Melek’in bir değişim yaşayacağı ilk bölümden beri belliydi. Zaten Hayat Şarkısı’nın hiçbir karakteri yerinde saymıyor ve herkes sadece
somut olaylarla değişiyor. İşin aslı ben daha yumuşak bir geçiş bekliyordum ama
Melek’in kırılmaları, kabuğunun içine sakladığı yumuşak detaylar da beni
meraklandırıyor.
Melek’in bu kadar sert bir değişime uğraması en baştan mı
kararlaştırıldı yoksa son zamanlarda akla gelen bir fikir miydi bilmiyorum. Ama benim için her türlü başarılı bir tercih. Çünkü Melek kısmı ak-mı-yor-du!
Sürekli bir yerlerde tıkanan bir hikayenin peşinden koşmaktansa o karakteri
farklı bir maceranın içine atmak benim için daha mantıklı.
Karakterler değiştiğinde, hele ki bu kadar sert bir geçiş
yaptığında uyum sağlamak için bocalayabilir. Zeynep bir anda mı bu duruma
geldi? Mahir bir anda mı Hülya’nın dostu oldu? Kerim bir anda mı Hülya’yı
sevdi? Bayram Bey bir anda mı daha düşünceli bir baba oldu? Tek bir sahne bir
karakteri kötü yapmaz.
Kaldı ki, Melek’in değişim motivasyonu çok tutarlı.
“Kaybetmekten korktuğun bir şey kalmadıysa risk alırsın.” Hülya da aynısını
yapmamış mıydı?
Haklı ve haksızın bir anda değiştiği bir hikayede Melek’e salt
‘kötü’ oldu demek haksızlık. Melek’in yarın vicdanımıza dokunamayacağının
garantisi yok. Belki birkaç hafta sonra her şey tepetaklak olacak. Ben ortada
bir ‘şeytanlaşma’ göremiyorum. Sadece Melek de artık savaşıyor. Tıpkı Filiz’in
kendisine miras kalmasıyla birlikte savaşmaya başlaması gibi.
Sözün özü, karakterler değişir, tutumlar değişir ve bu
senaryonun sarpa sardığı anlamına gelmez. Asıl kimse değişmezse, yaşanılanlar
kimsenin kalbine, zihnine dokunmazsa sıkıntı var demektir. Mahinur Ergun’un
karakterleri evirip çevirip bir hamur gibi yoğurmasını seviyorum. Melek’i
harcadığını da düşünmüyorum. Kaldı ki ne zamandan beri ‘siyah’ karakterler
harcanmış oluyor? Hoş, Melek ‘siyah’ bile değil.
Bahar’a gelirsek eğer… Yukarıda da bahsettiğim gibi Bahar
meselesi iki kardeş arasında ucu keskin bir bıçak gibi. Ne olursa olsun
birinden birinin canı yanacak. Bahar’ı öğrenen Hülya’nın Filiz’e karşı
yumuşaması gibi Melek de hamileliğiyle anneliğin ne olduğunu, Hülya’nın ne
hissettiğini anlayabilir. Melek, gerçekten hamileyse elimizde dengeleri değiştirebilecek önemli bir nüans var demektir.
Açıkçası bu kadar zaman sakladıktan sonra “Al Hülya, bebeğin!”
demek ne kadar doğru olurdu? Bu sefer de “Zaten Melek, Bahar’ı hiç
sahiplenmemiş ki. Bak Hülya, Mehmet’i vermemek için neler yaptı!” olmayacak
mıydı?
32 hafta önce karışık bir puzzle sunuldu önümüze. Bazen “Onun
yeri burası!” dediğimiz puzzle parçasının gerçek yeri başka çıkıyor. Tıpkı iyi
dediğimiz olayın kötü, kötü dediğimiz olayın iyi çıkabilmesi gibi. Dileğim, o
puzzle tamamlandığında vicdanımızı bir köşede bırakmamamız…
Bir drama izliyoruz ve izlemeye devam edebilmemiz için
karakterlerin arasında durmaksızın bir çatışma yaratılmak zorunda. Eğer çatışma yaşanmayacaksa, Filiz ölecekse, Cem uzak diyarlara gidecekse, Melek sessiz sedasız kafesini işletecekse Hayat Şarkısı ekibi de eşyalarını toplayıp evlerine dönebilir. Zira ekranda bir yarış var ve her ekip kendilerine ayrılan zaman diliminde heyecanı yüksek tutmak, çatışmalarını sunmak zorunda. Hayat Şarkısı'nın hikayesinde de sıra Hülya ve Melek’in arasında yaratılan çatışmayı izlemeye geldi. Doğrularıyla,
yanlışlarıyla kardeşler arasındaki savaşı izlemeye hazırım. Bu savaştan Bahar’ın
en az zararla çıkması ise en büyük dileğim…