Bu arada şuradan yakmazsam da ayıp ederim: (Malum dersimiz fasulyenin yakıcı faydaları) Defne’nin 200 bin TL konusunda nihayet ayakları yere basan adımlar atmaya başlamasının bende yarattığı duygular tarifsiz... Defne’nin, ama saçma ama değil, kendince mümkün olan her yolla bu parayı bulup konuyu çözmek için aksiyona geçmesi, gerçekten dizinin aylar boyunca bu çatışmasının başlamasını bekleyen seyircisi için çölde serap gibi... Ve fakat Defne’nin atladığı; %300 zamlı maaşıyla bile Ömer’i en az 1 yıl oyalaması gerekeceği gerçeği kadar, paranın bulunmasının da her şeyi zaten çözemeyeceği gerçeği. Defne kendince en temiz, direkt ve naifliğini çarşaf gibi önümüze seren yollardan giderek sırtındaki yükü en yakın durakta bırakmaya niyetlendi. Ama bilmediği, veya düşünmediği şuydu ki, yüklerin maddi ağırlığından daha fazla gelen bir manevi ağırlığı var. 200 bin TL mi daha ağır çeker, yoksa sevdiğin adama aylardır yalan söylüyor oluşun mu? Defne görünen o ki bu hassas teraziyi, ilk çanağı doldurmadan raftan indirmemeye karar verdi. Benim de aklımın orta yerine, acaba Ömer gerçeği öğrendiğinde ‘bir kez değil, iki kez değil...’ cümlesini “Defne’nin kendisini toplam kaç kez kandırdığına karar vererek tamamlayacak?” sorusunu bırakıp gitti. Sonra da devrelerimiz neden yanıyor!
Ömer’in defosu da bu işte. Sırça fanusunun içinde tozlanmasın, kırılmasın diye itinayla sakladığı güven çemberi. Bir defo, evet; çünkü gerçek hayat, o fanusun içindeki dünya kadar serin ve steril değil... Ömer’in duvarlarını yıksanız da, kalenin içinde bir de bu sırça fanus var işte... İncecik, lekesiz ama kırılmalara karşı son derece emniyetli. Yasemin’e ikinci bir şans vermeyi aklına bile getirmeden silmeye niyetli olması bu yüzden. Sude’nin - gerçek anlamda takdir ettiğim- oyun planını alnının akı, ve artık sağlam yelkenlere bağladığını kanıtladığı iyi niyeti ile tamamlayan Yasemin, belki Passionis’te kalmayı başardı, ama Ömer onu hala “asla arkadaş olmayacağız” seviyesinde tutmak konusunda azimli. Belki Yasemin kadar değil – hatta belki kendisinin farkındalık eşiğinin üzerinde bile değil – ama Ömer’in de içinde bir yerler acıyor bunu söylerken. Sırça fanusun titrediğini hissediyorsunuz gözlerindeki karartıdan. İzleyici olarak diyorsunuz ki bu bir başlangıç. Ömer için bir deneme. Ömer için hayatın gerçek arenasına çıkış süreci.
Ortada bir hak paylaşım çetelesi varsa, Ömer benden şu ana kadar en fazla hakkı alan kahramanıdır bu hikayenin. Ve fakat bu konudaki hakkı kendisine teslim etmem için, o fanusun da kırıldığını görmem gerekiyor. Ve biliyorum ki şimdi kıyamadığı, elletmediği o sırça fanus gün gelecek temperli cam gibi çatlamaya bile fırsat bulamadan boncuk boncuk dağılacak. Temperli cam , “sekürit cam” olarak da bilinir. Yüksek hızla ısıtılıp soğutulduğu için dayanıklılığı çok yüksektir. Kendisini delmek, kesmek, işlemek mümkün değildir. Kolay kolay kırılmaz, ama kırıldığında tuzla buz olduğu, parçalarının etrafındakileri yara bere içinde bırakmadan zar gibi dağıldığı tarif edilir... Bilmem anlatabiliyor muyum...
Bu hikayeye şahsım adına ben de temperli camdan oluşan böyle bir pencerenin ardına sığınarak devam ediyorum işte.... Defne gibi, Ömer gibi o camın kırılacağı günü evham ve sabırsızlıkla bekliyorum. Ve dehşetle fark ediyorum ki, son hızla oraya doğru da ilerliyoruz. “Mission Impossible: 200bin TL”; bu kadar hızlı biçimde, ve gidişat içinde paldır küldür Ömer’in kucağına düşüş şekliyle beni çokça şaşkınlığa uğratıp güldürse de, vakitlice açığa çıktığı için sevinçliyim. Bu noktada açacağım parantezle hem Sinan’a hem de Koray’a ayrı ayrı teessüflerimi de bildireyim diyorum, lakin karşı adreste bulunduklarına pek emin de değilim. Sinan; tamam belli ki Defne mantık zincirinin ucunu kaçırarak “ben çok çalışıyorum o yüzden hak ediyorum” gerekçesiyle %300 zam istemeye gelmiş, çünkü o Defo, peki sen onunla el ele tutuşarak aynı gaz ve toz bulutu içinde uçuşmak için fazla CFO değil misin? Ayrıca, nasıl bir akıl tutulması yaşıyorsun ki – veya belki yaşadığın kalp tutulması olduğu için daha beterdir – ilk günden beri bildiğin 200bin TL’lik oyuna rağmen “bak arkadaşın olarak soruyorum, neye ihtiyacın varsa söyle...” diyebiliyorsun? Sence neye, ve neden şimdi, ihtiyacı olabilir?!? Koray’a ise aslında laf etmek yersiz, neticede kendisi Kenan’ın kapak çekiminden aldığı çekin üzerine bakmadan Sinan’a veren, hesabına yatan kar payını başarı primi sanan, şirket ortağı olduğunu bilmeden yıllarca körelen yeteneği ile kendisine bir oda tahsis edilmesini beklemiş leylası Passionis’in... Defne’nin mankenlik için istediği çeki mi Ömer’in eline iliştirmeyecekti? (Koriş'imizin parçaları ne derece birleştiremediğine sanırım vakıfız, o nedenle oyunu onun da bilmesine rağmen Defne’nin “astronomik ücret isteyen manken” kontenjanına ışık hızıyla geçişine anlam verememesini normal karşılıyoruz tabii ki :)

Ömer'lerin Defne'leri, Ömer'leri üzmesin!