Ayrılığa
bir lafımız yoktu, ama bu kadar da olmazdı ki ya. Sefer Oscar Wilde’ın dediği
gibi sevdiğini sert sözleriyle öldürmeye devam ediyor, Sema acısını ve derdini
kendi kendine yaşıyordu. Üstelik Dafne konusu da çok sık açılmaya başlamıştı ve
Sema konuşulanların hepsine bir şekilde kulak misafiri olup herkesin tahmin
ettiğinden daha fazla üzülüyordu.
“İnsan geçmiş bir olayı kafasından kazıyıp attığını sanıyor. Değil. Tortuya benzer bir kalıntı var.” Yusuf Atılgan
“Sevgilim, günün belli saatlerinde seni unutmayı deniyorum.” Birhan Keskin
Her şeyden biraz kalır
İnsan en çok sabahları arar sevdiği kadını
diyor birisi, katılıyorum o sabahlara
öğleler kaba yaşanır, kalındır
akşamüstleri ince hüzünlü
çiçekler alınıp verilebilir
sabahtır yalnızlık
nasıl sabah nasıl yalnızlık
ve şiirsel hiçbir yanı yok sanılır
var mıdır, vardır
vardır, ama çiçeklerle değil
kendi başına
zımpara taşı gibi acımasız
Ne aklıma gelse bir bakıyorum unutmuşum
tren penceresinden bir tarla
eskiyip atılmış bir gömlek, hiç unutmam
Hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam
diyor birisi yineliyorum
hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmam, hiç unutmayın
insan nasıl direnir başka
hiç unutma
Turgut Uyar
Fakat
yastık savaşı filan yapacak kadar saçmalamasına rağmen Sefer de bir enkaz
halindeydi hala. Yetimhanenin mutfağına girince unutmaya çalıştığı o günü
tekrar hatırlamıştı. Tabii Sema’yı da. Üstelik Mete çok haklıydı. Velev ki Sefer - Dafne gibi bir şey olsun, Sefer bir gün Sema’nın hastalığını öğrendiğinde
hepsine birden çok yazık olmayacak mıydı? Neyse ki bu defa Mete Sema’nın bir
türlü yapamadığını yapmaya kararlıydı.
Sema
ise Yeşilçam filmlerindeki kadınlara taş çıkartan davranışlarına devam ediyor,
ismini vermeden Dafne’nin satılmayan tüm fotoğraflarını satın alıp, kendisi
için en özel olanının karşısına geçerek efkârlanmaya devam ediyordu. Üstelik
çilemiz bununla da bitmeyecekti. Sıkı durun, yeni “cliché”ler (bak klişe
kelimesini yazmaktan bile sıkıldım) yoldaydı.
"Seni seveni sevmedikten sonra sevmenin ne anlamı var lan?"
Sema
yine Mete’nin dürtüklemesiyle Sefer’le konuşmaya giderken bu defa da müştemilat
kapısında Zülfikâr’ın “Dafne’ye bir şans versen ya hacı abi.” cinsinden söylemlerini
duyup Sefer’in “Ben bundan sonra kimseyi sevemem, kimseye âşık olamam.” cümlelerini
dinlemeden ve daha önemlisi yine söyleyeceğini söyleyemeden ortamdan uzaklaşmıştı
(Kulak misafiri olunan lafın asıl
duyulması gereken kısmını duymadan ortamın terk edilmesi).
Evet
neyse ki Mete’ye güveniyorduk. Üstelik Sefer’in karşısına bile geçmişti
konuşmak için. Fakat ilk başlarda pek hoşlanmasak da, Sema ile dostluğu sebebiyle
takdir ettiğimiz Mete de Sefer’e gerçeği anlatamadan Adil Topal’ın baskınına
uğrayan evde Hakk’ın rahmetine kavuşacaktı (Hatırlayacağınız
gibi bu klişemiz daha evvel iki defa kullanılmıştı).