Hayat Şarkısı’nın ilk bölümünden beri sözünü ettiği, zaman
zaman somut olaylarla desteklediği, "Kardeşleri birbirine iyice yaklaştırayım ki kopunca daha çok can
acıtsın." diye düşündüğü Hülya-Melek çatışmasının zamanı geldi.
Dizilerdeki karakterler beyaz, siyah ya da gridir. Hayat
Şarkısı’nın tek ‘beyaz’ karakteri sanıyorum ki Aysel. ‘Siyah’ karakteri ise
herkesin hemfikir olacağı gibi Cem. Geriye kalan herkes grilerin arasında gidip
geliyor. Kimi zaman koyu gri oluyor, kimi zamansa açılıyor da açılıyor grisinin
tonu. Mesela Bayram Bey, ilk bölümlerde kopkoyu bir griyken günden güne rengi
açıldı. Mesela Hüseyin neredeyse beyaza yakın bir griliğe sahipken zaman içinde, bazı olaylarda koyulaştı. Kalbi de kapkara olmuş, siyah karakterler, saflık timsali beyaz
karakterler ve karton hikayelerindense grilikler içinde yüzen gerçek, yaşanmış,
yaşamın içinden karakterleriyle Hayat Şarkısı dünyasında gidip gelmek çok keyifli. O yüzden tüm karakterlerin griliklerinden memnunum. Hatta üzerine bu
kadar çok konuşup, yazabilmemin nedeni de grilikleri. Hepsi derin birer kuyu
gibi…
Hülya ve Melek’in köydeki evlerinde, aynı soyadıyla başlayan
hikayesi yine aynı soyadında buluştu. Neler oldu da Melek bir anda değişti?
Neden hikaye buraya evrildi? Yavaş yavaş 32 bölümün ışığında kardeş çatışmasına
bakmak istiyorum. Öncelikle “Hülya dururken Melek mi sevilir?”, “Melek dururken
Hülya mı sevilir?”, “Sen zaten Melek’i hiç sevmedin?” şeklinde yaklaşacaksanız
ön yargılarınızı kapıda bırakıp öyle girin yazıya. Zira iki tarafın da
hatalarını yüzüne vurup sonra iki tarafı da bağrıma basacağım. “İki karakteri
birden nasıl anlarsın?” derseniz eğer, siz Hayat Şarkısı’nı çok yanlış
anlamışsınız derim.
Bayram Bey'in de dediği gibi; "İnsanız, çayırda otlayan büyükbaş hayvan değiliz ki. Bir zihnimiz var, vicdanımız var; öyle olmasa hepimiz bir tutam otla mutlu olurduk." Hülya'yı, Melek'i ve diğerlerini izlerken hep aklımızda bulunsun bu sözler. İnsanız, hata da yaparız, hatalarımızın farkına da varırız.
Yazı devam ediyor...