Öyle kalsanıza hep bişi deniçez.
Varsa nasibinizde, -nasibinizde diyorum çünkü hiç kolay değil böylesi- bir gün, görünmez beyaz atlı bir prens hayatınıza girip, tüm hayallerinizi tek tek gerçekleştirebilir. Üstelik bazen farkına bile varmadan yapar bunu. Farkındaysa da size yaşattığı an, en özel şekilde düşünülmüş olacaktır. 

-Defne'nin tasarım okumak istediğini bilmeden, ondaki ışığı keşfedip, onun çok başarılı bir tasarımcı olmasını sağlayan Ömer İplikçi. 

-İzmir'e kadar gidip de yıldızları görmeden oradan ayrılmak istemeyen Defne'ye, tüm işi gücü iptal edip, muazzam bir an yaşatan Ömer İplikçi.

-Tap dance ayakkabısının bir hayal kırıklığı olduğunu öğrendiğinde, ayakkabıyı tasarlamakla kalmayıp, bizzat elleriyle yapan Ömer İplikçi. 

-Bir babete ihtiyaç duyan Defne'ye, dünyanın en özel Rose Comfort'ını hediye eden Ömer İplikçi. 

-Parmağına oyundan takılan yüzüğün, bir gün ona ait olduğunu hayal bile edemeyen Defne'nin parmaklarıyla, sonsuz aşklarının ilk yıldızını deyim yerindeyse şahane bir şekilde buluşturan Ömer İplikçi. 

-Kimselerden duymadığımız ama her genç kızın, -evet en çok benim!- hayalinde olan, rengarenk balonlarla doğum günü süprizi yapan Ömer İplikçi. 

-Gelinliğine limonata dökülen Defne'ye, o çok istediği ama pahalı olduğu için yüz çevirmek zorunda hissettiği gelinliği getirten Ömer İplikçi.

-Zamanın, şahane bir an yaşayınca hiçbir şey olduğunu kanıtlayan, Defne'nin her gece uyurken hayal ettiği gibi yeniden onu sevgiyle, ilmek ilmek Defne'si yapan Ömer İplikçi.

-Defne'nin çıkmayı çok istediği binanın tepesine, onu, bonuslu bir şekilde -çok romantik bir piknik sepeti ile- çıkartan Ömer İplikçi. 

Yahya Kemal'in dizelerini yaşatıyorlar sanki bana buram buram...

Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul!
Görmedim gezmediğim, sevmediğim hiçbir yer.
Ömrüm oldukça, gönül tahtıma keyfince kurul!
Sade bir semtini sevmek bile bir ömre değer.

Nice revnaklı şehirler görülür dünyada,
Lakin efsunlu güzellikleri sensin yaratan.
Yaşamıştır derim, en hoş ve uzun rü'yada
Sende çok yıl yaşayan, sende ölen, sende yatan.

Ömer İplikçi işte dostlar! Tek başına, büst gibi görkemli bir duruş sergileyen, yanına Defne'sini kattığınızda bir deli aşığa dönüşen Ömer İplikçi. 

Çok müzik dinlerim ama klip izlemeyi sevmem. Bu konuda büyük bir eksikliğim vardır. Televizyonda hiçbir zaman müzik kanalı izlemem, hâlâ daha radyo teknolojisinde kalmış bir insanım anlayacağınız. Fakat, ilginç bir şekilde, Hande Yener & Serdar Ortaç düeti olan İki Deli'nin klip çekimlerinin kamera arkasını izlemiştim. Defne ve Ömer'in çıktıkları binanın tepesinde çekilmişti o da. O sahneyi izlerken aklıma gelen bu güzel tesadüften ve Defne'nin de Ömer'e "Delisin sen!" demesinden yola çıkarak gülümsüyorum.

Ömer ve Defne'sinden şikayetçiyim sevgili okur! Utanır insan İstanbul'dan güzel olunur mu? İki deli bir araya gelmemeliydiler, belki de bu kadar sevmemeliydiler! Çünkü bizimki de kalp hani, atan cinsinden. Tablo gibiler azizim, baktıkça bakasım geliyor. Öyle şahaneler ki birlikteyken, dengem altüst oluyor. İnsanı delirtiyorlar, akıl falan bırakmıyorlar. İstanbul'un manzarasını yanlarında sönük bırakıyorlar sevgili okur. Söylesin bana İstanbul şimdi, Ömer ile Defne'sini unutabilir mi?

Ne koy koy gezecekleri Ege kıyılarında, ne Yunan Adaları'nda, ne bir türlü gidemekleri Monte Rosa'da, ne de Milano'da bir daha böyle bir an yaşanamaz sanırım. Çünkü Defne bu anın içindeyken, bir türlü sahip olamadığı İstanbul'a tepeden aşkla bakıyordu. Issız değildi artık İstanbul onun için, sevdiği adam nicedir hayal ettiği anı ona sunmuştu. Ömer'in içinde bulunduğu an ise, Defne'nin gülüşlerinin içinde saklıydı. Cemal Süreya'nın dizeleriyle pekişiyordu aşkları ve yetmiş milyon üstlerine nazar duası okuyordu. 

Mutluydular! Dahası, bir gün onları uğurlayacağımız sonsuzluk evreninde, biz olmadan da çok mutlu olacaklarını, onları artık merak etmemize, onlar için endişelenmemize gerek olmadığını gösteriyorlardı bizlere. Aşka göre yaşayacaklardı hayatlarını. "Yola, Sevil Berberi Opera'sına diye çıkıp, bir tepeden İstanbul'u seyrederebiliriz de belli olmaz bizim işimiz. Zaman kavramımız yok, belli bir takvimimiz yok. Rüzgar bizi nereye götürürse götürsün, tatlı bir şarkı eşliğinde yaşayacağız hayatımızı. Hayallerimiz ortak. Ne olursa olsun hiç ayrılmayacağız." diyorlardı, siz de duydunuz değil mi? Bir gün, Ömer'in aşk acısını dibine kadar yaşadığı, aynı İstanbul gibi yedi tepeli diğer şehir Roma'da da aşkın en tatlı hâllerini yaşayacaklar. 


Bir ateş buldum, yandım yakıldım. Esti geçti rüzgarına kapıldım. Bir o yana, bir bu yana yıkıldım. Hayallerim vardı çaldın İstanbul.*

İstanbul'un taşına toprağına, denizine manzarasına bir karışsınlar da, eminim bir gün Roma'ya da gidecekler. Ömer'in yokluğunda Defne'nin İstanbul'da çektiği aşk acısının izlerini geçirmelerine ramak -Topal Ailesi- kaldı. Eminim bir gün, bizler göremeceğiz belki ama Roma'ya olan borçlarını da ödeyecekler. Bir gün, Ömer'le Defne'si bisikletle karış karış Roma'yı arşınlayacaklar. Defne, eski bir zamanda sorulmuş "Dove sei?"yi, "Sono venuto" diye bağırarak yanıtlayacak. Ömer'in kapatmadığı o evin terasına kurulacaklar. Defne Ömer'e şarkı söyleyecek, Ömer Defne'ye şiir okuyacak. Biliyorum, biz göremeyeceğiz ama olacak bunlar. Aşk acılarına şahitlik eden iki ayrı yedi tepe, aşklarına da şahitlik edecek elbet. 

*Ezginin Günlüğü-İstanbul

Yazı devam ediyor...
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER