Yağız yine
gidememişti. Daha önce ölmemiş babalarının ölüm acısını yaşayan Egemenler şimdi
de hastalığıyla dağılacaktı. En çok da Sinan kendini dağıtacaktı her zaman
olduğu gibi. Öyle ki karşılaştıkları ilk engelde Hazan’a sırtını çevirecek,
kızı dinlemeyecekti bile. Yağız Bey ve sarılıp ağlanılması için tasarlanmış omuzları
yine oradaydılar.

Böyle böyle ciddi
ciddi yeni bölümünü merak ettiğim bir dizi olmaya başlamıştı FHK. Birkaç dakika
YağHaz, azıcık Yağız göreceğiz diye Yasemin’in 4793295. kez dört ayağı üstüne
düşmesini, Selin’in kocasını kaybetmemek için tüm sevimsizliğiyle çevirmeye
çalıştığı dolapları, Fazilet’in gizli kalması istenen ancak ne hikmetse konuşan
kişinin kapıya arkası dönük şekilde ve kapıyı hafif aralık bırakarak yapılan
konuşmaların hepsini ama hepsini duyup herkesin kirli çamaşırları hakkında
bilgi sahibi olmasını, Yasin’in kıroluğunu, Hazım’ın sinsiliğini filan izlemek
durumunda kalıyorduk. Arada bu karakterlerden de güzel sahneler çıkıyordu
tabii. Hazım Egemen’in başarıyla canlandırılan demans sahneleri, Fazilet’in bir
türlü anlatılmayan ve tüm kötücüllüğünü atfettiği geçmişinde yaşadıklarını hatırladığı
ve insan olmaya yakınsadığı anlar, Tolga Güleç’e Gökhan’ı anlamamıza fırsat
verilecek şekilde adam akıllı sahneler yazıldığında sergilediği performanslar
gibi. Ama dürüst olalım ki en büyük motivasyon YağHaz sahnelerindeydi. YağHaz
yoksa YağMer olsun, o da olumlu.
Biz YağMer’e
bile razıyken Kerime strikes back yapacaktı. Üzerine Sinan’ın uzatmalı psikopat
sevgilisi Nil ve Yağız’ın kendisine hiç yakıştıramadığım bir aptallıkla başına
(başımıza) tee Amerikalardan bela edeceği Farah da imkânsızın alacağı zamanı
uzatmak için aramıza katıldılar.
"Seni hiç kaybetmek istemiyorum, biliyor musun?"
Fakat tam Sinan’ın
dahiyane planıyla iyice çıkmaza soktuğu Kerime olayına sinirlenmişken öyle bir
sahne koyuyorlardı ki “İyi bir dinleyici olabilirim. Her konuda, ne anlatmak
istersen. Sadece seni dinlerim.” diyen Yağız’ın ileride neler diyebileceğini
öğrenme merakıyla FHK yolculuğuna devam ediyordum. Bir virüs gibi kanıma
girmişti lanet olası dizi, hiçbir şey bana Fazilet ve ebleh kızlarını
izlemekten daha fazla keyif vermiyordu.
Hiç mi gülmeyeceğiz, hiç mi mutlu ve huzurlu bir gün geçirmeyeceğiz?
Arkasından
çevrilen dolaplardan habersiz Yağız, yine ölmüş annesi (mi acaba?) ile
dertleşirken, bu defa Sinan’a yakalandığında neyse ki çok da konuşacak hali
kalmamıştı. Beyni, kalbi ve iradesi yorgun bir şekilde teselliyi fiski
kadehlerinde aradığı gece iyice küfelik olup Levent Kırca’nın sarhoş tiplemesi
gibi kapıyı bile zor açacak hale gelince, Hazan kendisini Sinan’dan aldığı aşk
havadisi konusunda sıkıştırma fırsatı bulacaktı. Hazan Yağız’ı içi içini
yiyerek kim bu bay buzdolabının aşkı diye sorguya çekerken henüz sarhoşluktan
ayılmış olan Yağız’ın kalbi yine paramparça olacaktı. Bu sırada Hazan’ın
uyuduğunu sandığı Sinan ise kimbilir hangi kızlaydı.
Stüdyoda gergin anlar
Yağız’ın son
çare ithal kara kedi olarak üçgenimize dahil ettiği Farah’ı görmesiyle
birlikte, bu defa daha evvel elini kesme pahasına Yağız’ı korumaya çalışırken
Fazilet’i de kıllandıran Hazan kıvranmaya başlayacaktı. Aslında biraz içimin
yağları erimedi değil bu hususta. O kadar zaman kendi kendine seven Yağız’ı
fark etmeden, elindeki yarayı bile görmeyen Sinan’la ilişki yürütmeye
çalışmanın bir cezası olmalıydı. Akskdaj. Ama Yağız’ı karakterine aşırı ters o
vıcık vıcık ilişki hallerinde rol yapmaya çalışırken izlemek de ayrı bir zulümdü.
Muhteşem üçlü: YağMerHaz
Artık Hazan
da kendinden kaçmanın dayanılmaz hafifliğini tecrübe edecekti. Hele Yağız’ın
kankalık olayını hatırlatmasını çok sevmiştim. İntikam soğuk yenen bir yemekti
Hazancım.
Yazı devam ediyor..