Bir Defne Topal Anatomisi

Defne'nin Kalbi
Cansu Mimaroğlu

İnsanları duygusal zekalarına göre mantık insanı veya duygu insanı olarak ayırabiliriz. Bazısı sadece aklın yönlendirmesiyle hareket eder. Bazısı da kalplerinin sesine kulak verirler. Defne kesinlikle ikinci kategorideki insanlardan. Hatta bazen aklını öyle yok sayıp yüreğinin peşine düşüyor ki “Safoz musun kızım sen?” diyesimiz geliyor. Ama her şeye rağmen, yaptıklarını kolayca kabullenmemizi, affetmemizi sağlayan şey de, her yaptığını o güzel kalbinin sesini dinleyerek yapmış olması.

Defne Ömer’i çok seviyor. Zaman zaman o minnacık kalbine nasıl sığdığına hayret ettiğim devasa bir boyutta, her şeyi, herkesi ve hatta bazen kendini bile göz ardı edecek kadar çok seviyor hem de. "Kişi kimi zaman çok sevmenin getirdiği yanlışlıklara da düşüyor." der Cemal Süreya. Defne’yi izlerken bu söz gelir aklıma sık sık. Çok sevenler, bütün kalpleriyle dolu dolu sevenler, galiba sadece bu sevme haline konsantre oluyor. Tek bir şeyi odak noktasına koydukları için de ister istemez yoldaki diğer tümsekleri görmeyip takılıyor, çukurlara düşüyorlar. Bu nedenle bence Defne’nin tüm iyi niyetine ve güzel kalbine rağmen, aylardır yaşadığı bu inişli çıkışlı süreç tam da bu çok sevme halinden kaynaklanıyor.

“Yüreğinin götürdüğü yere git!” çok güzel ve yüreklendirici bir tavsiyedir ama Defne bunu yaptıkça çoğunlukla kızıldı kendisine. Mesela uzun süre kabullenemedik ama, bu uğurda Tranba’ya tasarımını satarak Ömer’in evlenme teklifini kabul etmesi son derece cesur bir adımdı. En azından, yaptığı yanlışı doğru yapmış, içine kalbindeki aşktan başka hiçbir şeyi bulaştırmamıştı. Aynı şekilde Gallo’nun teklifini kabul ederek daha da fena bir sarmalın içine düşmesi de, Ömer’i geri kazanma gayesinden kaynaklanıyordu. Yüreğinin peşinden giderken yolundan saptığı ve hatta U dönüşü yaparak geri döndüğü zamanlar da oldu, ama bunun sebebi; yolunda her zaman birilerinin kazı çalışması yapıyor olmasıydı. Yoksa Defne’nin gönlü sadece Ömer’in omzunda ömrünün sonuna kadar uçmamaya razı bir kuş gibi yaşama kanaatkârlığındaydı.

Benim Defne’nin kalbinin en sevdiğim yönü ise merhametli oluşu. Bu zaten genel tavrı ama dikkatimi en çok Sude’yle olan ilişkisinde çekmişti. İstanbul’da arkadaşı olmadığı için yalnızlık çeken Sude’yle, durumuna acıyıp empati yaparak arkadaşlık kurmuştu Defne. Üstelik sonrasında kendisini koca şirkete rezil etmiş olmasına rağmen ona ikinci bir şans tanıyarak affetmeyi, güvenmeyi seçmişti. Merhameti kadar geniş bir de hoşgörüye sahipti çünkü. Bağışlayıcılığı da bu hoşgörülü ve merhametli halinden kaynaklanıyor zaten. Öyle olmasa, annesinin ölüm yıldönümünü söylemeden ortadan kaybolan Ömer’e gönül koymak yerine, pazı sarmalarını kuşanıp Ömer’i sarıp sarmalamak için kapısına dayanmazdı.

Öte yandan bu merhametli kalbine herkes aynı merhametle yaklaşmadı, Neriman, Sude, Gallo ve şirkettekiler tarafından çok da kırıldı. Ama hepsi bir şekilde aşk ile sarıldı, iyileştirildi.

Defne’nin kalbi aslında duru bir su gibi, bazen volkan gibi, bazen bir deli rüzgar gibi… Öyle duru ve temiz ki o su, içindeki balıkları, küçük çakıl taşlarını görebiliyoruz. Kimi zaman sönmüş bir volkan misali sakince durduğu yahut ılık bir meltemmiş gibi estiği de oluyor. Ama aslında içinde fırtınalar kopuyor, lavlar fokurduyor. Ve her şeyden önemlisi o duru su, bir şelaleden akıp geliyor. Onu tam anlamıyla tanıyamayanlar sadece duru ve tatlı bir su gibi görüyorlar.  O şelalenin gücünden henüz haberleri yok. Ama şelale her şeye rağmen gürül gürül akıyor ve zamanla herkes de bunun farkına varacak.

BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER