Büyüdükçe kayboluyor mahsumiyetimiz!
Kemal Demir
Neden bu kadar heyecanlandım gerçekten bilmiyorum. 4 sezon boyunca hiçbir bölümünü kaçırmadan izledim Muhteşem Yüzyıl'ı. Mekanlara, karakterlere, yaşadıkları değişime o kadar inandım ki etkisinden çıkmak, her an sarayın bir köşesinden Sümbül Ağa'nın çıkmayacak olmasına ikna olmak zaman alacak.. Kendine ait bir atmosferi vardı ve o dünyaya giren her oyuncu bir şekilde Osmanlı kadını/erkeği oluveriyordu. Nice savaşlar, taht oyunları ve entrikalar arasında derin bir aşkı anlatıyorlardı. Bu büyük prodüksiyon izleyenlere seyir zevki yaşatırken Hürrem ve Süleyman aşkı hikayeye çok güzel bir renk katıyordu. Tabii ki söylemeden olmaz, bir neslin Kanuni'nin adı geçtikçe hafızasında canlanan resmin Halit Ergenç olmasına sebep olacak kadar güçlü bir performans vardı. Son bölümlerini ne kadar aceleye getirdiklerine inansam da damağımda bıraktıkları eşsiz tat için bir kez daha onlarca yüzlerce kez teşekkürler.
Şimdi bunu neden anlattım? Kösem'in tanıtımlarını gördüğüm ilk anda aklımda bir kaç soru belirdi. Tims Production, Muhteşem Yüzyıl'ın devamı niteliğinde yaptığı bu işle bir öncekinin gölgesinde kalır mı? Kadro açıklandıkça bu kadar tanıdık oyuncularla böyle bir işe kalkışmanın deli cesareti olduğunu düşünüyordum. İlk bölümler için çok güzel bir vitrin oluşturabilirler ama bu kadar göz önünde olan popüler oyuncuların canlandırdıkları karakter için 'O' olma halleri ne kadar inandırıcı olur emin değildim (bölümü izledim) hala değilim. Hikaye ilk 30 dakikada Muhteşem Yüzyıl'dan hiçbir eksiği olmadığını hatta masalsı anlatım diliyle daha iyisi olacağına ikna etti beni. Dizinin müzikleri oldukça tanıdık hatta yer yer aynı. Bunun izleyicide yabancılık hissiyatı uyandırmamak adına bilinçli yapıldığını düşünüyorum. Müzikler Aytekin Ataş'a, senaryo Meral Okay'dan sonra görevi devralan Yılmaz Şahin'e ait. Kısaca yapım sırtını tanıdık/güvenilir bir ekibe yaslamış.
Oyunculuk konusunda ise, hikayenin Hülya Avşar'ı görmediğim her anına inandım. İlk bölüm için yorum yapmak erken olabilir ama Ekin Koç bizi Ahmed'in saflığına, çocukluğuna, arada kalmışlığına nasıl ikna ettiyse O'da gayet güzel bunu yapabilirdi. Evet, ben her ne kadar şüpheyle otursam da ekran başına, Ekin Koç'un Ahmed Sultan performansına ikna oldum. Ama derseniz ki Safiye Sultan'ımızın ilk bölüm için yeri dardı oynayamadı o zaman da Reyhan Ağa ile Ömer Erçil'e dikkatinizi çekmek isterim. Genç Kösem'e attığı tiratla onu nasıl bir cehenneme düştüğünü ve kurtulamayacağına, bizi de Reyhan Ağa 'olduğuna' inandırdı. Tabii ki kurduğum duygusal bağdan ötürü çokça Sümbül Ağa'ya benzettiğimden hayran kalmış ta olabilirim... (Bende de profesyonellik sıfır!) Genç Kösem rolünde Anastasia Thsilimpou ise gayet şıktı. Ekin Koç'la uyumları da çok iyiydi. Yani demem o ki hikaye adına şart değilse ben finale kadar bu Kösem'e razıyım. İlk bölüm çokça Safiye-Ahmed çatışması üzerine kurulduğundan diğer performanslara yorum yapmak için henüz erken. İzlediğim 150 dakikalık hikaye (bu sürenin ilk bölüme özel olması en büyük temennimiz) tek bir anında dahi sıkmadan sonuna kadar sürükledi. Kurulan dünyaya inandım. Masalsı ve metafor anlatımlar bence çok güzel bir sos olmuş.
'Büyüdükçe kayboluyor mahsumiyetimiz.' bu Muhteşem Yüzyıl'da en sık duyduğumuz cümleydi. "Masumiyetin Gücü" sloganıyla yola çıkan bu hikayede ise Sultan Ahmed mahsumiyetinin ilk firesini verdi ve biliyoruz ki bunun sonu yok bu güç yolunda. Ben bu taht oyunlarının güç savaşlarının daimi alıcısıyım. Her ne kadar Safiye Sultan'ın 'biz' jargonuna alışmak zor olsa da hikayeye aldığı yol boyunca yoldaş olmaya hazırım. Tüm ekibin ellerine sağlık.