Sefer ile Sema Meselesi: Çünkü ayrılmanın da vahşi bir tadı var..

En güzel Beşiktaşın çocukları sever.
SefSe yolun bundan sonrasına klişelerle devam edecek, adeta “Ekran Çiftleri İçin Klişe 101” dersi verecekti bizlere.

Öncelikle belirtmek istiyorum ki, klişe bir sebeple klişedir yani çoğunlukla işe yaradığı için vardır. Hatta belki ilk kullanıldıklarında yenilikçi olarak kabul edilirler klişeler, ancak gel zaman git zaman o kadar çok karşımıza çıkarlar ki, kendilerini uzak mesafelerden dahi fark ettirirler ve can sıkma ihtimalleri artar. Hani ‘klişe candır’ diyemesem de olması gerektiği zamanlarda kullanılmasında çok da beis görmem. Ama bizim farklı olduğu için sevdiğimiz dizimiz, bu çiftimiz özelinde üst üste klişelerle karşımıza çıkınca ve bu vaziyet de mevzuyu alışmadığımız bir şekilde haddinden fazla uzatınca çoğu izleyici, total kafası izleyiciden farklı olarak, bu durumu belirtme ihtiyacı hissetmişti zamanında. O yüzden bu kısımlarda ister istemez eleştirel bir üslup olabilir.


Sonunda Sema’yla birlikte yılan hikâyesine dönen hastalık olayının aslını biz de öğrenmiştik. Genç yaşta Alzheimer hastası olmuştu hafızası kuvvetli, zeka küpü ve kompütır beyinli Avukat Hanım. Bir yandan Sefer’in bekarlığa veda partisi gibi çok eğlenceli olayların döndüğü düğün bölümünde, can sıkıcı gelişmelerin sinyali de henüz başlangıçta veriliyordu böylece.






Düğün salonunda kendisini beklerken telefonda sesinin kötü gelmesinden endişelenen (son ana kadar bir şey çıkmasından ödü kopuyor çünkü içten içe) Sefer’e sarılırken, tahmin ettiğimiz gibi hastalığını müstakbel kocasına bile söylemeyeceğini anlıyorduk Sema’nın ve böylelikle ilk klişemizi tecrübe etmiş oluyorduk bu ayrılık yolunda (Sevdiklerini üzmemek için hastalığını/derdini saklamak).

Halbuki Sefer, kankaları tarafından pavyona bile zorla götürülmüş, orda geçirdikleri süre zarfında pavyon emekçisi kadınlarla ilişkisini kahvedeki amcalarla muhabbetine benzer seviyede tutmuş, kafası binbeşyüzken bile sol göğsünün üstüne Sema’nın ismini yazdırmak istemiş, Sema görmeden çakma dövmesini çıkarabilmek için soğuk terler dökmüş, evlerine çekildiklerinde tüm ağır abiliğini bir kenara bırakıp kendi elleriyle Sema’ya mısır patlatmaktan gocunmamış, hiçbir şeyden haberi yokken bile, samimiyetinden şüphe etmeyeceğimiz bir şekilde Sema’ya “You’ll never walk alone.” demiş bir insandı. Galiba gerçekten güzel bir adamdı.





Asla yalnız yürümeyeceksin.

Sema da bunu Sefer’e söyleyerek ilk defa gerçekten sevdiğini belli eden bir söz sarf ediyor ve Sefer’i çok mutlu ediyordu. İbo yerine Sefer’in dediklerini dinleyeydi n’olurdu sanki? Hem Oxford’a gönderdilerdi de Sefer mi okumadıydı?

"Aynalarda gördüğümsün, ağladığım güldüğümsün, çözemezler kördüğümsün, sen." Erdal Güney

Önce öp, sonra terk et.


İkinci "Kusura bakma Sefer." vakası

Düğün günü (ve evet ilk kez sabahın köründe gerçekleşen bir düğüne şahit oluyordum) gelip çatıyor ve Sema yine yalnız başına hazırlanıyordu. Neyse ki geniş gönüllü bir insandı da yardıma gelmeyen Ayşegül’e “Sen nasıl nedimesin ayol?” diye trip atmıyordu. Hatta yine aşina olduğumuz bir foreshadowing girişimi ile Ayşegül’ün kulağına “Bana çok kızma olur mu?” diye fısıldıyordu. Fotoğraf sanatçısı hanım kızımız Dafne çiftimize muhtelif pozlar verdirirken, Sema’nın Sefer’e bir daha göremeyecek gibi bakmasından, çekingen Sefer’in aksine ensesinden değil de dudağından öpmesinden anlamıştık iyice bir haltlar yiyeceğini. “Yapma bunu Sema, yapma bunu.” diyorduk içimizden çaresizce. Temayüllerin aksine nikah masasında kadından önce erkeğe söz verilince de neredeyse emin olmuştuk Sema’nın vereceği cevaptan. Yerli dizilerimizde özellikle son dönemde bir ‘Çehov’un silahı’ vazifesi gören nikah masası, göz göre göre gelen ikinci klişemizin mimarı oluyordu böylece (Çok beklenen bir düğün varsa bir sebeple taraflardan birisi hayır der ve herkesin şaşkın bakışları arasında kaçan kaçar, masada kalan kalır.).




Kadraja portakal girdiyse, Sefer için mutsuzluk çanları çalıyor demektir.

Bölüm sonunda Sema’nın yüzü gözyaşlarıyla, kendisi ve gelinliği yağmur görünümlü itfaiye suyuyla ıslatılırken, Sefer’in suratındaki sırıtık ifade yerini derin bir kedere bırakıyor, bize de SefSe’nin salona giriş şarkısı olarak Sefer’in seçtiği güzel Beşiktaş marşının sözleriyle avunmak kalıyordu:

Ölümle 
Yaşamı 
Ayıran çizgi,
Siyahla beyazı 
Ayıramaz ki.
Her yolun 
Sonunda 
Ölüm olsa da,
Sevenleri kimse ayıramaz ki.





Yazı devam ediyor..

 


BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER