Sinan’ın bu alttan almaz duruşunun ne kadarının Ömer’in o
sert “Ayrılalım” darbesine "duygusal" bir tepki olduğuna da tam karar veremiyorum aslında. Ömer’i tanıyorsa, bu
yaptığının dostunu nasıl bir güven sarsıntısı altında bıraktığını da biliyor
olması gerekiyor Sinan’ın. Zaten, belki de fazlasıyla mutlak suretle biliyor
bunu. Görünürdeki Sinan, Ömer kesin ve net bir dille “Ayrılalım!” deyip ona bir
şans vermediği için; açtığı delikleri onarmaya yeltenmeden, neredeyse aynı sert
tonda ona “Tamam” diye karşılık veriyor. Kendi “kırıklarını”, zaten ortalığa
döküp saçmış olduğu binlerce parçanın üstüne boca ediyor, herhangi bir şeyi
toplamaya çalışmak yerine. Belki o kırıkları asla eskisi gibi bir araya
getiremeyeceğini bildiği; veya düşündüğü için. Bilmekle düşünmek farklıdır işte
ama. Sinan Ömer’i “bildiğini” sanıyor; onu asla affetmeyeceğini, açtığı hasarı
katiyen onaramayacağını, yaptıklarının hiç bir koşulda geri dönüşünün
olmadığını bildiğini sanıyor. Bilmenin rahatlığına sığınmak; düşünmekten
kolaydır çünkü... “Nasılsa bağışlamayacak beni!” diye kestirip atmak ve
çabalamamak; bir af ve geri dönüş şansı olduğunu düşünmemek; daha “acı” gibi
görünen ama aslında daha kolay olan seçenektir. Sinan’ın bunu seçmesine keşke
şaşırdım diyebilseydim. Kendini affettirme şansını kullanmak cesaret isterdi,
ve gönül isterdi ki bu cesareti gösterip şaşırtsaydı.
Ömer’e ise “yıkıldığın kadar var” diyorum, başka ne
denir... Düşüşü hepimize bir yerlerden az çok tanıdık gelmedi mi? Karşınızdakinin,
suçluyken bir de güçlü olmasının kabarttığı çözümsüzlük girdabı. Ömer ertesi
sabah, “Ayrılalım!” diyerek hızlı, sert, fevri bir adım atmış olabileceğinin
ağırlığı altında aklını başında zor zapt ederken; uzaklara giden o aklı aslında
her şeyi yeniden yeniden tartıyordu. Dostunun ihanetini -veya hadi, yanlışını
diyelim– affetmek kendisi için zor bile olsa, bu adımı atmaya hazır değilse de
gönüllüydü bir miktar. Ve fakat Sinan’ı karşısında -koleksiyonu Deniz’e verirken
her nasılsa akıl edemediği- avukat vb. protokolleri hazır etmiş olarak buldu. Biraz
daha dursa; “Böylesi daha iyi!” bile derken bulması işten değildi zinhar! Ömer -bir kez daha gördüğümüz üzere-
Sinan’a göre daha yüce gönüllü, hakikatli ve daha az egolarına yenilen bir adam
da olsa, o da nihayetinde bir insan, ermiş değil. Her şeye rağmen “Tamam özür
dilerim Sinan. Sen aramızda anlaşmadan, koleksiyonumuzu ne idüğü en masum tahlilde
bile “belirsiz” olabilecek rakibimize düşüncesizce teslim etmiş olabilirsin ama
sorun yok. Vazgeçtim ben, ayrılmayalım.” da diyecek değildi! Ki bölüm boyunca
düşünmeye de devam ettiğini anladık aslında Defne ile konuşmasından! Ömercim, bırak.
Alttan alan taraf olmak için tahterevallinin çok fazla tepesindesin sen. Olmaz
yani.
Velhasıl, o Sinan’ın koluna girip tahterevalliden
kaldırıp Ömer’i çat diye yere yapıştıracak kişiler de siz mi oluyorsunuz Sude
ve Koray? Teessüf ediyorum, küsüyorum yani! (Fragmana kanan Virgo konuşuyor.)
Koriş üstelik sana bu bölüm hayranlığım da tavan yapmıştı bak... Kendinden
gayrısını görmeyen gözün Sude’nin manipulatif manevralarını da göremedi tabii. Zinhar
tepene o spot ışıklarından on tane daha koysak gözlerin bu ayak oyunlarını
seçecek gibi de değil canım benim. Ne diyeyim, safoz, çocuk ruhlu küçük ortağım,
gönüllerin bir numaralı patronu Koriş! 23 Nisan’da -artık şirket kimde
kalacaksa- seni bir günlük CEO yapsa da biraz havamızı bulsak. (Ya bu arada cidden...
Buraların CEO’su kim Allah aşkına? Siz şu ortaklık işini bir halledin, bu kez
de size yönetim danışmanlığına gelmek istiyorum. Geçen bölüm yeltendiğim Tranba
pazarlama direktörlüğü maceramı bununla değişebilirim ) Velhasıl-ı kelam, hikayenin
belki de en ağdalı ve ağır olabilecek bu “ortaklığın sonlanması görünümlü
dostluk çatırdaması” dönüm noktasını çözecek (!) kişinin Koray çıkması da
ŞAHANE manevraydı, söylemeden edemeyeceğim. Ki asansörden çıkan çiçek desenli
skinny pantolonunu görünce koca bir "YOK ARTIK" demişliğim var. O prova etmelere doyamadığın "asansör çıkışı"n sonunda
layığını buldu mu ne küçük patroncuğum!?
Süper şaşırtıcı -ve sonuç olarak da
süper olan- bir ters köşeydi bu. En hazırlıksız
olduğumuz anda, farkında bile olmadığımız kadar ihtiyaç duyduğumuz elektrik
akımı meğer Koray’mış. Hepimiz dev stres attık. Üstelik geçen haftaki
Koray-Yasemin kulislerinin mükemmelliğine taş çıkaracak sahneleri daha haftası
dolmadan da izlediğimizi not etmiş olalım. Çıta tepelere çıktı yani, dikkat! Bu arada Neriman-Koray ikilisinin farklı yönlerde yeni maceralara atılması da
bence çok yerinde ve güzel oldu. Birbirleriyle oldukça, birbirlerini ve bizi
yoruyorlarmış resmen, ayrılınca anladım. İz’in hakkı mı var ne ? Belki bazı
ilişkilere ayrılık lazımdır... (Yazar burada konuyu nihayet merakla beklenen
aşk üçgenine artistçe bağlarmış gibi yapmanın heyecanına kapıldı)