● O zaman ikiniz de dizileri biriktirip
topluca izlemeyi seviyorsunuz, öyle mi?
DL: Zaman yaratabilince dizi gündemine yetişmeye çalışmak diyelim. Bu konuda uçak yolculukları harika bir kurtarıcı. Mesela arada
sırada The Affair izliyorum.
Arkadaşım Dominic West o dizide oynuyor.
● Beğeniyor musun?
DL: Çok beğeniyorum, evet. Keyifli bir dizi.
PG: Adı kulağa hoş geliyor. Ne
oldu? İnsanlar bana gülüyor.
●
Homeland’de oynadığınız süre boyunca Brody’nin ilk sezondan sonra
dizide olmasının planlanmadığını birçok kez dile getirmiştiniz. Bu sefer durum
ne kadar farklı? Karakterinizin
geleceğinde bilmediğimiz, sürpriz bir olay olabilir mi? Siz de karakterinizin
başına gelecekleri önceden öğrenmeye çalışıyor musunuz?
DL: Oynadığınız
dizilerden sürekli erkenden ayrılmaya mı çalışıyorsunuz? Soru bu mu? Adil bir
soru. Brody iki sezon boyunca dizide olacaktı, bir değil. Ne diyebilirim ki? Bu
noktadan sonra ne söyleyebilirim? İki sezon boyunca dizide kalacaktım. Ve bence
eğer öyle olsaydı harika olurdu, ama dizi bir anda hepimizin bildiği Homeland fenomenine dönüştü. Ve sanırım
kimse Brody'nin gitmesini istemiyordu. Bence bu çok gurur vericiydi. Ama bana
kalırsa hikayede bir takım sıkıntıların doğmasına sebep oldu. Ama 3. sezonun
sonunda Brody’nin ölmesi... 3. sezonun ilk yarısında seyircilerin bir kısmının
hikayenin gidişatından kafası karıştı ve dizinin yapmak istediği şeyi
anlayamadılar. Bence sezonun ikinci yarısı Brody’nin asılışı ve diğer tüm
konuları ele alışıyla birlikte harikaydı.
Bu dizide, eğer
söylemek istediğini doğru anlıyorsam, yüzeysel ve yapısal benzerlikler var
diyebiliriz. Bir kedi fare oyunu mevcut. Paul Giamatti, Claire Danes’den biraz
daha kıllı. Ben de umarım ki biraz daha az radikal bir Brody’imdir. Yo, bu çok
basite indirgemek olur. Çok çok basite... Bu diziyi küçümsemek olur. İkisi de
tamamen farklı. Ama evet, kedi-fare unsuru var ve evet, görünüşe göre birimiz
kanun tarafındayken ben... Acaba göründüğüm kişi miyim? Ama aynı şekilde, Chuck da olduğunu düşündüğü kişi olarak mı kalacak? Ve sanırım manipülatif hisse senedi
alışverişi yapmaktan kimseyi asmıyorlar, o yüzden güvende olduğumu düşünüyorum. Uzun bir süre ortalıkta olacağını düşünüyorum. Bu konuda farklı bir tüyo alırsanız bana da söyler misiniz?
●
İlk bölümde Hall (Terry Kinney) İzlanda’nın başkenti Reykjavik’teki geceyi hatırlayıp hatırlamadığı
soruyor; unutmayı umsan da ne yazık ki hatırladığı söylüyorsun. Reykjavik’teki o unutulmaz gece hakkında başka şeyler de öğrenecek miyiz?
DL: Paul hiç
İzlanda’ya gittin mi?
PG: Gitmedim, ama hep istedim. On
yaşımdayken satın aldığım bir kitabı okuyarak İzlandaca öğretmeyi
denemiştim çünkü Vikingler'e bayılıyordum. Ve oraya gitmeyi hayatım boyunca hep
çok istedim. Ama henüz gidemedim ve bunu yapmak için sabırsızlanıyorum.
DL: Belki giderken uçakta Wolf Hall’u izleyebilirsin.
PG: İzleyeceğim. Ne yapacağım, biliyor
musun? Uçağa binerken yanıma Wolf Hall’un
kitabını da alacağım.
● Peki, Reykjavik’taki
gece hakkında daha fazla bilgi edinecek miyiz?
DL: Bence o biraz da erkek erkeğe dışarı
çıkıp kafa dağıttıkları bir geceydi.
Demek hiç İzlanda'ya gitmedin ● Sorum Bobby’nin
söylediği bir şeyle ilgili ama ikinize de yöneltiyorum. Bobby başarılı olmanın
ne zaman bir suç haline geldiğini sorguluyor. Sizce de başarılı olmak bir suç mu?
Ve başarılı olunca sizden daha az imkanları olanlara karşı
sorumluluklarınız neler olur?
PG: Çok tehlikeli... Zenginlik ve ayrıcalıkların beraberinde
getirdiği çok ilginç sorunlar var. Zengin ve ayrıcalıklı birinin aynı zamanda
topluma hizmet etmesi gerektiği fikri doğuyor. Bu karakterde de biraz bu durum
var, anlatabiliyor muyum? Yani, eğer bir takım ayrıcalıkların varsa topluma
hizmet etmek zorundasın hissiyatı. Bu noktadan sonra işler pek çok sebepten
karışıyor. Ama karakterimin hizmet etme güdüsü böyle bir şeyden doğuyor. Bence
başarılı birinin topluma hizmet etmemesi fikri ya da yanlış şeylere hizmet
etmesi fikri karakterimi rahatsız ediyor.
Damian’ın karakterinin başarısıyla
olan şahsi ilişkim çok ilginç. Ortada kıskançlık ve onun samimiyetiyle ilgili
bir takım şüpheler de var. Her neyse... Eğer kendi karakterim için konuşmam gerekirse
onun için hizmet fikri başarının dünya üzerinde önemli olmasından doğuyor. Bu
senin sorunu yanıtlıyor mu bilmiyorum ama kendi karakterimin perspektifinden bakınca söylediklerimin doğruluğundan eminim. Bu adamın samimi olduğunu düşünmüyor.
Ve bu adamın... Böylesi bir zenginlik elbet bir şekilde seni bozar. Ama benimki
gibi bir zenginlik insanda onurlu özelliklerin ortaya çıkmasına sebep
olur. Onun onursuzluğu temelden kaynaklanıyor diyebilriiz. Karakterimin böyle
hissettiğini düşünüyorum. Ve haksız da değil. Ne demek istediğimi anlatabiliyor
muyum?
DL: Evet,
kesinlikle. Bu harika bir soru bence. Bu temayı, bu yetişkin temayı
sezonlar ilerledikçe işleyeceğimizi düşünmüştüm çünkü. Ya da çok uçmayayım, ilk
sezon da olur. Ama evet, bu ilgi çekici. Benim gördüğüm kadarıyla Amerika ve
Amerikalılar için "mega" zengin olmak nefret edilecek bir şey değil, ulaşılmaya
çalışılacak bir şey. Ve çok zengin insanlara hayranlık besleniyor, saygı
duyuluyor; ama bazen de lanetli oldukları düşünülüyor.
PG: Ve
o serveti eğer kendileri yaptıysa daha da saygı duyuluyor, evet.
DL: Aynen.
Ve bu noktada aristokrasi olmayan bir yerde adeta birer aristokrata
dönüşüyorlar. Benim geldiğim yerde, eğer bilmeyen varsa Büyük Britanya’dan
bahsediyorum, hala zenginliğin nefretle karşılandığı hissiyatı var. Bobby’nin
sorduğu o soru diziyi izleyen insanlar için çok ilginç olacak. İnsanlar
Bobby’i çalışarak kazandığı zenginliği yüzünden sevecek, sayacak ve ona hayran
mı olacak yoksa artık bu ülkede sosyal eşitsizlikler ve finansal açıdan olup
bitenler yüzünden böyle insanlara karşı duyulmaya başlayan bir nefret mi var?
PG: Doğru söylüyorsun. Ama bence
yazarların bu iki adamı karakterize ederken gösterdikleri en büyük başarılarından biri bu;
çünkü diğer taraftan bakacak olursak karakterimin geçmişinde olan, kazanılan ve
miras bırakılan zenginlik ve ayrıcalıklar Amerika’da nefret edilen bir şey ve
bu bir şekilde doğru gelmiyor. İkisinin de parayla fazlasıyla güçlü bir ilişkisi var. Aslında
dünyadaki herkes için bu böyle. Ama özellikle Amerikalıların para kazanmak veya
parayı kullanmakla ilgili inanılmaz bir kaygısı ve çatışması var. Bu hem iyi,
hem de kötü bir şey. Ama iyi tarafına çok daha fazla değer veriliyor.
DL: Güç
ve paranın getirdiği sorumluluk yüzünden… Evet, tekrar söylüyorum, harika bir
soruydu. Eminim ki yazarlarımız hikayenin ilerleyişinde dramatik bir araç olarak yerleştirecekler; ve karakterlerimiz parayı ve gücü
iyi bir şekilde kullanabileceğimiz fırsatlar bulacaktır.
PG: Ve
onları suistimal edecekleri...
DL: Ve bazı zamanlarda da
suistimal… Bence kimse Bill Gates’ten parası ya da parayı kullanma şekli
yüzünden nefret etmez.
PG: Onu iyi yapan şey parasını nasıl
kullandığı aslında. Demek istediğim, bu da önemli bir etken. Hayır işleri de
yapıyor, iki yön de onda mevcut. Her iki dünyanın da kaymağını yiyor. İşte bu
yüzden Bill Gates çok ilginç bir figür.
● Son soru. Damian, biraz da paralı kablolu kanallar ve benzerleri sayesinde son zamanlarda
Amerika’da televizyonun altın çağından sıklıkla bahseder olduk. Sence İngiltere’de durum ne? Orası da aynı şekilde gelişti
mi? Dizilerin kalitesi açısından ve orada önüne çıkan fırsatlarla burada önüne
çıkar fırsatların sayısı açısından denge değişti mi?
Damian Lewis: Bu
soruyu hem yanıtlayacağım, hem de yanıtsız bırakacağım. Bence ikisini
karşılaştırmak adil olmaz. Burada çok daha fazla para var. Biz altı dahi yazarı
parayla bir odaya kapatıp televizyon dizisi yazdıramayız. Bizde dizileri tek
bir kişi yazar. Yazar ekipleriyle ilgili küçük denemeler yapılıyor ama genelde
ekipler üç, en fazla dört kişiden oluşuyor. Bu yüzden benim geldiğim yerde
o kadar pahalı ya da pahalı görünen işler yapmıyoruz. Yaptığımız diziler iyi
olduklarında mükemmel oluyor. Ama durumlar farklı. Daha çok Wolf Hall gibi işler çıkıyor. Farklı
çekiliyorlar ve sonuç itibariyle farklılar. O yüzden bence evet. Geldiğim
yerde harika yazarlar var ve harika televizyon dizileri var, tıpkı burada
olduğu gibi. Ama ikisi de farklı dünyalara aitler.