Geleceğe Mektuplar: Çatısı olmayan evler

Geleceğe Mektuplar: Çatısı olmayan evler
Yirmi yıl önceki sizden bir mektup alsaydınız hayatınızda neler değişirdi? Ya da değişir miydi?

2003 yılında bir lisenin "edebiyat kulübü"nde yazılan mektupların, 20 yıl sonra gün yüzüne çıkmasıyla başlayan hikâye, yalnızca karakterleri değil, izleyiciyi de geçmişin gölgesinde bir yolculuğa çıkarıyor.

Geleceğe Mektuplar, mektubu bir anlatı nesnesi olmaktan çıkarıp, duygusal bir hafıza parçasına dönüştürmüş. Seneler önce o mektubu yazan kişi, aslında hafızanızın bir parçası ancak o zamanlardaki Zuhal, Mert, Seda, Murat veya Banu hislerini yazıya aktarmamış olsalar muhtemelen o anların onlarda yer ettiğini hatırlamazlardı bile ya da hatırlamak istemezlerdi. Bazen geçmişteki kendimizi unuturuz. Acıyla hatırlarız, bizi üzdüğü için ondan kaçarız veya eski mutlu halimizi anımsayıp şimdiki mutsuz halimizin canımızı daha da yakmasını istemediğimiz için onu yok sayarız. Ama o hep oradadır. Ne kadar farkında değil gibi davransak da olduğumuz kişiyi yaratan şey eski bizizdir. O hep içimizdedir.

Dizide geçmiş ve şimdiki zaman arasında gidip gelirken Elif’in annesi Fatma öğretmenden miras kalan mektupları bulmasıyla açılan kapı, yalnızca eski bir sınıfa değil; bastırılmış travmalara, unutulmuş umutlara ve yarım kalmış yüzleşmelere ve aşklara uzanıyoruz. Bu kısımda Fatma öğretmenin hafızası ile ilgili bir sağlık sorunu yaşaması metaforik açıdan hoşuma gitti. Unutmak ve hatırlamak. Bence yaşadığımızı hissettiren şeyler tamamen bunlar. Dizide de tüm unutulanlar veya hatırlanmak istenmeyenler bir mektup olup karakterlere hatırlatılıyor. Her bir anı Fatma öğretmenin hafızasından birer birer silinirken, karakterlerde hayat buluyor.

Kullanılan mekânlar, dönemsel detaylar ve sahne atmosferleri sadece sinematografik olarak değil, duygusal düzlemde de geçmişte hissettirmeyi başarıyor. Müzikler de aynı şekilde. Çok eskilerden duymaya alışık olduğumuz müziklerle güncel ama geçmişte hissettiren müzikler harmanlanmış. Aynı zamanda dizinin başrollerinden olan Onur Tuna’dan dinlediğimiz “Yorgun Da” hâlâ hayatımın arka planında çalmaya devam ediyor mesela. Aralarda giren Feridun Düzağaç sahneleri ve melodisi ise tek başına bile beni geçmişe götürmeye yetti.

Oyuncuların geçmiş ve şimdiki zamanda birbirini tamamlayan hallerinin kullanıldığı yapımlar size bir dizi izliyor gibi değil de gerçek bir anıyı dinliyor, zihninizde canlandırıyor gibi hissettirebiliyor. Geleceğe Mektuplar’ın da en iyi başarısı bence bu. Bir anı dinler gibi hissettirmesi.

Karakterler böyle hissettirse de onları daha iyi tanımayı ve hissetmeyi isterdim. Sanırım bu yüzden de arkadaşlık bağlarının içine tam olarak giremedim. Her biri kendi hayatının çemberinde dönüp duruyor, ayakta kalmaya çalışıyor gibiydi. Sanki kendi çemberlerinde dolanırlarken birbirlerinin çemberlerine teğet geçmiş gibi hissettirdiler. Tabii bazen o çemberler birleşti. Ancak çoğu zaman ayrıydılar. Karakterlerin yirmi yıl sonraki yaşantılarındaki eksiklerin bundan kaynaklandığını düşünüyorum. Eğer yirmi yıl önce birbirlerine sıkı sıkı bağlanmış olsalardı yirmi yıl sonrasında böylesine eksik olmazlardı.

Çatısı olmayan bir ev çiziyor kendisine Zuhal. Gerçek olmayan bir aile, gerçek olmayan bir mutluluk, gerçek olmayan bir hayat… Bazen hayatımızdan o kadar memnun değilizdir ki kendimize yeni bir hayat, yeni bir ev ararız. O evin çatısı olmasa da olur. Kendimiz bir çatı inşa etmeye çalışırız ancak o çatı sürekli başımıza yıkılır. Aslında çatısıyla ilgili sorun yaşadığı bir eve sahip tek karakter Zuhal değildi, bence her karakterin evlerinin çatısıyla ilgili bir sorunu vardı. Seda zengin bir aileye sahipti, dışarıdan sağlam bir çatısı var gibi gözüküyordu ama aslında onun da evinin bir çatısı yoktu. Murat’ın çatısı bir noktada başına yıkıldı, Mert’inki ise derme çatma bir çatıydı. Banu’ya gelirsek, Banu sanki ömrü boyunca hep bir çatısı olsun istemiş ama bunun bile sorumluluğunu almaktan kaçmıştı.

Belki de “çatı” dediğimiz şey, bir evin fiziksel parçası değil; ait hissedebileceğimiz bir duygudur. Zuhal’den Mert’e, Seda’dan Banu’ya kadar herkesin başka başka çatılarla imtihanı vardı ama hepsinin ortak noktası, kendilerine sığınabilecek bir yer, bir anlam aramalarıydı. Geleceğe Mektuplar, bu anlam arayışının yalnızca bir geçmiş muhasebesi olmadığını, aynı zamanda geleceğe doğru kurulmaya çalışılan bir yuva, bir yön olduğunu hatırlatıyor. Belki de en sağlam çatılar, geçmişten kalan mektuplarla değil, onları okuduktan sonra attığımız adımlarla inşa ediliyordur.

Gökçe Bahadır, Onur Tuna, Selin Yeninci, Erdem Şenocak, Pelin Karahan, Yusuf Akgün ve İpek Türktan gibi sevdiğimiz, aşina olduğumuz isimleri; ekranımızda görmeye hasret kaldığımız Güneş Şensoy, Can Bartu Aslan, Kerem Alp Kabul, Deniz Bakacak, Nilüfer Bayraktutan, Çağıl Aydıner, Berk Özgür gibi genç ve yetenekli isimler ile buluşturan dizinin yaratıcılığını ve yazarlığını Rânâ Denizer yaparken, dizinin yönetmen koltuğunda ise Cenk Ertürk oturuyor.

Geleceğe yazılan bir mektup, geçmişi ne kadar değiştirebilir? Ya da değiştirebilir mi? Cevaplandırmayı isterseniz Geleceğe Mektuplar şimdi Netflix’te.



BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER