saftirikleşme sadece kardeş sevgisiyle açıklanabilir miydi? Dizinin
gerçek çifti SinYağ mıydı? Babam böyle pasta yapmayı nerden öğrenmişti?
Dostum final yapıyoz, bi çık aradan artık Adana, aloo!
Sevdiği kadın öperken yorulmasın diye kafasını eğen adamları üzmeyin.
Ve evet Hazan yine Yağız’ın tahmin ettiği gibi o kadar
yolu hiçbir şey söylememeye gelmişti. Üstelik o cibiliyetsiz pantolonla. Taksi
paralarına yazık gerçekten. Hadi telefonda konuşacak da durumunuz yok, bi
whatsapp’leşin bi DM’leşin arkadaş. Bu kadar iletişemeyen bir çift yok
dizi/film tarihinde. Şahsen her daim konuşmaktan ziyade yazarak daha iyi ifade
edebilmişimdir kendimi. Hazan’ın Almanya’ya gitmeden Yağız’a yazdığı upuzun (!)
notun (Evet saf gibi Yağız’ın sakladığı parçasının da tıpkı topuklu ayakkabılar gibi bir gün karşımıza
çıkabileceğine de inandık, vallahi yazık bize.) bir benzerini bu bir türlü
anlatamadığı olay için yazsa olmaz mıydı? Hani Yağız’ı Sinan’ın insafına
bırakmayacaktı?
Allah belanızı verebilir mi lütfen?
Yağız’ın
yanağına da lalettayin bir öpücük konduruverdi. Yağız bu öpücük karşısında çok
gülmedi bile minicik gülümsedi ama çok ağlayacaktı maalesef. Gözyaşı beni
kasıyor diyen adamın gözünden yaş eksik olmadı zaten aşka düştüğünden
beri. Hazan neden o anda anlatmıyor da
fırtınanın kopacağı besbelli olan akşamdan sonrasını bekliyor, neden bizim
aklımızla bu kadar dalga geçilmesine müsaade ediyoruz, mantıklı bir açıklaması
yok. Neyse, olur öyle şeyler, Sinan da babasına toprak atmıştı.