Hülya ve Melek sıradan bir abla-kardeş ilişkisi yaşarken aralarındaki
bağ bir anda anne-kıza dönüştü. Çocuklarını zerre düşünmeyen bir baba, hasta ve
sonrasında ölen bir anne söz konusuyken aksi düşünülemezdi zaten. Melek, çok
tatlı, düşünceli bir ablaydı. Ama bu durum onu günden güne Hülya’ya bağımlı
kıldı. Hayatını Hülya’ya adamıştı çünkü. Çocuklarından başka hiçbir şeyi gözü
görmeyen erkek annelerini düşünün, oğulları evlendiğinde gelinlerine kan
kusturabilirler. Çünkü gelinleri birtanecik oğullarını ellerinden almıştır. Melek
tam da bu ruh haline doğru hızla koşmaktaydı.
Sonra bir gün Hülya büyüdü. Melek, Hülya için okumaktan
vazgeçmişken Hülya, Melek’i o kasabada babasıyla birlikte bırakıp İstanbul’a
okumaya gitti. Orada birini sevdi, geldi ablasına sevdiğinden bahsetti yine
gitti. Sonra bir kere daha geldi fakat bu sefer tek başına değildi.
Hülya, karnında bebeğiyle Melek’in yanına
geldiğinde iki kız kardeş de çaresizdi aslında. Melek, kardeşine destek olsa da
zihninde ve zaman zaman dilinde kötü bir şey yaptığına dair sözler dolanıp
dururdu. Hülya ise köy yerinde neler denilebileceğini bile bile dönmüştü köyüne.
Çaresizdi. Belki o an gidip şikayetçi olsalar hayat onlar için başka türlü
akacaktı. Ama onlar saklamayı seçtiler ve saklarken de türlü yalanlar söylemeyi...
Hülya, bebeğini istemiyordu. Doğurup başkasına vermeye karar
verdiler. Bir kadından tecavüz bebeğini doğurmasını, bakmasını, sevmesini
istemek vicdansızlıktan başka bir şey değil. Hülya’nın bu noktada hiçbir şekilde suçu
yok. Melek de ilk etapta kardeşini düşündü sadece. Hülya bebeğini istemediği
için bebeği bir aileye vereceklerdi. Sonra eski hayatlarına döneceklerdi.
Kardeşi okuluna devam edecekti. Ama hiçbir şey planladıkları gibi gitmedi.
Çünkü Melek bir insandı ve insanların zaafları olurdu…
Hülya’nın doğumundan sonra yaşananlar, abla kardeşin
arasındaki en büyük sınav. Melek’in bu hikayedeki en büyük hatası Bahar’a
‘anne’ olması. Melek, Hülya’nın huyunu bildiği için Bahar’a sahip çıksaydı,
Hülya’ya “Bebeğin öldü!” demeseydi, zamanı geldiğinde güzelce gerçeği
anlatsaydı Melek’in yaptığı her şeyi desteklerdim. Derdim ki, “Kardeşini
tanıyor. Bak yine hayatını onun için feda etti ne şahane abla.”
Bu noktada Melek’e kızarken bir yandan da üzülüyorum. Çünkü
Melek de yaralı. Hülya da Melek de aynı ailede çocuk oldu, aynı babaya sahipti.
Melek’in günden güne Hülya’yı, sonrasında Bahar’ı sahiplenmesi çok normaldi
aslında. Kadının net bir şekilde travması var. Normal olmayan, vicdanının bir
an bile sızlamamasıydı. Onu da gördük geçen haftalarda.
Hani dedim ya yukarıda, insan zaafları olan bir varlık…
Melek’in zaafı da kendini birine adamaktan başka bir şey değil. Annelik,
adanmışlıktır bir nevi. Melek’in hayatı da sadece ve sadece adanmışlıklarla
geçmiş. Melek zamanında Hüseyin’le birlikte olup bebek sahibi olsaydı belki de
Bahar’ı Hülya’nın kollarına kendi bırakırdı. Bu noktada Melek’in hamileliği de
önemli. Ona birazdan geleceğim.
Yazı devam ediyor...