Hoş geldin, Muhteşem Yüzyıl Kösem!

Seni kuşandım Kösem, sana karşı!*
Duygu Tombak

Muhteşem Yüzyıl Kösem 2015’in sonuna kadar başlamasaydı İstanbul’a gidip kendimi TIMS’in kapısının önüne zincirleyecektim. O derece! Sonunda ve iyi ki başladı. Tanıtımlar döndükçe iştahım arttıkça, beklentim arş-ı alayı geçti. Sonuçta o Kösem’di.

Harem varlığını sürdürdüğü her zaman dilimi içinde kapalı bir kutuydu(muş). Hatta rivayet o ki Avrupalı elçiler saraylara girip çıktıkça, kendi ülkelerine haremin kadınların zevk-i sefa içinde yaşadığı yerler olarak anlatmışlar. Ama o işler öyle değil. “Dam, direğin üzerinde durur.” derler. Her an öldürülme korkusuyla büyümüş, ürkek yetişen, çocuk yaşta tahta çık(arıl)an padişahların yanında sağlam direklerinin olması şarttı. Yok öyle zevk-i sefalar! Bu direkler yer yer eşleri oldu ama genelde anneleriydi ve bu direkler bazen dimdik durdu bazen de kendi evlatlarını boğdurttu. Harem’in etrafındaki yüksek duvarların ardındaki dökülen kan, ter ve gözyaşını hep kitapların içinden çekip çıkardık. Şimdi sıra ekranda görmeye gelmişti. İşte bu tarih merakıyla bekledim Muhteşem Yüzyıl Kösem’i. Oyuncu kadrosundan isimleri duydukça merakım yerini heyecana bıraktı. Artık Muhteşem Yüzyıl Kösem dizisi benim için gelmek bilemeyen bir hacıyolu olmuştu. Ve sonunda vuslat!

İlk bölüm itibariyle herkes bir yıldız gibi parladı ama başta gözümüzün nuru Erkan Kolçak Köstendil olmak üzere Emre Erçil ve Ekin Koç bir başkaydı.

“Sanki bir ruh çağırma seansı sonrasında Şahin Giray’ın ruhu Erkan Kolçak Köstendil’in bedenine girmiş gibiydi.” (Alıntıdır.)

Her sahnesinde nefesimi tutup, sahne bittiğinde bıraktığımı fark ettim. Şahin Giray’a o şahin gibi bakışlarını görür görmez inandım. Peki, ya Emre Erçil’e ne demeli? Ya bir şeyi de oynamayı beceremez mi insan?! Hani diyeyim ki “Bu oyunda/filmde/dizide şu rol olmamış.” Yok, mümkün değil, dedirtmiyor. Kendisini en son tiyatro sahnesinde Vicdani olarak bırakmıştım, Reyhan Ağa ile şükür kavuşturana. Ve Ekin Koç… Yazarlar sayfasında Twitter ve mail adresim var. “Ekin Koç’tan Sultan Ahmet olur mu ya?” diyenler bana ulaşabilir mi? İzlediklerinden ikna olmadılarsa konuşarak onları ikna edebileceğimi düşünüyorum. Yalan yok, tek önyargım Hülya Avşar’dı. İzlerken farkında vardım ki o Hülya Avşar’dı. Safiye Sultan’ı –af buyurun- öttüre öttüre oynardı. Bir de bunun Sultan İbrahim’i, IV. Murat’ı, Turhan Sultan’ı var. Daha kimleri kimleri göreceğiz, düşünün!

Sultan Ahmet’in kendisini ve ruh halini anlattığı açılış sahnesinden Mahpeyker ile karşılaştığı son sahneye kadar derdini anlatamayan bir karakter ile karşılaşmadım. Diyaloglar, duruşlar, dekorlar ruh hallerini daha iyi yansıtamazdı. Büyük resmi oluşturan tüm sahnelerin ve temponun da işin ruhuna uygun olduğunu düşünüyorum.

Hep güzel şeyler söyledin, hiç mi kötü bir şey yoktu diyebilirsiniz. Vardı elbette. Mesela Anastasia ve ailesine yapılan dublaja çok gerek var mıydı, bilmiyorum. Sanki olmasaydı daha iyi olurdu. Ama toplasan 10 dakika sürmeyecek sahneler için keyfimi bozamayacağım. ^.^
“Tarih”i kendisine meslek edinmiş çok sevdiğim bir büyüğüm bana “Tarihte her şeyin tek bir sebebi yoktur. Bir görünürdeki sebebi vardır bir de o görünürdeki sebebe giden sebepcikler.” der. Muhteşem Yüzyıl Kösem’i bu kafayla izlediğimizde daha çok kitap karıştıracağımız günler yakındır. Teşbihte hata olmaz derler. İşin üstündeki tozları (kurgu karakterleri) alınca özünde doğru bilgilerle, güzel şeyler öğreneceğimizi düşünüyorum. Bir de güzel bir prodüksiyon olunca değmeyin keyfimize!

Dört sezon her çarşambayı merakla beklemiş biri olarak bundan sonra sabırsızlıkla bekleyeceğim yeni günüm Perşembe oldu. Seni kuşandım Kösem, sana karşı!* Gözüm üstünde!

Ve son olarak reyting duası: Tanrı, onları reyting canavarından korusun; emeklerini boşa çıkartmasın!
 
*Turan Oflazoğlu’nun Kösem Sultan oyunundan bir replik.
 
BİZE YAZIN!
Ad
Soyad
e-mail
Mesajınız
GÖNDER