“Gün gelir, herkes anlar sevdiğini kaşla göz arasında” demiş Turgut Uyar. Bir yaz gününün akşamına doğru, güneşin artık batmaya meylettiği bir sahil kıyısında; bir kapı aralanır ve bir adam yürür bir kadına doğru… Büyük büyük… afili afili… rüzgârıyla… Rüzgârın geldiğinden dem vuran adamın rüzgârını sonunda kendi teninde hisseden kadın oracıkta anlar sevdiğini, kaşla göz arasında.
Defne’nin beni en çok etkileyen bakışlarını anlattım size; çünkü bir kadının aşka düşüşünü anlatan gözleri, en gösterişli sevda sözcüklerinden bile çok şey söyler aşk namına. Tarihin aşka yaptığı belki yüz binlerce sayfalık güzellemenin hiçbir dizesi; adamı gören kadının hafif çatılan kaşlarından, kısılan gözlerinden, büyüyüveren göz bebeklerinden akıveren aşkın heybetini, ürkütücü büyüsünü daha etkileyici anlatamaz…
Aşık kadının lâl’dir dili, konuşamaz. “Ömer Bey siz çok iyi bir insansınız, bunu hiç hak etmiyorsunuz” demek ister, ama bunu ancak gözleri önünü göremez hale geldiğinde düşürebilir diline. Ve fakat o buğulu gözler zaten hep bununla doludur. Söylemek zorunda kaldığı yalanlar, gizlemek zorunda olduğu gerçekler aşkla dolu gözlerine şeffaf bir perde olup iner ve Defne kız, o perdeyi asla ve kat’a tamamen kaldıramaz. Dolduramaz güneşi içeri, aşkı içeri alamaz. Aşk, aşığın gözlerinde hapis kalır defalarca; maşukun adresine varamaz o beis perde o ahu gözleri hep kendinden uzağa sakladıkça… Güneş girmeyen eve doktor girer misali, aşıkla maşukun işte hep bu yüzden hasta düşer ruhları...
Oysa o gözlerin ardında nasıl bir aşkın ateşinin yandığını, ancak Defne bilir, Defne anlatır. Çaresizlik diken diken batar göz kapaklarına, çözümsüzlük bir top gözyaşı olup düşer yanağına; ama aşkını zapt edemez göz bebekleri, tutamaz içinde. Ayakları geri geri giderken gözleri “aç kapıyı, ben geldim” der. Dili “anlatamam, olmaz” derken gözleri “aşkımı sadece burada ara ve yine burada bul” der. Oradadır da Defne’nin aşkı. Bütün gerçekliği, bütün derinliği ve bütün yakıcılığıyla.
Neşesini, heyecanını, hüznünü, kıskançlığını; bazen umudunu, bazen kırgınlığını asla saklayamayan bu gözler, Defne’nin aklının da kalbinin de tek aynasıdır. Diline bin tane yalan bile uğrayacak olsa, misafirin en davetsizinden; gözlerinden bir tanesinin bile gölgesi geçmez, dudaklarını acıtan, yakan o yalanların.
“Gözlerde yaş yoksa ruh gökkuşağına sahip olamaz” der bir Kızılderili atasözü. İşte maharet, yanağa düşen o gözyaşını öpüp silerken, o gökkuşağını görebilmekte; o buğulu gözlere gönül gözünden bakıp, sahici hikâyesini okuyabilmektedir.